21/01/2011 | Yazar: Umut Altunöz

Eşcinselliğin psikiyatrik bir bozukluk olmadığını belirtmeme gerek olmasa da son aylardaki spekülatif tavırların bir gereği mi bilmiyorum yazıma ‘’eşcinsellik psikiyatrik/tıbbi bir bo

Eşcinselliğin psikiyatrik bir bozukluk olmadığını belirtmeme gerek olmasa da son aylardaki spekülatif tavırların bir gereği mi bilmiyorum yazıma ‘’eşcinsellik psikiyatrik/tıbbi bir bozukluk değildir’’ diyerek başlama ihtiyacı hissettim. Tanımlar-tanımlamalar-kavramlar ve keskin sınırlar içerisinde düşünmeye itildiğimizin farkındalığı aslında birçok noktayı açımlamaya ivmeleyecektir bizi.
 
Cinsel yönelim kategorize edilebilir mi? Eşcinsel ya da karşıtcinsel terimleri cinsel yönelimi anlatmak ve anlamak için yeterli midir? Yapılan araştırmalar gözden geçirildiğinde insan cinsel yöneliminin bir kategori olarak düşünülmesinden çok boyutsal olarak düşünülmesinin daha anlamlı olacağı görülmektedir. Yani kendini karşıtcinsel olarak tanımlayan bir kişi birçok defa aynı cinsiyette biri ile sevişmiş olabilir, bunun tersi de doğrudur. Eşcinsellik ile karşıtcinsellik arasında keskin bir sınır bulunmamaktadır. Bizi böyle sert ve belirlenmiş kategoriler ile düşünmeye iten olgu insanoğlunun getirdiği ırkçı düşünce ve uygulamaların bir uzantısı olarak görülebilir kanımca. Zencilerin ayrımcılığa uğradığı bir bölgede, siyah bir anne ve beyaz bir babadan doğan zenci bir çocuk daha fazla beyaz akrabası olmasına rağmen ayrımcılığa maruz kalmaktan kaçamayacaktır. Gey/ lezbiyen terimleri ise büyük bir eşcinsel çoğunluğun kendi cinsel yönelimleri ve genel karşıtcinsel kültüre karşı bir alternatif duruş sergileme biçimlerinin ifadesidir.
 
İnsan cinsel yöneliminin çeşitliliği ve oldukça kaygan olan zeminine rağmen birçok kişi kendini diğerlerine karşıtcinsel veya eşcinsel olarak tanımlamakta ve tanıtmaktadır. Diğerleri kimdir? Diğerleri; mensubiyet içinde bulundurduğu kişilerin cinsel yönelimi ile oldukça ilgili olan kurum, kuruluş ve her an damgalamaya, ayrımcılığa hazırlanmış toplumsal yapılardır. Askeri, dini, sosyal ve eğitim alanındaki birçok yapı içeriğindeki tuğlalardan birinin eşcinsel olup olmadığı ile yoğun olarak ilgilenmekte ve bu ortaya çıktığı zaman söz konusu kişinin marjinalize edilmesi, damgalanması ve bir şekilde icabına bakılma yöntemlerinin aranması ile halen uğraşmaktadır.
 
Yapılan epidemiyolojik çalışmalarda (ABD verileri) erkeklerin ortalama %10’unun, kadınların ise ortalama %5’inin ergenlikten beri eşcinsel ilişkileri olduğunu, ortalama %5’inin ise 18 yaşından beri eşcinsel ilişkileri olduğunu göstermiştir. Cinsel yönelime boyutsal olarak yaklaşan Kinsey’in çalışmalarında (0-6 skalası) popülasyondaki yaşam boyu eşcinsellik yaygınlığı %10 dolaylarında bulunmuştur. Çalışma deseni, güvenilirliği vs. nasıl olursa olsun çıkarılması gereken çok büyük bir sonuç vardır. Kendini eşcinsel olarak tanımlayan birey sayısı hiç de az değildir ve sosyal devlet olma iddiasında olan her ülkenin bu bireylere karşı olan her alandaki ayrımcılıkla ilgili baş etme yollarını geliştirmesi gerekmektedir.
 
Eşcinselliğe neden olabilecek durumları açıklamaya çalışan araştırmalarda biyolojik ya da psikolojik belirgin bir farklılık veya neden olan etmen kesin olarak gösterilememiştir. Sosyal çevrenin ise cinsel yönelimin açımlanması ile ilgili oldukça önemli bir yeri vardır. Eşcinsel bireyler kendi içsel farkındalıklarının kesinleşmesinin ardından bir açılma (coming out) sürecine girerler. Bu süreçte sosyal çevre ülkemizde çoğu zaman kabul edici ve anlayışlı olmaktan oldukça uzaktır. Açılma döneminin duygusal yükü ve her türlü zorluğu ile baş eden birey, bir de sosyal zorluklar eklenince yoğun bir bunaltı ile baş başa kalabilir.
 
Türkiye’de eşcinsel bireylere yönelen sosyal damgalanma ve ayrımcılığın oldukça aktif olduğunu görmekteyiz. En kötüsü de bu topraklarda eşcinsel ve transseksüel bireylere duyulan antipatinin bir ürünü olan yaralamalar ve nefret cinayetlerinin sıkça görülmesidir. Bu noktada homofobiye değinmek gerekmektedir. Bazı insanlar eşcinsel insanların yanında veya eşcinsellikle ilgili konular ile uğraşırken kendilerini rahatsız ve bunaltılı hissetmektedirler. Bu nedenle eşcinsellerden ve onlarla ilgili konulardan kaçınmaktadırlar. Bu kaçınma bunaltıyı azalttığından davranışsal anlamda pekişir. Pekişen bu davranış eşcinsel bireylerin marjinalize edilmesine ve damgalanmasına, hatta dehümanize edilmesine dek gidebilecek süreçlere maruz kalmalarına neden olmaktadır. 
 
Psikiyatrik açıdan bakarsak eşcinselliğin kendisi psikiyatrik bir bozukluk değildir fakat psikiyatrlar eşcinsel bireylerin duygusal iyilik hali için katkıda bulunmak durumundadırlar. Herkes gibi eşcinsel bireylerde de her türlü psikiyatrik bozukluk gelişebilir; çeşitli ilişki, uyum ve kişisel problemler yaşayabilirler. Sadece cinsel yönelimlerinden dolayı toplumsal anlamda mağdur edilebilir ve travma sonrası stres bozukluğu gibi rahatsızlıklar geliştirebilirler. Eşcinsellik, psikopatoloji ve intihar ile ilgili çalışmalara göz atıldığı zaman eşcinsel bireylerin intihara olan yatkınlığı, bunaltı bozuklukları ve depresyon oranları yüksek olarak bulunmuştur. Özellikle de genç erkek eşcinsellerin daha riskli bir sınıf oluşturduğu imlenmektedir.
 
Bir psikiyatr eşcinsellik ve eşcinsel kültür ile ilgili iyi bir donanıma sahip olmalıdır. Özellikle açılma dönemindeki genç erişkinler başta aile sorunları olmak üzere birçok sorunla başa çıkmak durumunda olabilmektedirler. Bu gençlerin aileleri ile yapılabilecek bilgilendirici ve destekleyici aile görüşmeleri hem aile hem de genç birey için çok faydalı olabilmektedir. Bazı genç erişkinler tam olarak oturmuş bir cinsel yönelime sahip olmayabilirler. Destekleyici ve araştırıcı bir psikoterapi bu noktada devreye girebilir. Sosyal damgalanma ve örselenmeler yaşayan eşcinsel birey bu duruma bağlı olarak birçok uyum bozukluğu da geliştirebilmekte ve yardım arayabilmektedir.
 
Sağlık alanında çalışan kişilerin özellikle psikiyatristlerin eşcinsel bireyler başvurduğunda kabullenici ve destekleyici olması esastır. Bazı eşcinsel bireyler en küçük bir homofobik tutuma karşı haklı olarak oldukça hassas olabilmektedirler. Ruh sağlığı profesyonelinin bu görüşme teknikleri üzerine düşünmesi ve eğitilmesi gerekmektedir. Birçok hekim kendisine eşcinsel bir birey başvurduğunda veya böyle bir konu ile ilgili konuşmak zorunda kaldığında kaygılanabilmektedir. Bu kaygı dolayısı ile hem eşcinsel bireylerden hem de cinselliğin bu kısmının konuşulmasından kaçınma ile sonuçlanmaktadır. Bu olumsuz duygu ve davranışların üstesinden gelmek ancak bu kaygı ve kaçınmaların farkındalığından geçer. Hekimin kendini bu konuda devamlı sorgulaması ve eşcinsel bireylerle devamlı klinik bağlantısını koruması, bu kaygının çözülmesini ve her türlü cinsel yönelime bir klinisyen olarak eşit mesafede durabilmesini sağlar. Bu nedenle tıp fakültelerinin ve psikiyatri ihtisası müfredatlarının eşcinsellik ve eşcinsel bireyler ile klinik ilişki anlamında standardize ve daha yeterli bir eğitim programı içeriğine sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum.
 
Ötekileştirmeden de birey olmayı öğrenebilmiş, başkalarının sunduğu kimlik kartlarını takmaktansa kendi içindeki özgün yolun izinde bireylerin oluşturduğu bir toplumun özlemiyle… Çok yol olsa da…

Dr. Umut Altunöz
Psikiyatri Araştırma Görevlisi, A.Ü. Tıp Fakültesi


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam