08/06/2021 | Yazar: İlker Hepkaner

Netflix bir yandan Pose’un Türkiye’de izlenmesini sağlıyor olabilir ama Türkiye’deki yapımcıların kendi Pose’unu çekmesine açılacak bir yol varsa bile bunu kâr amacıyla tıkıyor.

Olmadı baştan: RTÜK’ün gölgesinde hayal kurmak Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İllüstrasyon: Kath Nash

Bazen 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında New York’taki lubunyaların balo hayatını anlatan Pose dizisini izlerken kendi kendime soruyorum, 90’ların Beyoğlu’sunun dizisi Türkiye’de çekilse acaba hangi hikâyeleri izlerdik? Ya da kanallarda yayınlanan dizilere bakıyorum, söz hep İnci’yle Han’ın aşkından açılıyor, Gülben de Esat’a hayran. Gülben ve İnci televizyon ekranlarında asla aşkın ekseninde karşılaşamıyor. Türkiye’deki televizyon ekranlarında LGBTİ+’ların hikâyelerinin olmamasının nedeni izleyicinin sadece heteronormatif ilişkileri izlemeyi istemesi değil. Ama yine de insan merak ediyor, LGBTİ+ hakları konusunda soru sorulduğunda siyasetçilerin sığındığı bahane olan “toplumumuz hazır değil” gerçekçi bir önerme mi? Yoksa kültüre ve medyaya zorla giydirilen hukuki gömlek de biraz dar mı?

Kültür ve medya çalışmaları disiplinlerinin araştırma alanlarından bir tanesi kültürün ve medyanın yasal çerçevesidir. Bir şarkıyı, televizyon dizisini veya bir heykeli incelerken, sanatçıların, kültür üreticilerinin ve medya çalışanlarının uymak zorunda olduğu yasa ve yönetmelikleri eleştirel gözle incelemek bize kimi konularda kültürel ürünün içeriğinden daha çok fikir verebilir. LGBTİ+ temsilinin ülkemizdeki ana akım medyada var ol(a)mamasının nedenini anlamak için hukuki çerçeveyi masaya yatırmamız ve üretilen politikaların nasıl var olduklarını incelememiz lazım.

RTÜK’ün gölgesi

Türkiye’de televizyonlarda neyin gösterilip neyin gösterilemeyeceğini dolaylı olarak belirleyen kurum 1994 senesinde kurulan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu. Halk içinde daha çok RTÜK olarak bilinen kurulun üyeleri meclisteki siyasi partiler tarafından seçilir, bu nedenle mecliste en çok temsil edilen ideolojinin RTÜK’ün verdiği kararlar üzerindeki etkisi en büyük. Bu yapı nedeniyle bugün Meclis’i kontrol edenler RTÜK’ün alacağı kararları ve dolayısıyla televizyonları, radyoları ve isteğe bağlı yayın yapan platformları da kontrol ediyorlar.

RTÜK’ün kontrol mekanizmasını biraz yakından incelersek, hikâyelerimizin ana akım medyada yer alamamasının nedeni daha kolay anlaşılabilir. RTÜK bir yayını önceden denetleyemez, en azından kanunda bu böyle yazıyor. Bu devlet kurumu, bir yayın nedeniyle kanala veya platforma para cezasından başlayıp kanal kapatmaya giden bir ölçekte ceza verebilir, ancak bu, ceza verilecek yayın yapıldıktan sonra olur. Kanun diyor ki televizyon ve radyo kanallarıyla isteğe bağlı platformlar kanunda belirtilen kriterlerin dışına çıkmadan yayın yapmaları gerektiğini bilmeliler, bu nedenle de “biz böyle bir yayın yapmayı planladık, siz ne dersiniz?” diye RTÜK’e sormamalılar. 

Ancak kanunda uyulmadığı takdirde cezalandırılacağı ilan edilen kimi kurallar oldukça muğlak. Bu belirsizliği üst kurul, verdiği cezalarla ayrıntılandırıyor. Mesela kanunun 8. maddesinin 1. fıkrasının f bendi der ki: (Yayın hizmetleri) (t)oplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz. Bu durumda bir yayının maddedeki ilkelere aykırı olması kararı mecliste çoğunluğu yakalayan partilerin “milli ve manevi değer, genel ahlak ve aile” kavramlarını tanımlamalarına göre alınmakta. Yani kararlar toplumun genelinde değil, çoğunluğunda ya da mecliste en çok temsil edilenin kesiminde kabul edilen anlamlara dayandırılıyor.

Son yıllarda televizyon kanallarına verilen cezalara baktığımızda LGBTİ+’ların hikayelerinin, cinselliklerinin, hatta yaşadıkları ülke kanunlarının onlara verdiği hak olan evliliklerinin üst kurul tarafından “milli ve manevi değer”lere veya “Türk aile yapısı”na karşı addedildiğini görüyoruz. Mesela bir klipte iki kadının öpüşmesi ve birbirlerini okşamaları veya bir filmde iki Amerikalı geyin kendi hükümetlerinin onlara verdiği evlenme hakkını değerlendirip düğün yapmaları RTÜK için problem oldu. Bu yayınları yapan kanallara soruşturma açıldı veya direkt ceza verildi. Kanallar bu yayınları tekrarlamadığı için cezaların içeriği programı yayından kaldırmaya veya kanal kapatmaya varmadı.

Bu hukuki çerçevenin içerisinde ülkede LGBTİ+’ların hikâyelerini inceleyen bir dizi yapmak istediniz diyelim. Bu diziyi yazmanızda ve çekmenizde aslında teorik ve hukuki herhangi bir engel yok. Ancak engeller ceza şeklinde kendini siz bu diziyi televizyonda yayınladığınızda ve RTÜK bu yayın hakkındaki şikayetleri inceleyip para cezası kestiğinde ortaya çıkıyor. Yani devletin kontrol mekanizması kültür üreticilerine “ya bu işe hiç kalkışma ya da yaparsan cezasına katlan” diyor. Konuyu para ile çözmek de kolay değil. Kanal yöneticileri “Cezasını öderim, diziyi yayınlamaya devam ederim” diyemiyor zira denetimin kolu kanal kapatmaya kadar uzanabiliyor.

Türkiye’de işte bu nedenlerden dolayı otosansür var. Geçen sayıdaki yazımda eleştirdiğim Ay Yapım’ın Menajerimi Ara uyarlamasında eşcinsel karakterleri silmesi problemi otosansür nedeniyle ortaya çıkıyor. Konuya hiçbir yapımcı, dizisini yayınlattığı kanala yüksek meblağlı idari para cezaları kestirmek istemiyor diye bakabiliriz. Ama biraz daha ince düşündüğünüzde durum aslında şu: Hiçbir yapımcı LGBTİ+’ların yok sayılmamasının, hikâyelerinin tüm topluma ulaşmasının maddi ve manevi bedelini ödemeye yanaşmıyor. Bizim varlığımızı ekranda göstermeyi hem hikâye anlatımı için hem de toplumun her öğesinin birlikte yaşayabileceğini izleyicilere göstermek için gerekli olduğunu düşünmüyor. Ya da bunu düşündü diyelim, bunu finansal bir riski olarak görüp bizleri hikayelerden çıkarıyor.

Televizyonlardaki dizilerin üretimi bu kadar sınırlayıcı değilmiş gibi bir de isteğe bağlı içerik sağlayan kimi platformların var olan otosansür mekanizmasını neredeyse tersine çevirdiğini ve sansür haline getirdiğini 2020 senesinde gördük. RTÜK üst kurul üyelerinden birinin doğruladığı duyuma göre Netflix’in eşcinsel olarak yazılmış Aşk 101’in Osman karakteri platform ve RTÜK arasında, program yayınlanmadan önce yapılan görüşmeler sonucunda değiştirildi. Yani Netflix yöneticileri dizinin içeriğini Türkiye’deki kontrol sisteminin kanunda öngörmediği bir şekilde RTÜK’le yapım aşamasında görüşerek onlara “önceden” müdahale hakkı verdi. Bunun başka dizilerin veya platformların yapımında yeniden tekrarlanıp tekrarlanmadığını bilmiyoruz.

Hayal kurmak hala serbest

Kanallar LGBTİ+’ların hikâyelerini yok sayıyor. Uluslararası güce ve kaynaklara sahip platformlar marka değerlerini dünyanın başka yerlerindeki LGBTİ+ hareketlerine verdikleri sözüm ona desteklerle artırmaya çalışırken, Türkiye’deki sansür-otosansür dengesini yerle bir edecek hareketlerde bulunuyorlar. Netflix bir yandan Pose’un Türkiye’de izlenmesini sağlıyor olabilir ama Türkiye’deki yapımcıların kendi Pose’unu çekmesine açılacak bir yol varsa bile bunu kâr amacıyla tıkıyor.

Peki bu durumda ne oluyor? Yok sayıldığımızda ortadan yok olmadığımız gibi, “e hadi o zaman biz sadece heteronormatif kültürel ürünleri izleyelim” demiyoruz. Türkiyeli LGBTİ+’lar olarak bize benzeyen insanların hikâyelerini televizyonda görmediğimizde bu hikâyeleri başka bağlamlarda çekilen dizilerde aramaya başlıyoruz. Bu aslında sadece LGBTİ+’ların ana akım kültürel üretimle ilişkisinde görülen bir durum değil. Türkiye’de, tüm dünyada olduğu gibi, kültürün küçük adacıklara bölünme hali var. Bunun en güzel örneğini belki de yine dizi dünyasından verebiliriz. Son on yılda hangi diziyi ülkedeki büyük bir çoğunluk izledi? Süper Baba’nın, İkinci Bahar’ın, Asmalı Konak’ın veya Kurtlar Vadisi’nin final bölümlerinde boşalan sokakları hatırlar mısınız? Bu en son ne zaman yaşandı? Hadi TV işi karışık diyelim, belki popüler müzikten de bu küçük adacık durumuna bakabiliriz. Son üç dört senede Türkiye’de en çok dinlenen şarkıcılar listesine baktığınızda ilk defa adını duyduğunuz insanlar hiç oldu mu? Şarkıları belki yoldan geçen arabaların açık camlarından bangır bangır çalındıkları için veya markete girdiğinizde fonda fark etmeden size sunulmuş oldukları için tanırsınız, ama onları söyleyen şarkıcıların hepsinin ismini biliyorum diyebilir misiniz? Ya da en son hangi albümün her şarkısını Tarkan’ın Karma albümündeki şarkılar gibi (isteyerek veya istemeyerek) ezberledik?

Kültürel adacıklar bir sınırlanma hali gibi görünse de, aslında bir ülkenin kültürel adacığından başka bir ülkedeki muadiline uzanmak hiç de zor değil. Mesela RuPaul’s Drag Race’in hayran kitlesi dünyanın her yerindeki gibi ülkemizde de oldukça büyük. Pose, Shitt’s Creek, Killing Eve veya Sex Education dizileri Türkiye’de her yeni sezonunu iple çeken büyük izleyici kitlelerine sahip. Bunları izleyenlerin “ülkemiz dışındaki farklı aile yapıları neymiş? Öğreneyim de kendimi ve çevremi ona göre değiştireyim” gibi bir güdüyle değil de, “bana benzeyen insanlar geçmişte nasıl hayatta kaldı ve bugün nasıl hayatlar yaşıyor?” sorularıyla izlediklerini not etmek lazım.

Yazının başında bahsettiğim hukuki engeller olmasa önümüze açılacak pencereye de dikkat çekmek lazım. Düşündünüz mü LGBTİ+’ların hikâyelerini ülkemizin bağlamında temsil etmek ve izlemek mümkün olsa nasıl televizyon programlarımız olurdu? Mesela Bülent Ersoy’un hayat hikâyesi çekilse... Türk sanat müziği dünyası gibi acımasız bir dünyada trans bir kadın olarak kendine yer buluşunu, cinsiyet uyum süreci için verdiği hukuki mücadeleyi, sanat dünyasında uğradığı transfobiyle dişe diş kana kan savaşmasını, kurgunun açtığı pencereden izlesek, fena mı olurdu? Veya Bir Başkadır’ın jeneriğinden sonra Türkiye tarafından yeniden keşfedilen Ferdi Özbeğen’in gazino sisteminde başına gelenleri bir dönem dizisinde izlemeyi istemez misiniz? Hadi kırk, elli sene önce geçen dönem dizilerinden hoşlanmıyorsunuz, o zaman size Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ni yazışını konu alan başka bir dönem dizisi versek? Modern hayat, unutkan hayattır. LGBTİ+’lar olarak yüzyıllardır bu topraklarda var olduğumuzu, bu toplumun asli unsuru olduğumuzu bizleri bugün yok sayanlara o veya bu şekilde anlatmamız gerekiyor. Ayrıca kendi tarihimizi bilmemiz için kimi karakterleri akademi, sanat ve medya üretiminde yeniden keşfetmemiz gerekiyor ki bugün yaşadığımız problemler içerisinde kendi yolumuzu daha rahat bulalım. Türkiye’deki LGBTİ+ hikâyelerinin kurgunun penceresinden, herkesin izleyebileceği şekilde yeniden anlatılması işte bu yüzden önemli.

Hep dönem dizisi yapmak zorunda da değiliz. Türkiye’de yayın dünyasının çetrefiline rağmen hâlâ üreten birçok LGBTİ+ yazar ve çizer var. Kaos GL’nin 15 yıldır düzenlediği Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda dereceye giren öyküleri televizyon filmi olarak çeksek, harika olmaz mı? Türkiye televizyonlarında anlatılan kadınlara dair hikayeler sadece kocaları tarafından aldatılmaları (Sadakatsiz yazarları, size bakıyorum) veya anneleri tarafından duygusal şiddete maruz bırakılmaları (bu kez de sendeyiz Masumlar Apartmanı) mı olmalı? Ya da daha kaç tane Zülfü Livaneli hikâyesini ekrana taşıyabiliriz? Biraz da Cahide Birgül, Murathan Mungan veya Selim İleri romanları ekranlarımızı süslese fena mı olur? Hadi gerçek dizi istemiyorsunuz, peki her yaş için yapılan çizgi filmler versek? Kanallar Aslı Alpar ve Semih Özkarakaş’a her türlü yaşa hitap eden çizgi filmler ısmarlasalar, ekranlar renklenmenin ötesine geçip toplumun her kesimindeki yaraları sarmaya katkıda bulunmaz mı?

Türkiye’de LGBTİ+’lara karşı yapılan nefret söylemi çığırından çıkmış durumda. Bu nefret ve dışlama sistematik hala gelse de, aktivistler ve sivil toplum bu olumsuzluğa var güçleriyle direniyorlar. Bizler de kendi kültür adacığımızda, bazen kurgunun da yardımıyla, toplumsal tartışmayı bir, iki, bazen de on adım ileriye götürüp birlikte yaşamayı mümkün kılan hayatlar yaratmayı başarıyoruz. Bu tahayyülü ana akım medyaya taşıyınca ülkedeki manevi değerleri veya aile yapısını bozuyor muyuz, bunu bilebilmenin bir ölçeği olabileceğini düşünmüyorum. Kaçınılmaz olan değişimin etkileri yine yoruma dayalı olacaktır. Ama herkesin izleyebildiği kurgusal temsiller ülkenin hem tarihinde hem de bugününde var olan bir öğenin dertlerini, sevinçlerini ve hayallerini toplumun geri kalanıyla paylaşmaya ve bunu onlara hatırlatmaya yardımcı olduğunda toplum daha kapsayıcı ve eşit hale gelecektir.

Kurgunun katkıda bulunabileceği oluşum daha kapsayıcı, eşitlikçi ve sağlam bir toplumu yeniden düşünmek. RTÜK buna da karşı çıkmaz herhalde, değil mi?

Kaos GL dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Diyalog dosya konulu 176. Sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam