20/04/2021 | Yazar: Kaos GL

Mülteci LGBTİ+’lara sorduk: Günün nasıl geçti? Onlar yanıtladı, Arapça ve Farsça’dan çevirdik ve sizlerle paylaşıyoruz. Altıncı hikaye: Ben ve Cansız Tahtalar

Mülteci LGBTİ+’lar günlerini anlatıyor: Ben ve Cansız Tahtalar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL Mülteci Hakları Programı LGBTİ+ mültecilerin ikamet ettikleri şehirlerde temel haklara, resmi organlara ve sosyal ağlara erişimlerinin kolaylaştırılmasını hedefleyen program, bu doğrultuda program bünyesinde çalışan avukat ve sosyal hizmet uzmanları aracılığıyla hukuki ve sosyal danışmanlık sağlıyor. Bütün bunların yanı sıra çeşitli konularda eğitimler ve sosyal etkinlikler düzenliyor.

Program, 2020 yılı boyunca Farsça ve Arapça konuşan LGBTİ+ mültecilerle bir araya geldi. Bu etkinliklerin bir bölümü çevrimiçi drama atölyeleriydi. Kaos GL Mülteci Hakları Programı, mülteci LGBTİ+’larla 23, 25 ve 27 Kasım tarihlerinde tiyatro ve performans sanatçısı Gökçe Yiğitel yürütücülüğünde dramanın bir alt kolu olan ‘Hikaye Anlatımı’ atölyeleri düzenledi. Atölyelere yedi şehirden mülteci LGBTİ+’lar katıldı ve hikayelerini anlattı.

Bugünden itibaren “Her günümüz değerli ve anlatmaya değer” diyerek o hikayeleri KaosGL.org okurlarıyla paylaşıyoruz. Altıncı hikayeyle karşınızdayız.

***

Güneş doğuyor ve ışığı yavaş yavaş yatak odama giriyor. Gözlerimi acıtıyor. Alarm çalıyor. Yataktan kalkıyorum, yavaş ve sessizce kıyafetlerimi giyiyorum. Evden çıkıyorum. Hava karanlık ve soğuk. Yol boyunca gözümü dağlara ve gökyüzüne dikiyorum. Ruhum yorgun. Allah’ımla konuşup, ondan güç istiyorum. Gurbetteki yıllarım aklıma geliyor. Zorluklara göğüs gerdiğim yıllar. İşyerine varıyorum. Atölyenin kapısını açıyorlar. Atölye kapısı tam bir hapishane kapısı gibi büyük ve heybetli. Atölyeye giriyorum. Atölye soğuk ve cansız tahtalarla dolu. İş kıyafetlerini giyip gündelik hayata başlıyorum. Burada on iki kişiyiz, üçü İranlı geri kalanıysa Türk. Burada çalışmak benim için bazen zor. Büyük, ağır kapıları, dolapları taşımak küçük cüssem için çok yorucu ama gayretim bir denizinki kadar. Bu da beni ayakta tutuyor. Atölye masasına bir masa koyup çalışmaya koyuluyorum. Hatta zımpara makinası ellerime zorla yerleşiyor. Çok yüksek ve sağır edici bir sesi var. Her yer toz duman oluyor. Cihaz hep elimde titreşimde, ama ben bütün bunlara alıştım…

Zaman geçip çay saatine geliyor. Bütün çalışanlar toplanıyor, kısa bir mola veriyor, ve yeniden işe koyuluyoruz. Ve yine sağır edici ses, toz duman ve cihazın amansız titreşimi. Aslında cihaz bazen kapanıyor, o da ahşap dolapları, kapıları taşımak gerektiğinde. Sessizlik anlarını seviyorum, bu anlarda beynim dinleniyor. Çalışmayı seviyorum, belki ama bu işte değil.

Kendimi hatırladığım günden beri mücadele ediyorum. Bütün hayatın boyunca savaşmak ne kadar da zormuş!! Düşüncelerime daldığımda çocukluğumdan beri savaştığımı hatırlıyorum ve bugün, 36 yaşın eşiğinde de hâlâ savaşmak zorundayım. Çünkü savaşa mahkumum. Benim hakkımda verilen karar da buymuş, ancak suçumu bilmiyorum.

Öğle saati geldi, biz yabancıları daha geç çağırıyorlar. İlk önce kendileri, sonra biz. Zamanında sıraya geçsek bile bizden sonra gelen Türk bizim önümüze geçiyor. Başka yerlerde de rutin buydu. Bütün bunları dikkatle görüyorum ve ruhum tırmalanıyor, ancak alışkınım.

Öğle yemeğini yedik ve mola da verdik. İşe geri dönüyoruz. İş saat 18:30’da bitiyor. Zaman olduğu sürece ben ve cansız tahtalar varız. Bekliyorum, zaman geçiyor, hava kararıyor ve ben ev sıcaklığı coşkusuyla eve geri dönüyorum.

Nesne: tahta, zımpara, masa

Eylem: tahta zımparalama

Beden parçası: el


Etiketler: insan hakları, kültür sanat, mülteci
İstihdam