16/08/2024 | Yazar: Yıldız Tar
Tarihten Gizlenmeyenler’de Yasemin Öz’ün 30 yılına tanıklık ediyoruz. Söyleşinin dördüncü bölümünde Yasemin Öz, İstanbul hikayesini anlatıyor.
Express Dergisi’nin 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayınlayan Kaos GL Dergisi 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadeleye tanıklık edenlerin tanıklıklarına sizinle paylaşmaya karar verdik.
Tarihten Gizlenmeyenler’de Yasemin Öz’ün 30 yılına tanıklık ediyoruz. Yasemin Öz’le yapılan söyleşinin yayınlanan birinci bölümünde Ege şehirlerinden Zonguldak’a uzanan yolculuğa ve yatılı okul sürecine tanıklık ettik. İkinci bölümde ise Ankara’ya gelişi ve Ankara’nın ona getirdikleriyle Kaos GL ile tanışma bölümünü sizinle paylaştık Üçüncü bölümde ise Kaos GL ve Kaos GL’nin dernekleşme sürecine yoğunlaştık. Dördüncü bölümde ise Yasemin’in İstanbul hikayesi başlıyor.
Bu sırada senin hayatın nasıldı? Artık okul bitti, çalışmaya başladın ve yeni bir çevre edindin artık bir aktivist olarak, tartıştığın çalışmalar yaptığın ortamlar var. Senin hayatın nasıl değişti, neler yapıyordun, özel hayatında neler olup bitiyordu bu süreç içinde?
Şimdi bir kere Kaos GL’nin benim hayatımdaki varlığı benim için Kaos GL öncesi ve sonrası. Benim hayatımda birkaç dönüm noktası vardır böyle öncesi ve sonrası diye ayırdığım. Hayatımın en öncesi ve sonrası diye ayıracağım şeyi Kaos GL öncesi ve sonrası. Çünkü LGBTI+ olmak benim varoluş şeklim... Kadın olmak gibi bir şey, kendimden ayırt edilemez bir şey ve ben bunu nasıl yaşayacağımı bilmeden yaşama şeklim tamamen baskılanarak yaşadığım bir yaşamdan nasıl yaşayacağımı, nasıl yol yöntem bulacağımı öğreneceğim bir yaşama adım attım. Bu benim hayatımın en birincil yanlarından birisi... Dolayısıyla çok önemli bir payı var. Ve ben bir kere kendimi ifade etmeyi öğrenebildim. Bu büyük bir güç veriyor insana. Kendini ifade etmeyi öğrendiğinde ve bir kolektiften güç aldığında, haklılığına ikna olduğunda, senin işte sapık yasak anormal acayip olmayıp tamamen kişisel bir özelliğin olduğunu kendine söyleyebilir hale geldiğinde bunu başkalarına da söyleyebilir hale geliyorsun. O seni işte stigmatize eden falan insanlara. Ve ben arkadaş çevreme, aileme derhal açıldım. Daha akraba çeperime... Çünkü çok haklı buldum kendimi. Ben zaten kimliğimi biliyordum ama bunun sözcükleri yoktu bende ve toplumun gözüyle bakmaktan kurtuldum kendime. Kendi içimden... Toplumun gözüyle kendime bakmaktan kurtuldum ve kendi kalbimin gözüyle kendime bakmak ve beni seven insanların gözüyle kendime bakmak.
Bir seni güçlendirdiğini Kaos’un kendi hikayeni anlatmanın öneminden bahsediyorsun ya... Orda böyle bir hayatının... Şimdiden baktığında nasıl görüyorsun kendini o dönemde, nasıl bir insan vardı... 2000’lerdeki Yasemin...
Sonuçta kendini ifade etme kanallarına kavuşmak çok bir insan için birincil yaşamsal şeylerden birisi. Ve kendini ifade etmeyi öğrenince hayatın o kadar zor olmadığını da öğrenebiliyorsun. İşte daha önce yaşayamadığın ilişkileri yaşamaya başlıyorsun. Her anlamda sahici ilişki kuruyorsun. Önce kendinle, sonra dünyayla, arkadaşlarınla, ailenle. Ve sevgililerinle ... Beraberlik yaşamaya başladığın insanlarla. Ve Kaos GL yalnızca toplumsal cinsiyet ve LGBTİ sorgusu açısından değil. Benim çocukluğumdan beri aradığım adalet arayışı, eşitlik özgürlük talebi, haksızlığa karşı çıkma, ayrımcılık şiddet iktidarın her şeyini sorgulama açısından baştan beri çok önemli bir çizgide duruyordu ve sivil topluma da bu anlamda bunu beraber yapma anlamında çok katkı sunduğunu düşünüyorum, bunu beraber yapmak isteyenlerle beraber yürüme konusunda. Yalnızca toplumsal cinsiyet anlamında değil çok katkı sunduğunu düşünüyorum, önemli bir yerde durduğunu düşünüyorum. Ya benim hayatım sanki aradığıma kavuşmak gibiydi Kaos GL. Düşünsel anlamda her boyutuyla. Benim gibi her şeyi sorgulayan işte her türlü insan ilişkilerinde olumsuz olarak yaratılmış her şeyi reddeden ve bunun böyle olması gerekmediğine dair bir düş ve bunu pratiğe dökme isteği, bunun için bir çaba. Önemliydi bu. Ve o yüzden de beni çok kuvvetlendirdi. O güne kadar inandığım şeyleri pratiğe dökmek için de bir alan açtı bana. Ben hiçbir sol örgüte üye olmadım veya işte gidip başka ne bileyim öğrenci derneğine bile üye olmadım çünkü hiçbir şeyin beni tam ifade ettiğini hissetmedim. Bir şeyde beni tam ifade etti. Evet eksiksiz burada benim söylemek istediğim her şey söyleniyor ve söyleyebilirim ve burada insanlar aynı şeye inanıyorlar. Anarşist gruplarla yakınlaşmalarımız vardı ama bir şey eksik kalıyordu bazen. İşte çok erkek geliyordu bazen anarşist tartışmalar bana. İşte bunlardan kurtulabildiğim arınabildiğim, bunları çok sorgulayabildiğim, bunları sarsmak isteyen sarsabileceğim insanlarla karşılaştığımı düşündüm. O şok edici etki, o yapıyı bozma niyeti evet dedim bunun bir olanağı varmış. Zaman içerisinde tabi büyüyerek ve çok güçlenerek, topluma yayılarak bunun gücü artarak ilerledi.
Dernekleşme sürecinin harekete katkılarından bahsetmek ister misin?
Dernekleşme sürecimizden sonra özellikle dediğim gibi kaynak yaratma sıkıntısından kurtularak çok farklı bir hızla ivme kazandığımızı düşünüyorum. Bence bütün bunlar, o örgütlenebilme... Lambda kapatılma süreciyle karşılaştı. Bize dava açılmadı ama Lambda’ya dava açıldı, Lambda’nın kapatılmasına karar verildi, farklı mahkemelerden farklı sesler çıktı. Ortada bir yasal düzenleme olmadığı ve hakimlerin takdirine kaldığı için bu ... Ama orda da Yargıtay’ın dönüp bozması bence LGBT hareketi kuvvetlendirdi. Ve bu örgütlenmelerin bu şekilde güç ve resmiyet kazanmaları, devletten onay almak anlamında değil, insanların korkularını giderebilmek anlamında, yoksa biz devlet bizi tescil etse de etmese de inancımız, haklılığımız, kararlılığımız gayet yerindeydi. Bir olumsuz etkilenmeye girmeyecektik, beklediğimiz oydu aksine. Ama ben yüzlerce kişiden oluşan Onur yürüyüşlerinin binlere yüz binlere sıçramasında bunların her birinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir de şu boyutta yaptığımız işlerin çok büyük etkisi oldu bence.
Kaos GL benim çok ilişkilenmediğim zamanda da akademiyle, insan hakları kurumlarıyla ortak işler düzenlemeye, ittifaklar kurmaya devam etti. Bir kere LGBT hakları insan haklarıdır kabul ettirdi. Medyaya, akademiye, insan hakları kurumlarına. Bu bir öncelikle muhalif çevrede ve insan hakları çevresinde bir değişim yarattı. Ve bu bizim destekçi sayımızı arttırdı. Ve bizim ben 2004’ten itibaren bu TCK değişiklikleri gündemdeydi o zaman. Kadın hareketiyle ondan önce daha böyle biraz sınırlı ilişkim vardı kendimi feminist olarak bile tanımlamıyordum. Ben zaten LGBT aktivistiyim niye... Feminist olmama gerek yok ayrıca feminist olmama. Ama kendimize feminist de diyorduk ama böyle bir feminizm aksiyonu özel olarak almaya çalışmıyorduk. Lezbiyen feminizm aksiyonu almaya çalışıyorduk. Bizim özellikle TCK değişiklikleri sürecinde Kaos’u temsilen kadın hareketinin içerisine ben lezbiyen feminist olarak yer almam, koca bir kadın hareketinin içerisinde kendimi tek açık lezbiyen hissetme kaygılarını da beraber yaşamam, ona rağmen bir şekilde devam etmem. Pek çok kadın örgütüyle Kaos GL’yi temsilen ilişki kurmam, sonra bu kadın örgütlerinin içine doğrudan girerek orada da feminist olarak örgütlenmem ve KaosGL’nin kadın hareketiyle kendi örgütlenmesi ilişkileri kadın hareketini de bizim yanımıza çekti. Çekti demeyeyim, zaten LGBTİ’leri dışlayan bir siyaset yapmıyorlardı ama o ilişkiyi sıcaklaştırdı ve artırdı işbirliğini diyeyim. Doğrudan iki hareketin içerisinde birden örgütlenmemiz bir fark yarattı. Ben ilk dönemlerinde kadın hareketinin gerçekten kendimi tek lezbiyen, o e-posta gruplarında tek lezbiyen benim falan zannederek Kaos GL duyuruları gönderiyorum falan. Bir tepki alır mıyım kaygıları yaşıyordum feministler olmasına rağmen konu. Hiç böyle bir şey... Çok nadir karşılaştım diyeyim ama gerçekten feminist olmayan kadınların tepkileriyle karşılaştığım oldu. Ama benden önce feministler itiraz etti karşılaştığım olumsuz deneyimlere. Toplantılarda oldu bir kere falan çok net hatırlıyorum.
Ne tarz tepkiler ve deneyimler?
Bir gün bir toplantıya gitmiştim ben. Türkiye’nin her yerinden kadın örgütlerinin buluştuğu bir toplantı. Kadın koalisyonu olabilir. Bunlar sene 2005 2006 falan olabilir. Bir tane kadın söz aldı “ya” dedi “LGBT haklarını... LGBT örgütleri buraya gelecekse hayvan severler derneği de buraya gelsin o zaman ne alaka” dedi “LGBT örgütleri burada niye varlar, onlar kadın örgütü değiller”. Benim söz almama gerek kalmadan moderatör vardı İlknur Üstün’le Selma Acuner, onlar moderasyon yapıyorlardı, söz alıp şey dediler “LGBT örgütler toplumsal cinsiyet çalışıyor, tam da kadın örgütlerinin çalıştığı konuyu çalışıyor. Onları diğer hak örgütleriyle aynı seviyede göremezsiniz. Burada olmaları gerekiyor, kıyaslanamaz şeyler bunlar” falan. Ben de dilim döndüğünce anlattım ama minnettar kaldım onlara. Ben anlatmadan anlattıkları için kendimi tek hissetmediğim için. Veya bir tane mail grubuna ben Kaos GL’nin duyurularını gönderiyorum, işte buraya niye eşcinsellerle ilgili duyuru gönderiliyor, burası kadın grubu falan gibi bir yazışma olmuştu. Benden önce başkaları böyle çok sekter davranmışlardı hatta, böyle düşünen biri varsa gruptan çıkaralım diye. Ben de şey yazdım falan... Homofobi her yerde biz bu LGBT meselesi toplumda çok yabancı, tartışılmayan bilinmedik bir konu, biz tam da o yüzden buralarda var oluyoruz bunların tartışılması bilinmesi için, ya ben ihraç yöntemini hiç doğru bulmuyorum arkadaşların dönüşüp öğrenebilmesi için tam da bizim aramızda kalmaları bu tartışmaları duymaları gerekiyor falan... Öyle şeyler yazmıştım ve ihraç olmadı tabi... Ama düşünün benden önce o kadar kızanlar oldu ki ihraç edelim falan böyle düşünce mi olur bu grupta diye. Veya işte kadın örgütleri, LGBT meselesi kadın örgütlerinin meselesi midir diye tartışan kadın örgütleri var hala benim üyesi olduğum. Burası LGBT haklarının – biz LGBT haklarını savunmak için kurulmadık... Sanki biz diyoruz bütün işinizi bırakın da LGBT haklarını savunun... Bunu bugün yapan bu tartışmayı kadın örgütleri hala var. Benim de içinde olduğum. Ama biz bunlara çok alıştık. Nefret söylemi üretilmediği sürece, bizim Kaostaki kırmızı çizgimiz odur, nefret söylemi üretilene kadar biz herkesle diyalog kurarız. Diyaloğu kesmeyi tercih etmeyiz, dönüştürme etkisi yaratmayı tercih ederiz. O yüzden artık böyle şey, bunlar benim gündelik hayatımın parçası böyle tepkiler almak. Kadın örgütlerinde dahi.
Peki 2005’ten sonra hareket nasıl devam etti, ondan sonra neler oldu? Lambda’dan bahsettin az önce, orayla nasıl tanıştın?
Biz zaten diyorum ya başlarda çok küçük bir harekettik bir avuç insandık. İstanbul’da olsun Eskişehir’de olsun İzmir’de olsun biz birbirimizi tanıyorduk. Daha önce Güztanbul ve Bahar Ankara buluşmaları oluyordu. Ben bunların çok fazla kısmına katılmadım ama katılabildiklerim oldu. Sonra biz bunları işte LGBT Ağı Platformu kurmak için çeşitli girişimlerimiz oldu, toplantılar yaptık farklı şehirlerdeki farklı örgütlerden aktivistleri toplayarak. Dolayısıyla biz bir avuç insan hep birbirimizi bilirdik zaten veya işte mail grupları kuruluyor, işte Lambda’nın mail grubuna üyeydim ben. İstanbul’da yaşamadan da o insanlarla benim bir bağlantım vardı ve bir arkadaşlık tanışıklık ilişkim veya işte tartışma platformlarımız oluyordu. Özellikle mail üzerinden. Bunlar tabi 2005’ten sonra şöyle çünkü 2005’ten sonra o mail gruplarının kurulması, ağlara dönüşme, hep bunlar elektronik, bilgisayar kullanımının internet kullanımının yaygınlaşması bunlar hep 2000’lerden sonra giderek artan şeyler. Bilitis diye de bir lezbiyenleri bir mail grubu vardı bu da hep 2000’ler civarı kurulmuştur ve oranın her şehirden lezbiyen üyeleri vardı lezbiyen biseksüel ve biz İstanbul’daki lezbiyenleri ismen veya cismen çeşitli mail gruplarından bilirdik. Zaten az insan olduğumuz açık az insan veya birbiriyle network kuran az insan olduğumuz için... Ben 2007 yılında İstanbul’a yerleştim ve ondan önce de Amargi’yle bir tanışıklığım vardı, Pınar Selek işte Yeşim Başaran, Ülkü Özakın, Ali Gül gibi içeriden tanıdığım insanlar Dilek vardı Dilek Cömert. İçeriden tanıdığım insanlar Esmeray kanalıyla bir ilişkim uzaktan vardı, tanışıklığım ama İstanbul’a yerleşince şimdi ben İstanbul’da da örgütlenmek istedim burada ben KaosGL’de örgütlü olmaya hep devam ettim ama veya o zaman Ankaralı feministler kadın dayanışma vakfı, Ankara’da örgütlerim var benim... Ama İstanbul’da da örgütsüz yaşamak istemedim. Buradaki politikaya dahil olmak istedim ve gelir gelmez Amargi’ye üye oldum ben bir LGBT örgütünden daha çok Amargi’ye üye oldum çünkü feminist olarak aktif bir insanım ve Amargi queerlerin zaten içerisinde baştan beri örgütlendiği ve buna dair siyaset yapan aslına bakarsanız en stabil en kararlı ve en sürdürülmüş kadın örgütü. Ve o zaman Amargi’yle çok tabi ki yoğun içeriden üye olarak bir ilişki yaşamaya başladım. Ve o dönem işte Amargi’ye, Sosyalist Feminis Kolektif kuruldu oraya, farklı kadın örgütlerine lezbiyenler de üye olmaya başladı. Giderek kadın hareketindeki lezbiyen feministler bir iki kişinin görünürlüğünden kurtulup bir oralarda örgütlenerek bir bir lezbiyen feminist örgü... Görünürlüğü ve varlığı yaratmaya başladık. Böyle bir temel fark oldu 2004’lerden beşlerden sonra olan şeylerden biri budur. Biz bir grup KaosGL’li kadın Kadın Dayanışma Vakfı’na gittik Ankara’da oraya üye olduk. İçeride de yer almaya başladık. Bunlar tabi kadın hareketiyle çok farklı tartışmalar karşılaşmalar yaşamamızı olumlu olumsuz çok etkiledi. Birbirimizi değiştirmeye, anlamaya, dönüştürmeye dair uzaktan bakmaktan geçip ya iyi de bir lezbiyen yanına geldiğinde pratikte nasıl yaşayacaksın bunu... Karşılaşmalar imkanı sağladı. Benim ondan sonraki deneyimim ağırlıkta tabi İstanbul, ondan sonra hep İstanbul’da yaşamaya devam ettiğim için. Lambda’yla buradaki eylem örgütlenmeleri üzerinden bir ilişkim oldu daha çok Lambda ve SPoD’la yine hukuken bir şey gerekirse hukukçu olarak çok dışardan bir şey çünkü ben KaosGL’de örgütlü olduğum için buradaki LGBT örgütlerle ayrıca gidip üyeleri olmama rağmen ikisinin de bir... Beni özel olarak davet etmiyorlarsa gidip da bir çalışma bir toplantı falan dahil olmadım çünkü yoğunlaşıyorsun bu sefer zamanın artmıyor . Yüz tane şey... Şu aktivist hayatımda şunu öğrendim ki aynı anda on tane şeyi yapmaya çalıştığında iki tanesini becererek yapabileceksen bile işte üç tanesini yarım yapmayı beceriyorsun ancak. On tanesini hiçbir zaman beceremiyorsun. Ve fakat zaten o Lambda’daki SpoD’taki veya işte LGBT hare... Kadınlar zaten işte sonrasında LezBiFem başta Amargi SFK olmak üzere zaten bizim çevremizde örgütlendikleri için kadınlarla beraber siyaset yapma imkânım her zaman bu şekilde oldu.
Peki 2000’lerin Türkiye’si nasıldı? O zamanki sosyal politik durum ve sizin işte lezbiyen feminist kadınlarla olan hareketiniz LGBTİ hareketi özelinde değerlendirdiğinizde o zamanların Türkiye’sinde yaşamak ve bunları yapmak nasıldı?
Şimdi 2000’lerin başları 90’ların sonları biraz daha görece en azından feminist hareket ve LGBT hareket gibi ekolojistler gibi anarşistler gibi işte bu tip hareketler için devletin kendisine doğrudan tehdit görmediği hareketler için bir kendini var etme alanının genişlediği dönemlerdi. Bunlar yaklaşık son birkaç sene öncesine kadar bir hareket alanımızda genişleme oldu. Diğer sol hareketler bastırılırken devletin tehdit olarak görmediği bu tip muhalif hareketler de yükseldi. Kendine çok alan açtı. Ve dünyanın konjonktürel olarak da kadın hakları, LGBTİ hakları konusundaki tartışmaları yaşadığı ilerlemeler istemesek de insan zihinlerine yansıdı. İnsan zihinlerinde dönüşüm yaratmaya başladı. İçeriden ve dışarıdan LGBTİ hareketinin Türkiye’ye bir etkisi var. Kadın hareketinin de öyle, feminist hareketin de öyle. Bunlar genişlemeli dönemler ama haklarımızı alabilmek için görece ilerleme sağladığımız ama haklarımızı korumak veya kaybetmemek için de şu an geldiğimiz noktada dehşet mücadele vermek noktasına geldiğimiz bir dönem. Ya çok inişli çıkışlı bir dönem oldu.
Belki o Zeliş’in filmini anlatabilirsin ve Zeliş’ten biraz bahsedebilirsin.
Bu arada şunu söyleyebilirim bu dönemle ilgili. Biz bu kadar kadın örgütlerinin içinde doğrudan örgütlenmeyi de deneseydik feministler arasında çok yaşamasak da bunu özellikle kendini feminist olarak tanımlamakta zorlanan kadın örgütlerinde şeyi çok yaşadık... ... İçselleştirilmiş homofobilerini, reflekslerini, toplumsal reflekslerini bırakamadıklarını. Oralarda var olma çabası da bizim için çok dirençle karşılanan, pratikte gerçekleştirmesi çok zorlaşan şeyler de yaşadık. Ama feminist örgütlenmelerin çoğu için bunu söyleyemeyeceğim. Beyaz Atlı Prens’i bu bir belgeselin neresine nasıl koyacağız ama?
Bu arada lezbiyen biseksüel kadınların görünmezlik sorunu genel olarak ve lezbiyen biseksüel kadınların varoluş mücadelesini tarihe geçmek belgelemek için çok girişimlerin de olduğu, farklı üretimlerin de olduğu, denemelerin de olduğu yıllar bunlar. Hala da bu farklı farklı şekillerde devam ediyor. Örneğin rahmetli Zeliş ve Aykut Atasay işte sizin de sorduğunuz Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme belgeselini çekmişti lezbiyen biseksüel kadınlarla ilgili. Ve aslında o konuda böyle çok komik bir anım var. Arkadaşların zorlamasıyla Zeliş’in vefatından sonra cenaze evinde de anlatmıştım. Böyle bir kadındı Zeliş çünkü. Aslında öyle olduğu için de seviyorduk onu, tam da öyle olduğu için seviyorduk çok seviyorduk ve yokluğu o yüzden de çok gerçekten yok. Şimdi böyle bir belgesel çekeceklerini söyledi bana, ben de şimdi aktivist kafayla düşünüyorum ciddi bir belgesel falan bekliyorum dökümantarist işte size anlattığım gibi bir sözlü tarih çalışması falan bekliyorum. Bunlar beni aradı haaa tamam dedim ben zaten görünür olan, görünür olmayı kabul eden çok az lezbiyen var. E tamam dedim çünkü güveniyorum da arkadaşlarıma bir de böyle bir şey var iyi bir şey çıkaracaklarına inanıyorum. Buluşalım falan işte buluştuk dediler sana kostüm dikilecek işte bir kumaş alınacak prova yapılacak sana kostüm dikilmesi için terzi provası. Ben dedim ne gerek var ne alaka normal kıyafetimle çekin işte. Yok yok dediler işte biz sana özel taş devri eski çağlardan gelme bir şey yapacağız konsept hazırladık. Dedim bu ne bileyim sözlü tarih gibi olmayacak da bir textlere dayalı bir şey mi işte evet dediler senin bölümün öyle olacak falan. Ondan sonra... Eski çağları yansıtacak. Neyse kostüm bakmaya gittik. Böyle birazdan getirip göstereyim size bence onu da gösterelim. Kostüm şey... Leopar desenli bir kumaş. Ben böyle şok oldum ne dedim ya ben Banu Alkan gibi böyle kumaş giyeceğim bana uymaz dedim sünnet olmuş çocuk gibi dururum. Ondan sonra... Ya dedim ben bunu giyemem. Ondan sonra dediler işte eski çağı yansıtması için böyle olması lazım falan. Ama ben bunların kafasında bir konsept var ve ona uyulması gerekiyor zannettiğim ve onlara güvendiğim için bir şekilde aşırı direnmedim ve o kostüm işte dikildi. Çekim olacak dediler şu gün işte kostümüm de geldi falan giydim. Baktım bunlar petshoptan kemik kolye almışlar işte köpek kemiği almışlar köpeklerin oynadığı oyuncak kemikten, onu saçıma toka yaptılar falan. Ben diyorum ki ya ne gerek var bu kadar abartmayalım taş devri konsepti yaratacağız diye kemiğe ne gerek var zaten belli konuşmamdan belli olacak eski çağları anlatıyorum, Sappho’dan geliyoruz biz falan şeklinde. Ondan sonra yok yok dediler böyle daha iyi olacak hatta bir perde var işte çekim yapılan yerde arkamda bir perde var beyaz perde. Ya dediler işte dinozorlu perde bulalım. Ya dedim artık dedim dinozor da çizgi filme dönüştürdünüz siz bu işi. Ben bilmiyorum ama kafalarında bir hinlik olduğunu. Dolayısıyla her şeyde bir mantık arıyorum o sırada ve bana mantıksız geliyor, reddediyorum. Direniyorum en azından. Yok yok dediler neyse dinozordan vazgeçirmeyi başardım en azından. Sonra işte çekim yapılıyor falan. Bana işte şunu söyle falan... Biraz da doğaçlama yaratıcı bir şekilde. Ama çekim yapılıyor, sürekli tekrar ediliyor sürekli ben tabi ne kameraya bakmaya alışığım ne o kostümde iyi hissediyorum ne söylediğim şey bana manalı geliyor falan. Ya tamam diyorum söyledim işte daha ne söyleyeceğim ben artist miyim işte böyle dursun. İşte bu çekim yeter falan diyorum çok sıkıldım çünkü. Sigara da içemiyorum falan. Sonra arada sigara içiyorum, böyle diyorum ben çok sıkıldım sizden yetti artık falan. Ondan sonra kaç kere tekrar ettirdiklerini hatırlamıyorum aynı replikleri falan. Ben artık bir çizgi film, Warner Bros’un galiba çizgi filmlerinin sonunda that’s all folks yazar ya ... Bu kadardı millet diye. Artık bu textte yok böyle bir şey. Ben... Bir yandan diyorlar ki işte sigaranı yak bu ağızlığım var yine elimde. Diyorlar ki işte... Ya diyorum hem eski çağ yapıyorsunuz hem sigara işte ağızlık ne alaka? İşte o da ironisi olsun falan. Ben zannediyorum ki işte kafalarında bir konsept var ama tamamen böyle yaptık oldu kafasında olduklarını hiç şeyinde değilim farkında değilim. Sonra yok işte elime sigara aldırdılar, yok ağızlık aldırdılar falan ben böyle bir çekimin sonunda bezmişim artık that’s all folks dedim falan. Bu yok textte kendim uydurdum yeter artık falan anlamında. Sonra... Bende şöyle bir his var ama ... İşte ben eski çağı oynuyorum, biri orta çağı oynayacak, biri sanayi dönemini oynayacak, işte biri günümüzü oynayacak. Bir textler var falan sanıyorum. İşte belgeselin galası oldu tabi beni de çağırdılar. İşte bir Kadıköy’de bir yer. Gittim. Oturuyoruz salonda. İşte belgesel gösteriliyor. İzliyorum izliyorum izliyorum. Herkes kendi kıyafetiyle dökümantarist bir şekilde kendi hayatını bir şeyleri anlatıyor. Hiç kimseye kostüm dikilmemiş giydirilmemiş. Kimsede abuk subuk bir şey yok. Bir tek ben! Ben şok oldum! Nasıl dedim bana böyle bir şey yaparlar ve bunu söylemezler... Ya de ki Yasemin bir tek sana böyle yapacağız seni kurban seçtik seni feda ettik seni şopar yapacağız de bileyim gitmeden. Bekliyorum bekliyorum sonuna kadar bir şey yok. Herkes büyük bir ciddiyetle dinliyor işte lezbiyen biseksüel feministler falan bir sürü politik mevzu konuşuluyor. Ben geliyorum salonda gülme. Ya ben şey miyim standupçı mıyım şey... Kurban mı seçtiniz beni nedir ama diyorlar ki işte beni de teselli ediyorlar bu arada işte belgeselin en iyi yeri o oldu işte insanlar ona gülüyor falan. Ama bana sormadınız ki ben gülünmek mi istiyordum, ciddi ciddi bir şey mi anlatmak istiyordum falan. Acaip bir şoktu ya böyle. Ama şimdi tabi bu işin biraz da espiritüel kısmı tabi ki bunlara şaşırdım falan ya dedim bak beni kandırmışlar bunlar ama o sonuçta iyi bir şey yapmak için o sorun değil elbette biz gullümü seven bir hareketiz. Ve iyi ki de yapmış diyorum şimdi şimdi. Hiç yani hiç pişman olmadım yaptırdığına. Ama kostümü göstermek isterim size çünkü nasıl bir hezimet yaşadığımı daha iyi anlatacağını düşünüyorum o kostümün.
Bir de ödül var. Felipa de Souza ödülünden çok kısaca... Nasıl oldu, nasıl kazandın, oradaki konuşman nasıldı nelerden bahsettin, nasıl hissediyordun o dönem?
Şimdi uluslararası gey ve lezbiyen hakları komisyonu diye New York bazlı bir Amerikan LGBT örgütü, o da 90’larda KaosGL’den belki bir süre önce kurulmuş bir örgüt. Uluslararası lobicilik yapıyor özellikle Birleşmiş Milletler’de New York’ta Birleşmiş Milletler’in genel merkezi olduğu için. Her yıl bir aktiviste veya bir örgüte ödül veriyorlar. Aktivizm alanında yaptığı çalışmalardan dolayı. Bizim de bu örgütte bir takım ortak çalışmalarımız olmuştu. Afrika Ortadoğu programları çerçevesinde. Türkiye’de bazı eğitimler verdik ve Türkiye’deki LGBT hakları ihlallerine dair Birleşmiş Milletler sivil medeni haklar sözleşmesi çerçevesinde insan hakları komisyonuna bir gölge rapor hazırladık ve ilk defa o gölge rapor... İlk defa hazırlandığı gibi ilk defa Birleşmiş Milletler Türk hükümetine LGBT bireylerle ilgili bir soru yöneltti. O prosedürü ilk defa harekete geçiren bizim o hazırladığımız ortak gölge rapor çalışması oldu. Böyle ortak çalışmalarımız vardı ve o sene işte beni aday gösterdiler. Aslında tabi şöyle bir şey oldu. Annem o dönem rahatsızdı ve hastanedeydi ve ben böyle şey... Dünyadan kopuk bir psikolojideydim ve tam hastaneden annemi ziyaretten çıkmışım ve telefon alıyorum ve İngilizce konuşuyorum ve anlayamıyorum ben mi ödül almışım? Gerçekliğini idrak edemedim bir süre. Dedim ki ben mi KaosGL mi, ne ödülü bu falan... Sonra işte bana şahsen verildiğini söylediler, ben de bunu doğru bulmadığımı bir ödül verilecekse kolektif olarak KaosGL’ye söyledim. Bu değiştiremeyeceklerini söylediler. Ve şey benim o zaman uçak fobim de var. Beni New York’a gel... Ödülü almak için New York’a gelmen gerekiyor dediler. Ben de şey dedim, benim yerime birisini göndersem o alsa olur mu? Çünkü uçağa binip oraya gitmek istemiyorum. Çok ürkütüyor beni. Yok dediler şahsen gelmen gerekiyor. Ondan sonra ben şimdi kaldım bilemedim. Ödülü kabul etmeli miyim, etik olarak doğru mu falan... Dedim ki ben sizden süre istiyorum düşünmek için dedim kabul edip etmemek konusunu düşünmem gerekiyor dedim. Uçağı düşüneceğim, Kaos’a soracağım ödülü alayım mı diye. Şimdi o sene de Ali Erol Güney Afrika’da bir ödül almıştı David Kato ödülü. Allah’tan benden önce ödül almıştı yoksa ben hiç kabul edemezdim ... Kaos’un kurucuları dururken ben niye ödül alıyorum diye... Sordum onlara işte ... “Ya sizce etik mi adıma bir ödül almam” ondan sonra ya işte Türkiye’deki lezbiyen görünürlüğü için çok faydalı olacağını söylediler. İşte Müslüman bir ülkeden lezbiyen bir kadın olmak ayrı bir değer, önemli bir şey. Müslüman ülkelerdeki kadınları güçlendirebilecek bir şey. Ondan sonra... Orada Türkiye’de olup biten LGBTİ hak ihlallerini anlatmak başka bir şey falan... Kaos tabi ki çok arkamda durdu destekledi almamı istedi. Bu arada ben hala o uçağa nasıl bineceğim korkusu olduğu için bende... Şey... Tedirginim. Bu arada arkadaşlarım arıyor çünkü ödülü aldığımı o örgütten Türkiye temsilcisine de söylüyorlar. O da benim çok yakın ve kıramayacağım arkadaşlarımı başta Pınar Selek olmak üzere arayıp Yasemin ödül aldı gelmek istemiyor, gitmek istemiyor diye arkadaşlarımı arıyor ki bana baskı yapılsın. İşte arkadaşlarım beni arıyor, çok önemli bir şey senin aktivizminin önünü açabilir, farklı ilişki ağları kurabilirsin işte Birleşmiş Milletler’de uluslararası... Ya bu çok büyük bir fırsat olabilir LGBT hareketi için Kaos için de ondan sonra işte... Falan al uçağa binerken sana ilaç göndereceğiz onu iç uyursun falan. Çeşitli şekillerde beni motive etmeye çalışıyorlar. Neyse ben... Bu arada bana en fazla iki gün düşünebilirsin demişlerdi, işte pazartesi günü tekrar aradılar. Tamam dedim ben ödülü kabul ediyorum ama avukatlık işlerim var, duruşmalarım var ayarlayamıyorum, günü denk geliyor... Saçma sapan bir ödül almaya gidebilecek durumdayım son ana kadar gidip gidemeyeceğim belli değil. Neyse sonra sonra o uçağa bindim gittim, New York’tan aşırı derecede ürktüm böyle gökdelenler şehri falan. Sigara içittirmiyorlar hiçbir yerde. Ondan sonra sokakta içiyorsun, Allah’ım dedim bu nasıl bir şey insanlar burada nasıl yaşıyor, ben burada yaşayamam. Bir hafta kaldım. Bir sürü Birleşmiş Milletler’den işte elçilikten bir sürü insanla görüşmeler ayarladılar. Toplantılar işte Washington’a gittim orda şey senatörlerle falan LGBT haklarını destekleyen insan hakları birimleriyle falan görüştüm. Çok çok ya... İleriki hayatıma inanılmaz bir katkısı oldu. O sırada tabi ki bunları öngörebilecek bilebilecek düşünebilecek durumda değildim ve o ödül töreninde Sex and the City’nin lezbiyen olarak açılan bir yıldızı sundu. Ve ben aslında bana... Ven ben aslında orda o konuşmamda da bu size anlattığım şeylerin bir kısmını çok özet anlattım. Benim hayatım neydi, nereden nereye geldim, nasıl dönüştü... Ben çocukken kızlardan hoşlanıyorum ama işte bu geçecek, ben büyüyeceğim, erkeklerden hoşlanıyorum zanne... Olacağım. Bir gün erkeklerden hoşlanacağım, bu çocuk olduğum için oluyor yetişkin bir kadın olduğumda biraz daha büyüdüğümde diğer kızlar gibi erkeklerden hoşlanmaya başlayacağım. Aslında bir sabah uyanıp heteroseksüel olacağımı sanıyordum ve geçeceğini zannediyordum tırnak içinde ama o bir sabaha hiç uyanmadım. Bunu anlattım konuşmamda da. Bu ve benzeri şeyler. Ve şeye çok güldüm ya insan hayatını çok kendi iradesiyle, inancıyla çok farklı bir yönden farklı bir yöne çekebiliyor işte benim sıradan bir hayatım var işte... Afyon’un bir köyünde doğdum falan. Ama cinsel yönelimim nedeniyle toplumla büyük bir sorgulama, büyük bir çarpışma yaşadım. O toplumu dönüştürmek için pek çok hareketin içerisine katıldım. Yalnızca bu toplumu değil, dünyayı değiştirmek için bir şeyler yapmaya başladım sonra işte hayatın Afyon’un bir köyünden işte New York’ta Hollywood yıldızlarına kadar çeşitlenen böyle karşılaşmalar, farklı insan ilişki ağları ve farklı ufuklara dönebiliyor. Ve bence önemli olan insanın kendini gerçekten kalbini dinleyip kendine inanması, kendinden emin olması. Yoksa bütün toplum aslında birbirinin paçasını aşağıya çekmeye çalışıyor. Herkes mutsuz ve bunu başkasının... Acısını başkasından çıkararak başkasına da onu yaşatarak o hırsını almaya çalışıyor. Bu bir tek LGBT’ler için değil bütün insan ilişki ağlarına sinmiş yayılmış bir şey. Ve bizim haklılığımızı doğruluğumuzu bildikten sonra kendi yolumuzda yürümemiz gerekiyor. Kendi yolunda yürümek yalnızca sana değil etrafındakilere de çok şey verebilir, etrafındakiler de sana verebilir. Yolda yürürken gördüğün şeyler de sana çok şey verir. Ben gerçekten KaosGL’nin çok çok önemli bir yol hikayesi olduğunu, bu yolun devam etmesi gerektiğini ve yolda da çok zenginleştiğini düşünüyorum ve yolu da çok çiçeklere bürüdüğünü düşünüyorum. Arada kaktüs de atmış olabiliriz ama olur o kadar.
Evet Yasemin, CNN Türk canlı yayınına katıldığında ilk kez LGBTİ hareketi için de bir ilkti bu, o deneyiminden bahsetmek ister misin?
Şöyle açılmanın sonu gelmiyor maalesef LGBT’lerde. Açılıyorsun açılıyorsun dünyanın kanalına açılmamış oluyorsun. Ve bu açılmak her zaman o kadar rahat yaptığın bir şey değil. Ben şanslı az insandan biriyim. Aileme, arkadaşlarıma, çevreme pek çok yere hatta bazı iş yerlerimde işverenime veya çalışanların bir kısmına açık yaşayabildiğim şansım oldu. Ama her zaman herkese her yerde değil. Özellikle bazı iş verenlere veya bazı çalışanların hiçbirine açılmadım açılmak istemedim. Bunun tedirginliğini hep yaşadım karikatürize edilmek, sohbet konusu olmak istemediğim için. Çünkü ben onların özel hayatlarına dair hiçbir şey bilmiyorum, ilgim de yok hiç ilgilendirmiyor beni. Onların da bana dair fikir yürütmesinden hoşlanmadığım, istemediğim çok yerler oldu. Ya bu özellikle açılmak şeyde çok tedirgin edici, gündelik hayatta özel hayatına dair hiçbir ilişki kurmadığın insanlarla. Esnafla, komşularla... Ailenin uzak akrabalarıyla. ... Ve bu büyük bir haksızlık, heteroseksüellerin hiç açılmak gibi bir şeyi yok. Zaten verili kabul ediliyorlar ve biz sürekli açılmakla yüzleşen bir grubuz. Ben o yüzden feminist harekette LGBT harekette çok aktifim, yazıyorum açık adımla bulunuyorum, sosyal medyada orda burada kendimi gizlemiyorum ama sürekli bir dönem işte arkadaşlarımı sınırlı tutma açılmayayım diye istemediğim insanlara. Bir dönem postlarımdan onları engelleme. Bu sürekli bir şey yapmak zorunda kalıyorsun, insanların yapmak zorunda kalmadığı ekstra şeylerle uğraşıyorsun. Ve ben anaakım medyayla şundan dolayı konuşmuyordum. Çünkü ben o gazeteleri kim alıyor, o televizyonları kim izliyor, tanıdığım herhangi biri olabilir ve bu bende kaygı yaratıyordu. O yüzden daha çok muhalif basınla görüşüyordum. Çünkü onu benim çevremden insanların birincil çevrem olmayan insanların erişmesi zor. Erişiyorlarsa da zaten muhalif bir medya okuyacak kadar bir sorgulamaya girmişlerdir. Velev ki bir terslik yaşadım, cevabını veririm falan diye düşünüyordum. Ama anaakım medya beni ürkütüyordu. Özellikle iş yerim ve komşularım esnaf falan açısından. Sonra ben ödül aldığım süreçte benimle röportaj yapılmak istendi anaakım medyadan. Ben kabul etmedim ... Tedirgin olduğum için. Sonra bana o dönem muhalif medyadan da röportaj yapma isteği geldi. Muhalif medyayı kabul ettim nasıl olsa insanlar okumaz diye düşünerek. Ve fakat iş verenim onu okumuş. İnternette de yayınlandığı için röportajım. Bana telefon açıp şey dedi ben biliyordum senin kimliğini ve beni ilgilendirmez ... Saklanacak veya saklanmayacak bir şey değil. Kimsenin karışabileceği bir şey değil falan dedi ben beklemiyordum açıkçası böyle bir tepki. Eğer o röportajı vermeseydim bilmeyecektim bildiklerini. Veya işte o röportajı verdikten sonra hemen akabinde tabi bu bende çok büyük bir güçlenme duygusu yarattı işyeri korkusundan kurtulmak. Tam o dönem tamamen tesadüfen aynı gün veya bir sonraki gün CNN’den beni canlı yayına LGBT’lerle ilgili bir programa çağırdılar program konusu LGBT’ler olan bir programa. Ben ilk defa kendimi ya dedim ki işte kırk yaşına yaklaşıktım, 39 yaşındaydım 40 yıldır korkuyorum bir sınır çiziyorum bir kabuğa çekiliyorum öyle ya da böyle kendi çapımda kabuğu olmadan yaşayan bir insan olarak ben bile bunu yaşıyorum... Ve bu korkunun bir sonu yok. Ben bu insansam bir yerde artık bu insan olmak kaçabileceğim, kaçmak istediğim bir şey değil. Ve korkarak kabul ettim. Korkumla yüzleşmeyi göze alarak diyeyim. Ve fakat negatif bir feedback hiç almadım o konuşmama. Gerçekten esnaftan komşulardan iş çevremden dinleyen insanlar telefon açıp gurur duyduk çok demokrat bir konuşmaydı, çok güzel konuştunuz... Hatta bir gün noterde sıra bekliyordum. Önümde bir delikanlı. Dedi ki “ben sizi geçen gün CNN’de izledim çok iyi konuştunuz”, ben de dedim ki nasıl dedim hayatınızda hiç görmediğiniz bir insanı bir kerede televizyonda görüp yüzünü nasıl aklınızda tutabiliyorsunuz. “Yoo” dedi “çok ilgiyle izledim” dedi “o yüzden” falan. Böyle çok pozitif etkiler aldım ama bunun tersi de olabilirdi. Ama bu benim hayatla kuruduğum ilişkiyle de ilgili biraz. İnsanlara verdiğim güvenle, onlarla kurduğum sevgi ilişkisiyle nezaket ilişkisiyle de ilgili. Başka tür bir ilişki kuruyor olsaydım hayatla, daha zayıf bir insan olsaydım, atıyorum bir avukat olmasaydım falan filan insanların daha ezebileceği kırılgan bir pozisyonda olsaydım bilmiyorum aynı şey mi gelecekti başıma. Biraz da kendi bulunduğum pozisyonun da avantajlarını yaşadığımı düşünüyorum, ya da kendi karakterimin, dünyayla ilişkilenme şeklimin avantajlarını yaşadığımı düşünüyorum.
Aynı zamanda son dönemlerde de Birleşmiş Milletler’in bünyesinde yer alıyorsun. Tam olarak orada neler oldu, gelişmelerden, hareket için öneminden bize bahsedebilir misin?
Ya KaosGL önce Avrupa Birliği’yle veya Avrupa kurumlarıyla daha sonra da Birleşmiş Milletler’le ve uluslararası LGBT hareketle ilişki kurma konusunda bana çok alan açtı. Benim KaosGL için veya KaosGL vesilesiyle yapabildiğim uluslararası çalışmalar, raporlamalar, makaleler yazılar ve aldığım ödül bir etki yarattı ve bizim uluslararası alanda daha aktif çalışmamıza... Bir de uluslararası alanla baştan beri şu anlamda aktif çalışmak zorunda kaldık. Türkiye’de LGBTİ’lerle ilgili hiçbir yasal düzenleme olmadığı, hiçbir yasal korumaya sahip olmadığı için LGBT’ler Türkiye’de biz yalnızca uluslararası mevzuatı insan hakları mevzuatının bize verdiği haklar üzerinden ilerlemek zorunda kaldık. Dolayısıyla baştan beri yurtdışında kurumsal ilişkilerde bunların kurulmasını ve işbirliğini zorunlu gördük. Ve bu yönde çok gerçekten çok çalıştık çok emek verdik ve bunun sonucunda da iyi ilişkiler ve üretim geliştirdik siyaset geliştirdik. Ve ben geçen sene işte bahsettiğin Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin... Birleşmiş Milletler Kadın LGBTİ Informel Referans grubu kuruldu. Ve bu bir danışma kurulu. LGBT alanında yaptığı etkinliklerle ilgili dışarıdan bir danışma kurulu ve 12 tane LGBTİ aktivistin olduğu dünyanın farklı bölgelerinden, bu bölgelerin farklılığı çeşitliliği dağılımı esas alınarak oluşturulmuş bir grup ve bu gruba hem bizim Türkiye’deki deneyimlerimizi aktarma hem oradan beslenme hem de Birleşmiş Milletler’in LGBTİ’lerle ilgili politikalarını yönlendirme şansı sağlayacak bir alan açılmış oldu. Biz ilk olduğumuz için daha yapı kurma anlamında Birleşmiş Milletler’i destekleyici bir pozisyonda bulunuyoruz. Bu anlamda danışılıyor ve destek isteniyor bizden. Ama aynı zamanda kendi gündemlerimizi kendi önerilerimizi de oraya taşıyabileceğimiz bir alan oluştu. Böyle şeyleri şu anlamda kıymetli buluyorum, bizler radikal aktivistleriz ama dünyanın bir yandan değişmesi gerekiyor ve dünya siyasetinin asıl yapıldığı kurumsal yerleri de dönüştürmek kendi hak alanlarımızı genişletmenin yalnızca Türkiye için değil dünya için de çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz ve KaosGL zaten baştan beri hiçbir anlamda sınır tanımayan bir örgüt. Halklar arasında, toplumlar arasında, insanlar arasındaki ayrımı eşitsizliği sınıfları sınırları kabul etmeyen ve bundan farklı bir dünya inşa etmeye çalışan bir örgütlenme. Bu anlamda biz mevcut sistem içerisinde de o sınırlar içerisinde ne kadarını yapabiliyorsak her zaman bunları yapmayıp dışarıdan reddetme değil yapabildiğimiz kadarını dönüştürme yanlısı olduk. Bu anlamda da uluslararası alanda da bir yandan etkin bir şeyler yapıyor olmanın umuyorum ki Türkiye’deki LGBT haklarına daha da faydası olacaktır.
Etiketler: insan hakları, yaşam, tarihimizden