20/08/2024 | Yazar: Yıldız Tar
Tarihten Gizlenmeyenler’de Şevval Kılıç ile 4 yıl önce yapılan röportajı paylaşıyoruz.
Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayınlayan Kaos GL Dergisi 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadeleye tanıklık edenlerin tanıklıklarını sizinle paylaşmaya karar verdik.
Tarihten Gizlenmeyenler’de Şevval Kılıç ile 4 yıl önce yapılan röportajı paylaşıyoruz.
90’lar nasıldı, nasıl kulüpler vardı, sen nerelere gittiğini hatırlıyorsun?
90’larda, yine faşizm vardı, yine transfobi, homofobi vardı. Üstelik çok daha brutal bir faşizm vardı, daha ham bir faşizm vardı. Böylesine Avrupalı, batılı, Avrupalı demeyelim batılı, institutional bir faşizm yokken daha hardcore bir faşizm varken, buna rağmen İstiklal ’de 17 tane dönme kulübü vardı. Dönmeden kastım trans kadın kulübü. Dönme deyince onu kastettim bu cümle içinde. Trans kadın kulübü vardı. Trans kadınlara özel 17 tane kulüp vardı. Mis Sokak ve Muaf’ın olduğu yerlerde üçer dörder tane kulüpler vardı.
Bence müzik de sanat da moda da 80’lerde 90’larda en radikal, en avangart çizgilerini o dönemde sunduğunu düşünüyorum. Beğenirsiniz-beğenmezsiniz şimdi böyle “ığhyyy, 80’ler mi?”, “Iğhyy” diye burun kıvırıyoruz ama beş sene sonra Retro olacak, bir on sene sonra vintage olacak ya da bir şey yani. Şimdi şimdi böyle bir iklim altında çok daha farklı görmeye başladım.
İşte, burada da işte ilk yasaklar başladı, Ankara’da yasaklar başladı, Onur Haftası’na saldırdılar, işte devlet saldırdı, biz de çok motivasyonumuz çok düştü, ne yapacağımızı bilemedik, disoriented olduk, hangi yöne gitsek, ne yapsak bilemedik. Şekerim! Ben 80’lerde 90’larda Survivor ettim. Ben 80’leri 90’ları gördüm. Hiçbir şey o kadar kötü olamaz. Şimdiki daha az kötü demek istemiyorum. Şimdi çok daha bambaşka. Çok daha organize çok daha karmaşık bir faşizm var ve ayrımcılık var, dört koldan böyle. Çünkü biz nasıl gelişiyorsak faşizm de gelişiyor. Ama ben 90’larda 80’lerde survive ettiysem, bu gençler de survive eder.
Z jenerasyonu da survive eder. Şimdi işte geçen sen Onur Haftası dokuz tane prepride partisi yaptı. Biz böyle şey dedik. Ya ne yapıyorsunuz, paraya mı açsınız? Yani çünkü Onur Haftası bütçe almamaya karar verdi. Yani fon almamaya karar verdi. Dolayısıyla ya, dayanışma partileri yapıyor ama 9 tane biraz fazla değil mi falan filan dediğimizde şöyle bir şey söylediler çünkü partiler dopdolu geçiyor ve çok haklılardı yani. E insanlar bir araya gelecek, Taksim’de çok dernek de kalmadı. 4-5 tane dernek vardı beş-altı sene evvel. Dernek de kalmadı. Herkes başka bir yere gitti, bazıları işlevsel değil artık falan. İnsanlar bir araya gelmek için fırsat, bir araya gelmek istiyorlar, nokta! Parti ise bunun zemini o zaman parti yapacağız abi! Partiler gümbür geçiyor, gümbür geçiyor. Yani eğer amaç bir araya gelip queerlerin, queer tayfanın, queer komünitenin bir araya gelip birbirini güçlendirmesi ve politize bu şekilde pratize olması ise, hani biz diyoruz ya “aşk da..aşk da örgüt” nasıldı o cümleyi unuttum. “Aşk da örgütlenmektir” ise dans da örgütlenmektir, kulüplerde de gayet örgütlenilir. Biz beş sene sonra, eğer bu iklim devam ederse biz beş sene sonra falan şey röportajları yapacağız yani hani işte “kulüp hayatı ve feminizm”, “kulüp hayatı queer bilmem ne bilmem ne sosyolojisi” falan gibi şeyler yapacağız görünüyor.
90’larda 17 tane kulüpten bahsettin ya. İlk aklına gelen hangisi, nasıldı o kulüpler, mesela içeri girdiğinde nasıl bir ortamı vardı, ne çalıyordu?
Oooov. Şöyle; Türkçe pop, bir kere şöyle dezavantajları da vardı. Yani daha pop’laşamamıştı henüz hareket ve trans kadın çünkü seks işçiliği yapılıyordu. Bu bahsettiğim çoğu, çoğu değil hemen hemen hepsi seks işçiliğinin yapıldığı kulüplerdi. Dolayısıyla tarzları vardı. Bazılarına sadece ameliyatlılar, daha doğrusu “şeyi” olanlar giderdi. Biz oraya putkalılar kulübü diyorduk ama putkalıların aynı zamanda vesikası olabildiği için ya da gece bar konsomasyon belgeleri olduğu için onların çalışabildiği kulüpler vardı. Biz “çüklü”lerin gittiği kulübe giderdik. İşte gece onların kulübü erken kapanırdı bizi ziyaretimize, güllüme gelirlerdi. İçeri girer girmez “ay burası sik kokuyor!” derlerdi. Şu gün söylesen hani ifşa, ifşalarca, sayfalarca ifşa yazılacak sebepler. O zamanlar bizim günlük dinamiğimizdi bunlar. E tabi ki ayrımcı bir söylem bunlar. Gerçi bugün ne kıyametler kopuyor bu sebepten ama böyle bir ayrım vardı. İşte ameliyatlılar gider, Tarlabaşı kulüpleri var. Ben İstiklal Cadde’sinin, neresi orası, İstanbul LGBT’nin tam karşısındaki kulüpte çalışıyordum, bir sene falan.
Ben sokak kızıydım, Ülker sokak kızıydım fakat bir ara sokakta çalışmamıza izin verilmedi. Böyle, bir amir geldi “kulüplere gideceksiniz” “sokaktan bizi alıyorlar”dı. Dedi ki “sokaktan sizi kimse alamayacak ben emir vereceğim” dedi. “Herkes kulübe gitsin kulüpte çalışsın” dedi. “Camlardan sarkmak, camlardan bakmak yok” dedi. Biz kulüplere gitmeye başladık böyle falan. Hakikaten bizi kimse almıyordu bir süre. Kulüp deneyimim de oldu yani. Tarlabaşı kulüpleri vardı, biz de Tarlabaşı kulüplerine burun kıvırırdık mesela hani bu hani şey vardır ya hani, “zalimin zulmü” böyle her ezilen eline fırsat geçtiğinde o da başka bir şeyi ezme hali. Tabi o zamanlar 19,20 yaşında falandım yani. Çok da şey bilincim oluşmamıştı belki de ama.
Hangi kulüptü o senin çalıştığın?
Kabare 33. Ben Kabare kızıydım. 1001 vardı şeyde işte Sıraselviler’de. Bunlar en büyükleri. 1001 vardı. Vat69 vardı. Şu anda, neresi orası? Demir Kafe mi? Demirci. Demir Kafe galiba var. Mis Sokak’ta. İstanbul LGBT’nin sokağının tam karşısına gelen. Orası Modül’dü, “has gacıların” çalıştığı bir kulüptü. Biz böyle arada kulüpten izin alıp, kulüp çalışanlarından izin alıp oraya böyle misafirliğe giderdik. Böyle küçük oyunlar, ziyaretler falan yapardık.
Ya inanılmaz bir polis baskısı vardı. Bir evden iki trans kadın, iki trans kadın aynı anda bir evden çıkamazdı. Bir eve oturmaya misafirliğe geldiğimizde, birbirimizi uyararak sırayla çıkardık. On dakika arayla, beş dakika arayla. Çünkü iki transın yan yana yürümesi alınma sebebiydi. Böyle bir iklim vardı. Ve alınman böyle 3-4 saatlik bir karakol ziyareti falan değil. 3 gün minimum 3 gün karakolda seni tutuyorlar çünkü bilgisayar yok. Karanlık çağlardan bahsediyorum. Ve o kağıtlar gidip geliyor, bilmem ne oluyor. Ya en ufak bir pürüz çıktığında seni bu sefer Cankurtaran Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ne yolluyorlar. Kan, eğer fuhuş ya da fuhuşa mugayir yerde bulunduysan, mesela kulüpten alındıysan veya Ülker Sokak’tan alındıysan fuhuşa mugayir yer orayı addetmişler. Dolayısıyla sana şey seremonisi ile baş…şeyi, seremonisi değil ayol, prosedürü de başlıyor, işte cinsel yolla bulaşan hastalık var mıdır yok mudur? Diye seni zoraki metazori şeye götürüyorlar Cankurtaran Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ne. Minimum 3 gün de oradasın. Yani epilasyonu olmayan kızların üzerinde Safiye Soyman kıyafeti var ve üç günlük sakal var suratında. Yani büyük komiklikler dönüyordu. En ağır makaralar orada. Çünkü yatılısın ve yapacak hiçbir şey yok. Erkek arkadaşların sevgilileri işte sana çamaşır, sigara ve birtakım şeyler getiriyorlar, bir takım substitute’lar getiriyorlar çünkü orada üç gün oradasın yani ve büyük muhabbet dönüyordu orada.
Kabare 33. Orası nasıl bir yerdi. Sen çalışırken yani. Şovlar mı oluyordu?
Öyle bir yer değildi. Öyle bir yerler, öyle bir yer pek böyle bir… Transların ya da drag’lerin sahne aldığı aynı zamanda da çalıştıkları falan filan. O çok şey bir şey değil ya yani böyle hep filmlerde fanteziler var ya hani. Miami’de falan oluyor her halde öyle şeyler. Ben İstanbul’da onun örneğini hiç görmedim. Bir tek X Large var. Arada birimiz sahneye çıkıp böyle bir mikrofona falan bir şey söylemeye çalışırdık ama ne ses sistemi ne de oraya gelenlerin çok da onlarla bir alakası yoktu.
Fuhuş yapıyorduk. Seks işçiliği yapıyorduk ve bir an önce, ben mesela çok içki de içemezdim. İçki içmeyi de çok sevmiyordum. Birisinin masana oturup seni çıkarabilmesi için sana içki ısmarlaması gerekiyor. O içki de pahalı bir içki. Bira atıyorum 5 liraysa o bira 15 lira gibi bir şey. Tam şeyleri doğru veremiyor olabilirim ama… Konsomasyona oturuyorsun. Ben şey yapamazdım, birinin masasına otur, lak lak yap, “canım-cicim, yakışıklım, şahanesin, bir tanesin”, koliye ikna et, paraya anlaş ve götür. Bu prosedürler benim için çok… Ben sokak kızıyım. Ülker kızı olduğum için tip-tak, şey istiyorum hani Action! “Aşkım gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz? Mal bu” falan…O yüzden mesela kulüp patronları beni pek sevmezlerdi çünkü masam olmazdı benim.
Benim ev arkadaşım, başka bir ev arkadaşım vardı Gökçe diye. Gökçe’de bir çene vardı Diyarbakırlı. Bir çene vardı onda, bizim koliden kazandığımız parayı, o yirmi tane masa yapardı böyle bir saat içinde, uçardı. Yirmi tane masa yapardı ve senin sikişerek kazanacağın parayı o bir saatte masalardan bol olarak alırdı. Bu da başka bir yetenek. O da kulüp kızıydı mesela. Gökçe kulüp kızıydı, şeyi sevmezdi. Çalışamazdı bizim gibi çok şey hızlı ve ritimli, sokakta. O da kulüp kızıydı mesela. Süslenir makyaj yapar. O da bir sektör işte. Onun giyimi var kuşamı var, birazcık laf etmeyi bileceksin. Her zaman güzel, çünkü senin gibi genç ve güzel kızlar var, rakiplerin var. Onların arasından seni birilerinin fark etmesi lazım. Bir tür rekabet de barındıran bir meslek bu. Hele hele kulüpteki tarzdaki bir seks işçiliği rekabeti de barındıran bir tarzdı.
Ben çok yapamadım. Yapmadım. Benim şeyime çok uygun değildi. Bir de o kadar çok şey değilim. Erkeklerle, tanımadığın erkeklerle eğer koli yapacaksam o koliyi hemen yapmalıyım ve uzun süre o muhabbet falan tanımadığım insanlarla, bana göre değildi.
Trans kadın kulüpleri dışında Beyoğlu’nda başka hangi kulüpler vardı senin gittiğin aklında kalan o dönemden?
Çok fazla, ya çok git…O zamanlar lubunya olmayan kulüplere çok gitmiyordum. O dönemde sadece tabi. Ama fazla böyle pavyon ve böyle türevi yerler olduğunu hatırlıyorum. Büyük kulüpler de vardı yani. Lalezar malezar vardı bu İstiklal’in girişinde. İstiklal’in girişinde ne hamburgerci var büyük? Terası da var. Orası. Şeydi işte, Burger’ın olduğu yerin, diğer yer, bütün altlarıyla beraber Beyoğlu Lalezar’dı. Tam karşısı Maksim’di yani. Maksim’e gittik bir kere. Bülent’i mi izlemeye, Zeki Müren’i mi izlemeye.
Daha çok aslında şey diyorsun ya o dönem aslında trans kadından daha çok lubunya kulüplerinde yer alıyordun.
Seks işçiliği para getiren bir meslekti. İnanmazsınız şimdi siz, herkesin parası vardı, herkes, yanlış oldu bu cümle, herkes göreceli olarak bir miktar para kazanıyordu. Öyle çok, tabi ki fakirler falan vardı da bugünkü gibi değildi. Bugün lubunyaların yüzde sekseni fakir. Seks işçiliği yapanların, istediği kadar güzel olsun, Barbie olsun, taş bebek olsun fark etmez. Geçen zamanlara göre yani, çünkü seks, kısa seks için para ödemek istemiyor doğal olarak. Seks işçiliği tarihsel miadını dolduruyor, kendiliğinden. Seks çok ulaşılabilir…Tabi ki özel fanteziler, özel beğeniler, özel aktiviteler için tabi ki bir fahişeyle beraber olmak her zaman oldu ve her zaman olacak ama mesela 80’lerdeki kadar… Ülker sokakta biz yüz kızdık ve yüz tane farklı tip vardı yani. Çok güzellerimiz de vardı, geleneksel güzellik kalıplarına uymayacak, bu geleneksel güzellik kalıpları perspektifinden baktığında çok da şahane olmayan arkadaşlarımız da vardı. Yaşlı, tüylü, ne bileyim işte vs. böyle arkadaşlar da vardı. Herkes belirli bir oranda parasını kazanabiliyordu mesela. Fakir, açlık sınırında olan yoktu deyim.
Bir de o dönemden mesela çok büyük bir kulüpten bahsediliyor. 2019, Maslak 2019. Hiç gittin mi ya da duydun mu orasını?
Sen kimle konuştuğunu zannediyorsun ayol. Nasıl gittin mi gitmedin mi? Biz VIP’den alınıyorduk o kulübe, herhâlde. Şimdi Ceylan vardı. Ceylan benim ilk, yani 18 yaşında ilk gittiğim kulüp.
Bizim bir arkadaş grubumuz vardı işte. Şimdi geçen yıllarda vefat etti İbrahim Eren ya bu arada yani. İbrahim Eren’i analım bence. Ben şu anda hala arkadaşlık ettiğim insanları orada tanıdım. Ev oraya ilk gittiğim gün tanıştığım arkadaşlarım şu an hala arkadaşlarım. Başka bir hava vardı o da işte böyle 89 mu 88 mi? Tarihler öyle bir şeyler yani. Ya da 17-18 yaşında falandım yani.
Neyse, Taksim’de bir tane kulüp vardı, 14. Böyle biz hep diyoruz ama şey biz normal orta sınıf ailenin çocuklarıyız. Orası biraz daha bize şey olarak geliyordu kulağımıza böyle. Daha üst sınıfmışçasına böyle daha gece kulübü, ünlüler gidiyor falan. Kapıda güvenlik var, herkesi almıyorlar içeriye falan filan. Neyse biz giyinip süslenip …… hep beraber gittik. Tabi ki içeri alındık. Ceylan’ın kulübü ve içerisi hakikaten kulüp, bir kulüp. Yüksek volümlü müziğin yapıldığı, işte Sedat çalıyor. Bu arada Sedat çalıyor ama yani bu bütün Barış K’lar, DJ UFUK’ler, Murat Uncuoğulları bilmem neleri hepsi oradan çıkmadır. Onların çömez…Yani ben onların çömezliklerini de biliyorum demek istiyorum. Hakikaten hepsi kasetlerle DJ’lik yapılan, kasetleri kalemlerle sarıp işte kaç santimlik orada şarkı, çünkü dinleyerek şarkıyı arama falan filan gibi şeyler yok. Kaset player’dan yapıldığı bir dönemden bahsediyoruz.
Neyse, muhteşemdi yani, ben oraya giderken, hani ayda bir falan gidebiliyorduk, diz kapaklarımın titremişinden ses çıktığını hatırlıyorum heyecandan. Tabi ben de çok gençtim. İlk defa kulübe gidiyorum, kendim gibi olan ve çok yakışıklı çocuklar görüyorsun orada, yani inanılmaz. Dergilerde mergilerde gördüğün tipleri görüyorsun orada ve sana mesela yürüyorlar falan yani. Bu o kesişmenin olduğu benim için ilk yerdi. Birçok arkadaşım için de ilk yerdi orası. Yani o dönemde beraber olduğum.
Kulüp 14’tü mi?
14 ya da Ceylan diye bilinirdi orası. Gidenlerin, müdavimleri tarafından Ceylan denirdi. İşletmecisi de Ceylan’dı. Ceylan, sonra bu tarafında da Yeşim Kabare vardı. İşte Ali Poyrazoğlu orayı aldı. Orası da böyle bir ara marjinal mekân oldu. İşte kabarelerin, Korhan Aydın mıydı, Korhan Abay mıydı? Korhan Abay. Korhan Abay’la kabarelerin yapıldığı, gene işte böyle varlıklı insanların gittiği, gene lubunya hayranlarının gittiği, biraz daha böyle sanatsal şeysi olan bir kabare şovun döndüğü bir yerdi. Ceylan, 14 böyle çok uzun süre götürdü. Çok da güzeldi. Çok da sıkı tuttu orayı yani böyle kamera girmedi. Bir kere orasının basıldığını hatırlıyorum. O da böyle bir kavga çıkmış ve kavga edenlerden birisi bir şey yaptırıyor falan. Ne polis ile ilgili, yani kriminal bir şey görmedi. Drag kulübü de değildi hiçbir zaman. Bunu açık da söyleyebilirim. Ama burası Talimhane’de şu anda yıkılmış olan bir yer. Orayı şimdi size anlatamam. Şimdi orada dönerci ve nargileciler var. Otopark oldu. Elektrik idaresinin orada bir yerdi orası. Bu kadar bir kulüptü bu arada.
Beni ilk götürdüklerinde şöyle oval bir şey var. Oval bir bar var. İçinde barmenler var. Etrafta sandalyeler var. Buradaki bir sandalye diğer sandalyelerinin iki misli büyüklüğünde. Bu ne ayol? dedim. Niye oraya orda kimse oturmuyor? Orası Paşa’nın dediler. Paşa kim dedim? Zeki Müren dediler. Ben ilk gittiğimde görmedim ama bir sonraki gittiğimde Zeki Müren’i orada gördüm. Uzaktan bana gösterdiler. Yanında böyle hakikaten peçeteler var, burada da yüzlük banknotlar var ve sürekli yanında denizci kılıklı böyle çocuklar var. Bibloooooo! Biblo çocuklar ve amcam, ablam sürekli köfte. Sürekli köfte. Baya midem falan bulanmıştı. Midem bulandı ama şundan bulandı. Zeki Müren imajının yıkılması yani. Tabi ki yine salaklık bende. Hani bir ünlüye dair niye bu kadar mana yüklersin ki yani. Ünlü de köfte yapar, ünlü de kolileşir. Ama çocukluk işte herhâlde yani. O iki resim çok çarpmıştı beni yani bir böyle hani falan.
Sonra Ceylan yan dükkânı da satın aldı. Bu arada 14’ün ismi, kapı numarası çünkü 14. Kulübün ismi falan yok. Bir yerde falan yazmıyor yani. 14 deniliyordu ya da Ceylan deniliyordu. Ceylan sonra 19 noyu da aldı. Sonra 20 noyu aldı. İkisini ayrı ayrı yaptı. İşte twenty biraz daha straightlike diyelim. 19’da, 14’ten çıkan herkesin rahatlıkla girebildiği bir kulüptü. İkisi ayrı ayrıydı galiba ilk başta sonra onları içerden birleştirdi. Dünyanın en iyi kulübüydü. İstanbul’da. İstanbul’da elektronik müzik, dans, partileme falan da baş… bunların hepsi beraber, paralel giden şeyler yani. İşte 90’larda ya da 80’lerin sonuna doğru Amerika’da başladıysa işte 90’ların sonuna doğru da İstanbul’a geldi mesele. Ve biz partilemeye başladık. İyi müziğin yapıldığı, güzel müzisyenlerin geldiği, çok tatlı insanların geldiği… yani şimdi extacy’den bahsetmeden gece hayatı anlatmak biraz olmaz. Siz istediğiniz gibi istediğiniz yerleri kırparsınız. Günahı beni boynuma. Ben anlatacağım. O şey dönemi yaşadık.
Hani 2000’lerin başında da bu parti şeyi başladı ya. Adalar, adalara gitme, Solar Beach’in açılmasından bir sene, şimdi Suma Beach olan yerin ben sadece parasız, prestij partilerinin yapıldığı bir dönem vardı İstanbul’da 2000’lerin başında. Onun başlangıcıydı işte bunlar. Yani herkesin iyi geçindiği, şeylerin havalarda uçtuğu, her şeyin havalarda uçtuğu, daha united bir kolektif bir eğlenme anlayışının olduğu ve yarılanıldığı bir dönemdi. Bu çok güzeldi. Bu hani dejenerasyondan veya ne bileyim işte… iyi bir şeyden bahsediyorum. Yani çok güzel eğleniliyordu. Çok yüksekti her şey, herkes. Her şey çok tatlıydı. Sonra yani 96 ya da 95 falandı galiba. Önce radyosu açıldı. Twenty ve 19’dan sonra. Onları birleştirip 2019 gibi yapıyordu ama hala Twenty ve 19’du. Twenty’ydi asıl ünlü olan yer. Neredeyse 14’ün ününü geçiyordu Twenty, Talimhanedeki. Sonra Maslak’ta bir araba mezarlığı buluyor Ceylan ve yani araba mezarlığı, araba mezarlığından sonra yürüyorsun şey duvarları böyle yani hani kovboy filmlerinde böyle vardır ya ağaçtan şöyle şöyle, atlılar geçer içinden. Öyle bir girişi var yani. Merdivenle falan çıkıyorsun yani kuleye. Kulede sana ok verilirse kulübün içine giriyorsun ve muazzam bir kulüp. Muazzam. Muazzam yani. Tabi araba mezarlığının içinde yani her şey, sevişen, öpüşen, takılan, çekişen her şey dönüyordu. Galiba iki ya da üç sene falan sürdü oranın ömrü. Ama yani böyle ilk senesinde hani dünyanın en iyi kulübü falan dendi yani açıldığı sene. Bizim de benim de o zamanlar kulüple, yani kulübe çalışmak için değil para harcamak için gittiğim dönemler artık başlamıştı.
Seks işçiliği ile aram açılmaya başlamıştı. Yani mesleki olarak aram açılmaya başlamıştı. Başka şeyler… Ben İstanbul çocuğuyum. İstanbul’da doğup büyüdüm. Benim de geliş…Seks işçiliği çok güzeldi. Hayatımın hiçbir anında pişmanlık duymadım. Bayıla bayıla yaptım. Çok da iyi yaptım. Çok da eğlendim. Ama benim için eğlencesi bittiği anda meslek de bitti. Benim çünkü 20 yaşında birisi eğlenmek çok daha fazla şey oluyor ya. Yani benim için öyleydi. Eğlenmeliyim, mutlu olmalıyım, mutlu oluyordum.
Ameliyat oldum, ameliyat paramı da o şekilde çıkardım. Ameliyat olduktan sonra o kadar eğlenceli gelmemeye başladı bana. Daha, yani ben seçmek istedim sevişeceğim insanları. Kendi kendime asla ahlaki olmayan, tamamen mekanik dertlerden dolayı seks işçiliği ile aram açılmaya başlamıştı. Kulüplerde para harcayan kişi olmak istiyordum. Kulüplere, istediği kulübe gitmek istiyordum. Kulübe istediğim prezantasyonda gitmek istiyordum falan filan. O da o döneme denk geliyordu işte. Benim gezmeye tozmaya, işte biraz daha kafam iyi olsun da arkadaşlarımı da ben seçeyim de şunla da gideyim de eğleneyim falan filan dediğim bir dönemdi. İstanbul’da da kulüp algısı, elektronik müzik çalan güzel kulüplerin şeysi oluşmaya başlıyordu tam da o dönemde. Benzerleri açılmaya başladı işte. 2000’de de patladı zaten. 2000 de en tepe noktası bence. 2000’de ben Avrupa’ya gitmiştim çalışmak için döndüm. İşte orada çok sevdiğim bir yakınımı kaybettim, vefat etti. Sonra kendime şey tanıdım ben. Ben dedim bir süre partileyeceğim, bir süre eğlenmek istiyorum falan, o beş senemi aldı. Yani 2000-2005 arasını hatırlamıyorum. Çok az resim var 2000 ile 2005 arasına dair. Ama çok gezdim, çok eğlendim.
İlk hatta ilk GB dans ve tekno festivali yapılmıştı. Biz de orada vakıf olarak, Kadın Kapısı olarak partide 3000 kişiye kırmızı kurdele takıp prezervatif dağıtmıştım. Onu çok iyi hatırlıyorum. Elektronik müzik kültürü yerleşmeye başladı. Rave kültürü yerleşmeye başladı. Rave kültürü oluşmaya başladı İstanbul’da. İnanılmaz partiler olmaya başladı ve bu partiler ticari falan değil yani. Biletleri, tabi yani yine bir tanıdığının olması gerekiyor, tanıdığının bunları sana ulaştırması gerekiyor ama biletix miletix yok yani prestij partileri bunlar hani tamamen eğlenmek için insanların bir araya gelmesi. Bildiğin Rave yani. Adalara falan gidiliyordu. Bu yani işte bir kulüp vardı diye adını söylemiyoruz herhâlde kulüplerin. Mini Müzikhol’ün aslı, öncesi Godet’ydi. Ya yazın kapanıyor kulüpler falan adaya parti koydular. Kınalı Ada mı, Burgaz Ada mı? Adanın yarısını kapatmışlar ve yani hayatımın en iyi partisiydi sanıyorum bu parti benim. Bu dönemler mesela benim çok politika ve aktivizm ile ilgilendiğim değil, daha kendimle ilgilendiğim bir dönemdi. Tabi ki Kadın Kapısı’nda çalışıyordum mesela bu partiler olurken falan ama, hizmet veren kişi gibi çalışıyordum diyelim. Aktivizm yapan, politika üreten falan değil daha çok hizmetli gibi çalıştığım bir dönemdi. Kendimle alakalıydım. Kendi dertlerimle ve kafamı… içmekle meşguldüm açıkçası. Partilemekle meşguldüm. İyi ki de yapmışım. Yani beş senemi aldı. Beş sene sonra tamam artık ayılmak istiyorum ben dediğimde… evde yirmi kişi falan yaşıyorduk yani benim evimde. Artık insanlar böyle yatakta, yatağımda yatıyorlar, yatağımın üzerinde sigaralarını söndürmeye falan başladılar. Ben de dünyanın en titiz insanı değilim ama yani yatağın üstünde de sigara sön… “ay gidin hepiniz evimden” diye bir gün böyle şey çıkardım evin içinde. Herkesi kovaladım evden. Sonra başka bir dönem başladı işte benim için. Sonra biraz daha aktivizm, politika üreten, politikanın içine giren, işte, bir şeyler üretmeye çalışan kendimce, ya da dahil olmaya çalışan falan bir hayatım oldu. Kadın Kapısı biraz daha değişti falan.
Evet. Şimdi bir sürü aslında 90’lardaki gece hayatından bahsettik. 2005’e kadar geldik. Şu an sen DJ olarak bir sürü yerde çalıyorsun, bir sürü yere gidiyorsun. Şimdi ne durumda gece hayatı? Yani eskisi kadar çok kulüp var mı? Tekno kültürü, Rave kültürü devam ediyor mu? Yoksa başka bir şey mi çıktı oradan?
İşte bu mesela 2015’te mi saldırmışlardı bize Onur Haftası’nda. 2015 büyük şoktu. Hepimiz için büyük şoktu ve saldırılacağından da haberimiz yoktu. Hatta biz Levent ile, avukatımız Levent ile…ben ilk sıra…biz bayrak taşıyorduk yani meydana bayrağı götüren kişiydik Levent, ben, Efe falan yani birkaç kişi daha ve Levent amirle pazarlık ediyordu. İşte nereyi arasak, hani Emniyet mi, Vali midir? Hani biz kimi arasak. Telefonlar ediliyor falan. Gergin bir durum yok yani pazarlık... Çünkü birkaç defa daha, defalarca Onur Haftası’nın önünü kesmeye çalıştılar sonra açıldı.
Benim asla kötü bir beklentim yokken, biz böyle pazarlık ederken sakin sakin polislerle, bayrak elimizde, dünyanın en büyük bayrağıydı falan. Birdenbire polisler, karşımızda duran polisler birer adım geri gittiler ve bize ateş etmeye başladılar. İnanılır gibi değildi yani, hani. Neyse büyük şoktu. Oraya gelen çoluk, çocuk, çombalak yani sana diyor ki… o seneki tema da “normaldi galiba. “Buradan geçemezsiniz” falan dediler bize birkaç defa. İşte “normal insanlar” …Buradan insanlar geçiyor biz diyoruz “bize niye yolu kapatıyorsun”. Çünkü gökkuşağı şeyimiz var. “Normal insanlar için” onu da duymuşlar. Bize onu böyle bir attılar yani. Orada Onur Haftası’na gelen herkes gayet o polisler kadar normaldi. Yani onların çocukları, onun çocuğu değilse onun komşusunun çocuğuydu, onun doktorunun çocuğuydu, onun öğretmeninin çocuğuydu, bakkalıydı, zartıydı-zurtuydu, neyse ne. Tabi sana o silahı rahatça sıkabilmesi için seni alienated seni yabancılaştırması da gerekiyor ya hani bir taraftan hani gavursun diyor, lutisin diyor, onu diyor bunu diyor. Seni çocuğu gibi görse tabi ki ateş edemez. Bunun farkında herhalde. Büyük şoktu. Ne yapacağımız bilemedik. Ne yöne gideceğimizi bilemedik. Ama hayat işte organik bir şey. Yani hiçbir şey sonsuza dek düz bir çizgide ilerlemiyor.
Faşizm de düz bir çizgide ilerlemiyor. Faşizm de bir noktada kendi eğrisini dolduracak yani. Ben sadece tarih veremem ama kaçınılmaz olarak kendi eğrisinin tepe noktasını tamamlayıp inişe geçecek yani. 2015 ile bugünün arasında da baya şey var. Şimdi şimdi mesela analiz yapabiliriz. Yani 2016’dayken bu analizi yapamazdık ama 2019-2020’lere yaklaştığımızda 2015’ten beri bir beş senelik episode var yani. Baya değişmeye başladı.
İnsan başka şeyler, yani bir kere lubunyalar, baskı ve faşizm arttıkça, kendiliğinden buharlaşan canlılar değil. Lubunyalar yok olmayacaklar ya da kendilerini böyle toprak altına gömüp tekrar yağmur yağana kadar kabuklarının içinde beklemeyecekler falan yani. Herkes hayatına devam ediyor. Kafaları da çalışmaya devam ediyor. Herkes farklı bir şekilde farklı bir ifade etmenin yolunu bulacaktır. Farklı bir araya gelmeler, dernekler üzerinde de baskılar attı. İşte ve ben yani hem fiziki baskılar var hem şey baskılar var işte mahalle baskısı, dini baskı, toplumsal baskı vs. vs. bunların hepsi son aşama bugün görünürlüğün. İşte fiziki saldırıların başladığı son aşaması.
Gece kulüpleri hele hele son bir senede çoğalmaya başladı. Yani şaşırtıcı bir şekilde. Mis sokak kapantı. Mis sokak bitti. Mis sokak da lubunyalara, lubunya attitude’u olan, “lubunya friendly kelimelerini kullanmadığım için attitude lafını kullanıyorum”. Neyse bir sürü mekan var işte Onur Haftası’nda bizi içeri alıp kapıları, polise de kapıyı açmadığı için hala davası süren mekanlar var mesela. Hani böyle onurlu, dik durabilmiş, tavrını koyabilmiş mekanlar vardı orası da bitti. Bitti ama şimdi başka türlü kulüpler açılıyor. Şimdi kulüpler açılıyor. İşte benim ilk takıldığım, ilk içki içtiğim kulüplerden bir tanesi Indigo’ydu. Indigo şimdi Deniz’imiz aldı orayı. Deniz Leyla Teras’ın Deniz’i. Mis sokağı terk etti. Ziba’ya geçti ilk geçtiğinde. Ziba böyle biraz daha kafe, daha lounge, gece 2’de kapanan falan bir yerken şimdi Indigo’yu aldı. Indigo bildiğin kulüp yani. Ve orayı da değiştirdi. Şimdi Indigo bizim zamanımızda elektronik müzik ve sadece elektronik müzik yapılan bir mekanken şimdi “çok ses çok renk” dedi. İsmini koydu. Logosunu Mısırlı Apartmanı yaptı. Herkes çıkıyor. Dudakların Cengi’nden tut Kürt gruplarına kadar yani böyle inanılmaz bir skalası var. Müzik de böyle bir şey bence. Hani tekno çok güzel techno’yu çok seviyoruz. İçki içip techno’da dans etmeyi çok seviyoruz ama başka bir sürü güzel şey daha var. Hepsi de bence bir arada olmalı, olabilir ve tadılmalı yani. Şimdi böyle bir şey var. Böyle bir gelişme var.
Onur Haftası geçen sene, prepride’lar iki tane üç tane olurdu normalde hani Onur Haftası’na ısınalım, biraz da bütçemiz olsun falan filan gibisinden… 2018 yılında 9 tane prepride yaptılar. Biz “bunu maddi kaygından mı böyle yapıyorsunuz” falan dediğimizde, “yooo insanlar gelip dolduruyorlar çünkü partileri” dediler. “Partiler dolduğu sürece de biz partiler yapmaya devam edeceğiz” dediler. Biz de “go on” dedik. Ben de o partilerin ikisinde üçünde falan da ben de çalmışımdır yani. Onur Haftası partileri dünyanın en iyi partileridir nokta! bence.
Çünkü hala insanların coşku ile bir araya, yani her Onur Haftası ya da prepride partisinde minik bir Onur Haftası yaşanıyor. Yani zaten insanların pride, pride da o değil midir? Pride’ın içinde biraz bunun görünürlük kısmı da var. Biz burada kendi kendimize görünüyoruz. Ama bir birbirini güçlendirmekse en şahanesi yapılıyor yani o partilerde.
Güvenli ortam, şimdi çok tartışılıyor güvenli ortam, güvenli ortam, güvenli ortam oluşturmak falan diye. Geçen bir metin yayınladılar işte. Hatta içinde DJ’lere dair de çok güzel birkaç madde vardı. Yani böyle duygularıma, tercüman oldular işte. Bir tanesi de işte partilerimizde müzikal çeşitliliğe çok önem veriyoruz, senin de mutlak çok hoşlanacağım müziklerin çalınacağı bir parti olacaktır ama lütfen hani DJ’leri darlamayın. Gidip şarkı istemeyin. O da kendi uygun gördüğü şeyleri çalıyor falan. Yıkılıyor, yıkılıyor. Yani bu sadece bir maddesi. Taciz tecavüze dair, tecavüz değil de tacize dair. İşte birisine hani dokunabiliriz, soyunabilir birisi. Herkes soyunabilir. Her şey ok. Bu senin gidip onu mıncıklayabileceğin anlamına gelmiyor. Birisinin rızasını almak esastır. Rızayı da inşa etmeye kalkma falan filan. Yıkılıyor. Bu da buna dönüşmeye başladı şimdi bence. Şimdi de başka bir yılın içindeyiz.
Bir değişimin bir dönüşümün biz de içindeyiz. Kimsenin buharlaştığı falan yok, kimsenin bir yere gittiği yok, kimse ne yapıyorsa onu da bırakmış falan da değil, herkes ne yapıyorduysa da onu yapmaya devam ediyor. Daha usturuplu devam ediyoruz, daha işte… biliyorsun benim evime şey geldi yani. Organize Suçlar Terörle Mücadele’den benim evime nasıl kâğıt gelir! Nasıl kâğıt gelir! Ya o kadar yani kendi kendini bir devlet neyse, neyse…bu kadar yani komik duruma nasıl düşer yani. “Aldık ama dağıl dedik biz onlara, onlar dağıldılar, biz yine de aldık onları” aynen böyle yazıyor. “Biz onları yine de aldık, Kovuşturma: Kovuşturmaya gerek olmadığına karar verdik”. What the fuck! What the fuck! demezler mi adama. Ama işte mesela benim evime Terörle Mücadele ve Organize Suçlar gibi bir yerden “Teşekkür” e dair bir kâğıt bile gelmemeliydi. Ben öyle bir vatandaş ya da öyle birisi değilim. Ya da yani öyle birisi değilim demeyeyim de hiç kimse öyle birisi değil de… Bu bile işte fişleme mi dersin, işte korkutma mı dersin ya da peşini bırakma mı dersin. Ne dersen de yani orada beş kişiydik ya, beş kişiye, yürüyen birisine sen Terörle Mücadele ve Organize Suçlar’dan kâğıt gönderemezsin. O zaman hakikaten insanlar senin meşruiyetini sorgularlar, yani.
Etiketler: insan hakları, yaşam, tarihimizden