06/11/2020 | Yazar: Yıldız Tar

Bir taraf; sansüre uğradığını duyurmak, sansüre uğramamak için yollar geliştirmek istiyor. Diğer tarafsa, bugüne kadar yaptıklarını düşündüğümüzde aslında belki bir soluklansa ifade özgürlüğünü güçlendirmek için adımlar atabilecekken bu eleştirilerin yoğunluğu altında eziliyor.

Şugariyet ve madilik Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

SPoD’un Şugariyet Ödülleri’nde adaylar dün açıklandı. Daha önce yapılan bir anketle toplanan isimlerden -bildiğimiz kadarıyla- en çok aday gösterilenlerin jürinin de değerlendirmesiyle aday gösterilmesi, ardından bu sefer aday olanların ilan edilerek tekrar oylanmasıyla ilerleyen bir süreç var. Bu sene ikincisi yapılan ve geçen sene yola çıkarken bana kalırsa dayanışmayı güçlendirmek için önemli bir adım atan Şugariyet Ödülleri’nin çağrısında şöyle deniliyordu:

“Hormonlu domatesler fırlattık diye kolumuz yorulmadı ama birbirimizin emeklerini görüp takdir etmeye bir o kadar zaman ayıramadık. Seneler boyu pek çok arkadaşımız, yoldaşımız belki bu yüzden emeklerinin yeterince görülmediği ve takdir edilmediği için alındı, aramızdan uzaklaştı.

“Biz bu yüzden artık birbirimizi madiliklerle yermekten arta kalan zamanlarımızda, durup biraz da birbirimizin emeklerini görüp takdir etmeye zaman ayırmak istiyoruz. Aslında çevremizde o kadar çok başarı ve -biraz daha üzerinde durup düşünsek- o kadar çok güçlendirici hikaye var ki, her türlü sömürü sisteminin üstümüze üstümüze gelip durmasından bu hikayeleri durup dinlemeye vakit bulamadığımızı fark ediyoruz.”

Bu sene yeniden yapılacak. Şugariyet Ödülleri ekibi, jüride olması için çeşitli alanlardan LGBTİ+ aktivistlerini davet etti. Geçen seneden farklı olarak bu yıl SPoD, jüri üyelerini de ayrı ayrı duyurmak istedi. Bu isteğin sebebini bilmiyorum, bana kalırsa jürinin sembolik bir yerde durması daha mantıklı ama bu düşüncelerimi anlamsızlaştıran bir süreçle karşılaştık hareket olarak.

Jüri olarak davet edilen beş kişi jürilikten ayrıldıklarını kamuoyu ile paylaştı. Deniz Gedizlioğlu, İlksen Gürsoy, Pınar Karabağ, Şevval Kılıç ve Emre Özfetiş imzasıyla yayınlanan metinde jüriden ayrılma gerekçesi olarak, Emre’nin özgeçmişinde “yoğunluğunu arttıran savaş” demesi, bunun üzerine Emre’nin jürilikten ayrılmasına kadar giden bir süreç anlatılıyor. Kamuya açık bir şekilde paylaşıldığı için bu açıklamanın tamamını yazıya ekliyorum.

sugariyet-ve-madilik-1 

İlerleyen süreçte yaşananlara gelmeden önce kafamı karıştıran bir konudan bahsetmek istiyorum. Şugariyet ve gullüm için yapılan bir organizasyonun bu kadar kurumsal olmasına gerek var mıydı? Adeta ABD seçimlerini andıran bir süreç, jüriler, jüri olmaya SPoD’un yüklediği anlamlar, jüri olmaya jürinin yüklediği anlamlar, jüri olmaya bizim yüklediğimiz anlamlar, ardından çifte oylamalar… Muhtemelen SPoD’taki arkadaşlar, süreci olabildiğince demokratik, insanların katılacağı bir düzleme taşımak istediler. Ancak bana kalırsa şugarlık için biraz kurumsallıkla mesafelenmek, ödül verme meselesinin kendisiyle dalga geçmek, kendimize gülebilmek, ödülleri belki de küründen vermek gerekiyor. Öyle olmadığında kendi hikayeni anlatabilme zeminlerimiz de kayabiliyor. Bir kurumun kurumsallığından da biraz böyle bir işe kalkıştığında esneyebilme becerisi gösterecek bir kurguyu baştan örmesini de anlıyorum.

Bunlar geçen seneki törenle ilgili aklımdan geçenlerdi. Bu sene ise kamuoyuna açık yukarıdaki metin ve ardından SPoD’un şurada linkli metniyle birlikte başka bir tartışma daha gündemimize girdi. Sosyal medyada en son baktığımda ikiye bölünmüş bir halde bir kısım töreni boykot etmeyi, bir kısımsa ödül töreninin yapılması gerektiğini söylüyordu. Hareketimizde şugarlığı değil madiliği ödüllendirmeyi sevdiğimizden madilik rüzgarlarımız halk oylamasıyla aday gösterilen kişilere kadar ulaştı. (Bunu yazarken biraz ikiyüzlüce de davranıyorum namlı madilerden biri olarak)

Bu kadar girizgahtan sonra kafamdaki soruları yazmak, istifa eden jüri üyelerinin güç almak için birlikte kafa yormak önerilerine kendimce birkaç katkı sunmak istiyorum.

En baştan söylemem gerek: Bana kalırsa SPoD’taki arkadaşlar bu süreci pek de iyi yürütememiş. Kendi kaygılarını, endişelerini aktarmakta zorlanmışlar, bu zorlanmışlık neticesinde de şu an yine duygusal yıkımları yaşadığımız bir yerdeyiz. Konuşmakta zorlanıyoruz. Bir taraf; sansüre uğradığını duyurmak, sansüre uğramamak için yollar geliştirmek istiyor. Diğer tarafsa, bugüne kadar yaptıklarını düşündüğümüzde aslında belki bir soluklansa ifade özgürlüğünü güçlendirmek için adımlar atabilecekken bu eleştirilerin yoğunluğu altında eziliyor.

Şunu unutmamak gerek; savaş coğrafyamızın olağanlaştırılmaya çalışılan bir gerçeği. Bu gerçeğin altında bazılarımız daha az, bazılarımız daha fazla eziliyoruz ama bu bir gerçek. Kendisini her yere dayatıyor. Kimilerini katlediyor, kimilerini ise bunun üzerinden hizaya sokuyor. Bu gerçeği etkinliklerimizde dillendirebilmek de bu gerçeği değiştirebilmek için önemli bir başlangıç.

Ancak savaş karşıtları üzerindeki baskının devasa arttığı, insanların barış istiyoruz tweetleri attığı için dahi gözaltına alındığı, davaların açıldığı bir yerde; özellikle son yıllarda çok daha fazla devletin gözünü üzerinde hisseden, hissetmekten öte çeşitli yaptırımlarla karşılaşan bir LGBTİ+ derneğinin de çekincelerine hak vermesem de anlıyorum sanırım. Korku önemli bir silah. Hepimizin üzerinde geziniyor. Bu korkunun ve endişenin yarattığı bu sonuç cidden çok üzücü. Bu korku ve endişe iklimi bir LGBTİ+ derneğinin belki normalde yapmayacağı bir şekilde davranıp “savaş” kelimesine yer vermekten imtina etmesine yol açıyor. Bu, ilk de değil. Türkiye’deki her insan hakları, kadın, feminist, LGBTİ+ örgütü siyasi söylemlerini değiştirmek zorunda kaldı. Biraz daha kısık sesle konuşmaya başladı. OHAL’in hayatlarımıza tuttuğu ayna bu oldu. Konuşmadan önce beş kere tartmak zorunda kalmak…

Jüri ile hangi düzlemde nasıl iletişim kuruldu bilmiyorum ama kendi adıma bir LGBTİ+ örgütünü boykot etmek istemiyorum. İyi de hissettirmiyor. Emre’nin sözünün sansürlenmesi, SPoD’un kendini de sansürlemesi bence. Ve SPoD’a kendisini sansürlemesini gerekli gördüren düzen tam da içinde yaşadığımız düzen. Bir yandan da başına bir iş geldiğince yalnız kalacağını bilmesi… (bkz: Kaos’a IŞİD tehdidi) Bu düzeni değiştirmek içinse istifa eden jüri üyelerinin çağrısını kıymetli buluyorum. Birlikte kafa yormak…

Boykot etmek isteyenlere, edenlere diyecek bir sözüm yok. Herkesin mücadele yöntemi kendisine göre şekillenir. Ben kendi adıma boykot etmek yerine, SPoD’taki yoldaşlarımıza savaşı ve savaş karşıtı mücadeleyi bu etkinlikte dillendirmenin hiç mi yolu yoktur diye sormayı tercih ediyorum. En başta kimseyi kaybetmeyelim diye yola çıkmışken maalesef kaybedilenler olmuş. Bunun telafisi için adım atmak, bu ödül töreni öncesi tüm bu yaşananları tartışmak için bir çağrı yapmaya, hem kendi endişelerinizi anlatmaya hem de tepkileri, eleştirileri dinlemeye ne dersiniz? Şugarlık olmaz mı?

Bir yandan da bu meseleden bağımsız aday gösterilmeden önce kimse sormadı aday olmak ister misiniz diye. Halkoyundan çıkanlara belki önden haber verip onay almak iyi olurdu. Gullüm kategorisinde aday gösterilmiş biri olarak bu etkinliğin şu aşamada gullümü kalmadığını düşünüyorum. Kendim aday olmadığım bir yerden de çekilmek pek bir manasız geliyor. Adım orda kalsa ne, kalmasa ne? Gullümü kaçmış bir şugariyetten ancak madilik çıkıyor. Bu meselede ortayolcu olmaktan da mutluyum. Taraflardan kimse düşmanım değil, hiçbirine de düşmanım gibi madilik yapmak istemem. Umarım tartışma zemini kurulur…

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


Etiketler: yaşam
İstihdam