29/07/2024 | Yazar: Yıldız Tar

Tarihten Gizlenmeyenler’de Yasemin Öz’ün 30 yılına tanıklık ediyoruz. Öz'ün Ankara’ya gelişi ve Ankara’nın ona getirdikleriyle Kaos GL ile tanışma bölümündeyiz.

Yasemin Öz: “90’lar toplumsal hareketlerin 80 darbesinden sonra sokağa açılma, hak arama, örgütlenme haline yeni geçtiği dönemler” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayınlayan Kaos GL Dergisi 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadele tanıklık edenlerin tanıklıklarına sizinle paylaşmaya karar verdik. 

Tarihten Gizlenmeyenler’de Yasemin Öz’ün 30 yılına tanıklık ediyoruz. Yasemin Öz’ün yayınlanan birinci bölümünde Ege şehirlerinden Zonguldak’a ve yatılı okul sürecine uzanan hikayesine tanıklık ettik. Şimdi ise Ankara’ya gelişi ve Ankara’nın ona getirdikleriyle Kaos GL ile tanışma bölümündeyiz.

Çocukluktan gençliğe geçişe baktığında genel olarak bize neler söylemek istersin?

Dünyayı toptan bir anda değiştiremeyiz ama değiştirmek için iyi adımlar atmaya devam ettiğimizi düşünüyorum, çocukluğum kısmı böyle. Sonra benim on sekiz yaş ve üniversiteye girmem tabi ki hayatımda çok büyük bir değişiklik yaptı. Bir kere o küçük muhafazakâr rol modellerin olmadığı, farklı yaşam biçimlerinin olmadığı şehirlerden alternatif yaşam biçimlerinin olduğu, işte anarşistlerin olduğu, kolektif yaşamların olduğu, işte feministlerin olduğu işte evlenmeyen kadınların...

Bizim yaşadığımız şehirlerde biz çocukken bir kadın araba kullandığında “bir kadın araba kullanıyor” diye biz bile şaşkınlıkla bakardık, ... Hayranlıkla, araba kullanıyor. Bunların çok sıradan olduğu yerlere geçebilmek bile başlı başına bir ufuk değiştirmene, kendini daha iyi hissetmene daha rahat hissetmene sebep oluyor. Ve üniversite benim için şöyle de bir avantajdı.

Hukuk Fakültesi çok isteyerek girdiğim bir yer değildi, onun da çok bocalamasını yaşamıştım, uyum sağlama, çok sistemin içinde bir şey hukuk birden ona geçmek.  Sistemin dışına çıkmak isterken hukuk gibi sistemin duvarına çarpmak, sevimsiz bir okulda okumak, kasvetli bir okulda okumak.  Benim dönemimde döpiyesle, takım elbiseyle evrak çantasıyla okula gelen öğrenciler vardı. Bana çok değişik gelirdi, şimdiden avukat olmuşlardı. Ben hiç kendimi herhangi bir zamanda avukat gibi hayal edemiyordum. Ben böyle çok anarşist bir hayat sürmek istiyordum ama para kazanmadan süremeyeceğimi biliyordum. Ama tam da öyle bir ortamın içine girme şansım oldu, belki kalben çekildim, belki şansım yaver gitti, belki de öyle istediğim için okulda döpiyeslerle gezenlere değil nadir de olsa uzun saç bırakanların yanına gitmeyi tercih ettim, bilmiyorum. Çok entelektüel bir ortamın içine girme şansım oldu.  Hayatı çok sorgulayan, politik şeylerle uğraşan, ama böyle örgütsel boyutuyla değil de işte anarşizm, feminizm, o dönemin tartışma yaratan kitaplarını okumak, filmlerini izlemek, müziklerini dinlemek. İşte heavy metal, rock, alternatif düşünce tarzları. Bütün bunları yaşama şansım oldu. O zaman biraz üniversiteyi bitirip de evlenmek dışında bir seçeneğim olmadığı korkusundan kurtulma şansım oldu. Ve benim ailem hiçbir zaman zaten ben çocukken bile “sen evlenme” derlerdi bana, benim bir evlilik götüremeyeceğim çocukken de belliydi. Bu kalıbın insanı olmadığım belliydi ve hiçbir şekilde ailemden bu anlamda hiçbir zaman baskı görmedim. Niyet etmişlerdir bizim kızımız da evlensin, çocuğu olsun elbette. Bu niyet, özellikle annelerde hiç kesilmez ama bu yönde hiçbir zorlanma yaşamadım, pek çok kadından çok çok şanslı, demokrat, ilerici, rahat sorgulayan bir ailede yaşadığım için.

Üniversitedeyken işte benim hayatımda başıma gelen iki iyi şey vardır. İlk senemde. Biri Murathan Mungan. Ben Murathan Mungan’ı Yeni Türkü’nün şarkı sözü yazarı sanıyordum üniversiteye gelmeden. Bir kitapçıya gittim bir arkadaşımla. Üniversitede aynı yurtta tanıştığım. Bunlar hep dediğim gibi böyle entelektüel şeylere kafa yoran öğrenciler o zaman. Orada Murathan Mungan’ın bir şiir kitabını gördüm. Ben dedim “aaa şiir mi yazıyormuş, şiir de mi yazıyormuş” bilmiyorum şair olduğunu. O derece bir taşralıyım. Evet falan dedi, kitaplarına baktım. Sonra bir Yaz Geçer kitabı kapağı mavi diye, ya ben mavi rengi çok sevdiğim için, kapak tasarımından onu karıştırmaya başladım. İyi ki de o kitabı elime almışım. Bildiğiniz şiirin, ilk şiirin, Yalnız Bir Opera’nın neredeyse tamamını kitapçıda okudum ben bir güzel. Kitap karıştırıyorum diye... Ya çarpıldım çünkü böyle şiir sanki benim yaşadıklarımı anlatıyor, bir kadına duyduğum aşkı anlatıyor, çok özdeşleştirdim. Nasıl bu kadar derin yazabilir bir erkek diye düşünüyorum falan. Sonra arkadaşım orda böyle sohbet de ediyoruz böyle şiir üzerine, bunları anlatıyorum. Dedi ki “Murathan Mungan eşcinsel”. Ben böyle gözlerim dört açıldı, “nasıl” dedim " bunu söylüyor mu?”. “Evet” dedi “söylüyor”. Ben böyle ... Vahiy inmiş gibi hissettim bana. Eşcinsel olan, bunu yüksek sesle söyleyen, şarkıcı olmayan birini duymuşum hayatımda ilk defa. O kadar çarptı ki beni, tabi kitabı aldım. Sonra hep Murathan Mungan okumaya başladım. Bir yıl boyunca sanıyorum o zamana kadar çıkarmış olduğu bütün kitapları satın alıp okudum. Ve arkadaşlarımla konuşmaya başladım falan. Ve o dönem tanıştığım bir arkadaşımın zaman içerisinde ya eşcinsel olabileceğini düşünmeye başladım, gey olabileceğini. Bunu ona soruyordum ama asla bana cevap vermiyordu “ya bu konuda konuşmak istemiyorum” falan diyordu. Aslında bu da bir cevap da. Yine de konuşmanın devamını getiremediğin için işte eşcinsel ama konuşmaya devam edemiyorsun ama “sen ne istersen anlat bana” diyordu. Ben de anlatıyordum işte bir kıza âşık oldum şiir yazdım, ağlıyorum, üzülüyorum falan böyle şeyler. Ondan sonra...

Bu arada artık biliyorum ben kadınlara âşık oluyorum kadın da olabilirim, erkek olmama gerek yok, artık bunu kavradım. O zaman nasıl kavradığımı bilmiyorum.  Sanırım o on altı yaşımdaki kitaptan sonra... Ve sonra işte on sekiz yaşımda ilk defa kadınlarla yakınlaşmalar yaşadım üniversite ortamı... Ama bunu tabi özellikle yurtta hiçbir şekilde tasvip edilmediği, rahatsız olunduğu falan. Ama bir yandan da böyle insanların bana öcüymüş gibi davranmadığı, selamı sabahı kesmediği yine böyle bir arkadaş grubum tarafından çok sevilen, dayanışma gösterilen, kabul gören falan bir insanım bir taraftan ama bir tarafım hep bir korku tedirginlik içerisinde. Büyük bir kaygı taşıyorum. İlk üniversite yıllarım böyle geçti. Ben 92 girişliyim üniversiteye. 94 yılında da Kaos GL ilk dergisini çıkarmış. Bu arada benim bir türlü bana eşcinsel olduğunu söylemeyen arkadaşım da dergi yayınlanınca Dost Kitabevi’nde veya işte bilmiyorum o zaman şey... İmge vardı, birinde görüp almış. Ha bu arada biz Leman’ı falan okuyoruz, her hafta Leman alıyoruz. Leman’da işte böyle... Mektup... Okur mektupları köşesine eşcinsellerin bir mektubu yayımlanmıştı galiba.

Genel olarak o dönemlerde bu Ankara’nın Türkiye’nin... Nasıl bir ülkeydi, nasıl bir şehirdi Ankara’da okumak, o dönemlerin politik yapısı, siyasi yapısı, nasıldı Ankara’da yaşamak, öğrenci olmak?

Bana her zaman Ankara’da yaşamak dünyanın en güzel seçeneklerinden biri gibi geliyor. O zaman da Ankara bana çok iyi geliyordu, ben ki İstanbul’da okumak istiyordum, tercihlerimin ağırlığı hep İstanbul’daydı. Ona rağmen Ankara’da olmak... Ben hemen böyle entelektüel tartışmaların döndüğü bir ortama kavuşabildiğim için galiba bana çok aradığım bir şeyi bulmuşum hissi vermişti.

90’ların başı Türkiye’de bir yandan faili meçhullerin, şiddetli çatışma ortamının olduğu, faşizmin de aynı zamanda... Bir takım hak ve özgürlüklerin de şu anki seviyede olmasa da yavaş yavaş 80 darbesinden sonra yeni yeni biz kendimize gelip ben zaten çocuktum da toplumsal hareketlerin de 80 darbesinden sonra sokağa açılma, hak arama, örgütlenme haline yeni geçtiği dönemler.  toplumun da bir arayış ve yeniden sivil toplumun da yeniden bir inşa, örgütlenmenin de yeniden bir inşa dönemi. Şöyle bizim okulda öğrenci derneği vardı ve ağırlıkla solculardan ve muhaliflerden oluşan. Ben hiçbir zaman dernek üyesi değildim ama her zaman o dernek çevresindendi arkadaşlarım ve bizim okul böyle çok büyük bir okul olduğu için çok büyük de bir kantinimiz vardı kantin bölüm bölümdü. Dil-Tarih gibiydi bizde de. Bir bölüm işte sağcıların, ufak bir bölüm onlarındı. İşte bir bölüm Atatürkçülerin. Büyük ve iç kısımda kalan solcuların bölümü. Ve ben kantine ilk girdiğimde hiç bilmeden o büyük bölüme solcuların bölümüne gitmişim çünkü muhtemelen sandalyelerde oturan tiplere bakıp en paçozlar nerede onu bulmuşumdur böyle en aykırı, üniversite öğrencisi gibi görünen tiplerin olduğu bölüme girmişim herhalde. Ondan sonra... Ve o dönemler 1 Mayısların yeniden yapılabildiği, ama işte polis müdahalelerinin olduğu dönemlerdi.  Bizim o dönem aslında çok hatırlanır bir eylem bu, harç protestosu harçların zammına yönelik YÖK’e bir protesto eylemi düzenlenmişti, öğrenci eylemi Kızılay’da ve o eylemde bize polis saldırmıştı. TOMA’larla su sıktılar, copladılar, gözaltılar yaptılar ve dizlerimin bağı çözülmüştü. Polisten kaçacak takati bulamadığımı hissetmiştim ve bir erkek arkadaşım elimden tutup halimi görüp zorla sürükleyerek beni gerçekten kendi fiziksel kuvvetiyle kurtarmıştı oradan. Ben gözaltına alınırdım yoksa. Koş koş sokaklarda falan...  Bir yandan böyle bir atmosferin içindeydik tabi ve bir yandan da alternatif şeyleri, muhalifliği tartışmak, sistemi sorgulamak istiyorduk. Ama bunların yeni yeni yükseldiği dönemlerdi. Biz daha yeni yeni böyle bir şeylerin yeniden oturmaya başladığı bir döneme denk gelmiştik. Böyle bir ortam vardı. Ama muhalif olarak konuştuğum insanların çoğu da bu LGBTİ+ meselelerini konuşamadığım, konuştuğumda tuhaf karşılanan, şakalar yapılan falan ortamlardı ve beni yine bir tedirginliğe sürüklüyordu.

Peki, 94 yılında Kaos GL Dergisi’yle tanıştığından bahsettin.

Benim arkadaşım dergi çıktığında derginin sayısını almış. Ve Kaos’ta bir posta kutumuz vardı bizim o zaman. Şimdi internetin mailin falan olmadığı bir zamandan bahsediyoruz. Adres de veremezsin. E mekânımız da yok gelin şuraya diye davet edelim. Bir posta kutusu, 54’tü galiba, posta kutusu 54 Cebeci’ydi. Oraya mektup yazarak grupla iletişim kurabiliyorsun. Arkadaşım gruba mektup yazmış. Toplantılarına galiba katılmak istemiş. O zaman detayını bile anlatmak istememişti bana. Sonra toplantılarına gitmiş dergi çıkınca. Sonra biz bu arada hepimiz bir kahvede takılıyoruz böyle öğrenciyiz ya ancak çay paramız var zaten başka bir pastaneye falan gidip oturacak bir paramız yok. Hepimiz bir kahvede takılıyoruz ve Ankara’da bu kahveler çok şeydi o zaman, öğrencilerin çok takıldığı, yalnızca öğrencilerin değil işte yazarların, gazetecilerin, işte tiyatrocuların falan da takıldığı biraz alternatif insanların da geldiği yerlerdi, solcuların falan. Şimdi arkadaşımın benim hiç tanımadığım arkadaşları türemeye başladı. Böyle erkek arkadaşları. Çok tatlı çocuklar böyle çok muhalifler entelektüeller falan. Bayıldım ben bunlara. Birkaç hafta bunları sürekli görmeye başladım, her gün geliyorlar bilmem ne. “Ya bunlar kim nerden tanıştın” falan diyorum, arkadaşım hiçbir şey söylemiyor, ben de çocuklara bayılıyorum. Yine arkadaşım söylemedi. Bu gelen çocuklar dediler ki işte “biz Kaos GL diye bir dergideniz, işte haftalık toplantı yapıyoruz.” Ben dedim ki beni de götürün. Bu konuda hiç konuşacak kimse bulamıyorum, çok konuşmak istediğim bir konu işte kendimi çok sorguluyorum falan. Neyse onlar dediler. Haftada bir toplantı yapıyoruz… Cumartesileri toplanıyorduk yanlış hatırlamıyorsam. İşte şu saatte şu kafede buluşacağız sen de gel. Tabi mekânımız falan yok kafeye gidiyoruz. Şimdi ben kafam karışık tabi heteroseksüel miyim onu bile bilmiyorum, doğru dürüst cinsel deneyimim de yok. Ama kadınlarla erkeklerle birtakım yakınlaşmalarım var. Ama kendimi çok aslında lezbiyen gibi hissediyorum da nasıl emin olacağım lezbiyenliğimden, emin olunması gereken bir şey mi onu bile bilmiyorum. Toplantıya gittim ben böyle on on beş kişi çok az bir iki kadın, ağırlıkla erkek. Bu kadınlardan biri Yeşim Başaran. Ondan sonra ben sanıyorum bu ekip uzun süredir toplanıyor. İşte ben gittim... Bende de şöyle bir rahatlık vardır, çocukluğumdan beri. Bir yere ilk gittiğimde ilk gitmişim gibi davranmam böyle rahatça konuşurum. İnsanlar da sanıyorlar ki ben çok rahat bir insanım. Gittim dedim ki ya ben dedim lezbiyen miyim heteroseksüel miyim biseksüel miyim bilmiyorum ama burada öğrenebileceğimi sanıyorum, o yüzden geldim kafam karışık dedim. Sizlerle konuşmak istiyorum falan. O gün toplantıda politik derginin bir sonraki sayının konusu ne olacak, falan filan işte öyle tartışmalar var. Ama o kadar böyle sanki böyle üzerimdeki bütün yük kalktı, öyle bir ferahlamış hissettim ki. Bir de şöyle bir şok yaşıyorum, bir grup insan kendine eşcinselim diyor. Dergi çıkarıyor, toplanıyor. Bunu kitapçılara bırakıyor. Ya büyük bir cesaret geldi bana. Onları çok cesur buldum. Sonra toplantı çıkışı da kızlarla, Yeşim ile sohbet etmeye devam ettik. Ben bir sonraki hafta toplantıya gittiğimde şu moddaydım, “ben lezbiyenim!” O kadar rahatlamışım ki bir haftada.  O zamana kadar adını hiç koymadığım, nasıl koyacağımı bilemediğim şeyden öyle bir eminim ki...

Tanıştınız, lezbiyen olarak açıldın. Ve ondan sonraki süreçte hayatında neler değişti?

Lezbiyen olduğumdan o kadar eminim ki daha hiçbir kadınla gerçek bir beraberlik yaşamadığım halde bir tek kafamda şey korkusu var o zaman. Ben daha bir kadınla beraber olmadım.  Bilmiyorum ki deneyimlediğimde ne hissedeceğim? Ama ruhum o kadar lezbiyensin diyor ki. O güne kadar yaşadığım yakınlaşmalardan erkeklerle kadınlarla veya yaşadığım duygusal hisler aslında cinsellikten çok duygumun kadınlara akmasından dolayı aşk duygusundan dolayı. Şimdi ben tabi soruyorum millete bir şey yaşamadım ya merak ediyorum. Ya diyorum sizce ben lezbiyen miyimdir, sanki bir bilir kişisi var işte o kadar yol yordam bilmiyorsun ki... Ondan sonra... Şimdi pek de kadın da yok, tanıştığım kadınlar da benim gibi daha bir lezbiyen deneyim yaşayamamışlar. Hiç kimse bir kadınla beraber olmamış, bilemiyoruz lezbiyen miyiz değil miyiz... Ondan sonra ben de geylere soruyorum. İşte diyorum ben lezbiyen miyimdir sizce. Adamlar ömürlerinde kadınla yatmamışlar nereden bilecekler? Ondan sonra... Şaşkınlıkla bana bakıyorlar ya salak mı bu niye bize soruyor diye ama ben o kadar bilgisizim ki kime nasıl sorsam da bilmiyorum bir de herkes beyaz atlı prensini arar, ben de gerçekten âşık olacağım kadını bekliyorum sırf... Bir kadınla beraber olmuş olmak için olmak istemiyorum Yeşilçam’la büyümüş bir kadınım neticede... Bir aşk takıntım var. Neyse bunları sonra çok atlatmamı sağladı hayat. Hayata şükranlar.

Kaos ile ilk tanışma sürecin neler yaşadın?

Sonra o dönemki Kaos şöyle bir şeydi biz bir avuç öğrenciydik aslında, birkaç tane de çalışan kişi vardı. Hepimiz çok yoksuluz ve hiçbir kaynağımız yok. Toplumsal olarak hiçbir kabulümüz yok. Kimsenin onayladığı bir örgütlenme, yapı değiliz, zaten de bir avucuz. Dolayısıyla dergi çıkarmak bile bir para işi. Biz dergiyi çıkarmak için her ay aidat topluyorduk aramızdan herkes ne kadar verebilirse. Atıyorum bugünün parasıyla çalışan biri elli, yüz, iki yüz veriyorsa biz de işte yirmi otuz elli ne verebiliyorsak. Bu paraları birleştiriyorduk, o da dergiyi çıkarmak için. Bir de bizlerde bilgisayar da yoktu, bilgisayar lüks o zaman. Biz zaten öğrenciyiz, bilgisayar yeni yeni yaygınlaşmaya başlamış. Bir tane arkadaşımızın evinde bilgisayar var. O çalışıyor ve işte bize göre gelir durumu daha iyi, baya iyi. Ondan sonra onun evinde dergi diziliyor yazılar yazılıyor o A3 formatında ikiye katlanacak şekilde ya da A4 formatında da A5’e dönüşüp katlanacak şekilde, format değiştirmiştik çünkü önce daha küçüktü sonra daha büyüktü falan. Dizgi yapılıyor, bunu da o işten anlayan arkadaşlar yapıyor. Mühendis işte bilgisayarcı falan olanlar, bunlar ağırlıkta öğrenci arkadaşlar. Ve dergiyi fotokopicide çoğaltıyoruz çünkü matbaaya gidecek bir paramız yok. Fotokopiciye gitmek de ayrı bir zulüm tabi fotokopiciden böyle bir derginin fotokopilerini teslim almak da gerilimli bir şey benim için. Ali rahat o konuda hep Ali alıyor o yüzden. Fotokopiciyi de o bulmuş. Ondan sonra... Ama biz bir süre sonra şeyi fark ettik. Her işi bir şekilde Aliler yapıyor. Çünkü başlatmışlar fotokopiciye de o gidiyor, dergiyi de o katlıyor, işte postaneden mahkumlara yayınevlerine posta vermek, bir dağıtım ağına giremediğimiz için tek tek şehir şehir kitapçıları dolaşıp böyle bir dergi var satar mısınız diye konuşma yapmak gerekiyor. O yüzden o dönem Kaos’un farklı şehirlerdeki gönüllüleri İstanbul’da birisi İstanbul’daki kitapçılarla, Denizli’deki birisi Denizli’deki kitapçılarla görüşüyor. Bir de bizim dergimizi satmayı kabul edecek kitapçı lazım. Ankara’dakilerle Aliler görüşmüş o zaman. Ankara’da epey bir kitapevine bırakıyorduk, İstanbul’da da birkaç tane, farklı şehirlere de az az göndermeye başlamıştık. Sonra bunları kolektif yapalım biz de yardım edelim. Onu bir süre aymadık ben aymadım bir süre. Ondan sonra bu sefer dergiyi Alilerin evine gidiyoruz fotokopileri alıyoruz falan, bir kere fotokopiciden ben almıştım, adamdan dergileri alırken böyle suratım kızarıyor ter döküyorum falan. Adamın umurunda değil ama alışmış, bir dergi var basıyor parasını alıyor. Ondan sonra... Eve götürüyoruz Alilere. Katlıyoruz dergileri tek tek her bir sayfasını. Fotokopi olduğu için ortasından zımbalıyoruz. İşte postalanacak olanları ayırıyoruz falan filan. Bu arada yavaş yavaş artmaya da başlıyoruz. İşte gerek posta kutusu üzerinden gerekse barda bir yerde öyle böyle sosyal hayatın içinde tanışan insanlar gelmeye gitmeye başlıyor. Bizim sevgililerimiz olmaya başlıyor, onları da katmaya çalışıyoruz falan. Gey barlar var, oralara gidiyoruz. Buradaki geylerin çoğu bizden eski kuşak. Yeni kuşak olanlar da Kaos gibi politika yapan bir yerde ilişkilenmek istemiyor sosyal hayatı tercih ediyor anlamında. Ama böyle böyle biraz çeperimiz genişlemeye başlıyor.

Bizim bir mekânımız da yok, kafelerde toplanıyoruz. Zaman zaman evlerde toplanıyoruz. Kafede toplanırken de bende şöyle bir gerilim olurdu biz sekiz on bazen on beş yirmi kişiyiz. E konuşuyoruz, sesimiz yan masalara duyuluyor.  Bir gerilim yaşardım aslında insanlar bizi izliyor mudur, tanıdık biriyle karşılaşır mıyım... Sonra Aliler hatırlar onu ben ismen hatırlamıyorum ama bize insan hakları alanında çalışan bir vakıf odasını verdi, pazar günleri toplantı yapabilmemiz için.


Etiketler: insan hakları, yaşam, tarihimizden
İstihdam