05/02/2024 | Yazar: İlker Hepkaner

Popüler kültür, herkesten çok bizim kültürümüzdür desem abartmış olmam sanırım. Popüler kültürü kullanarak ortaya çıkardığımız yeni yaratımların direnmenin gullüme duyduğu ihtiyacı, gullümün direnişi güçlendirmesini, baskıyı sürdürmek isteyenlerin her zaman bir adım ötesinde olmamızı en güzel şekilde anlattığını düşünüyorum.

Popüler kültür bizim kültürümüz, burada hepimize yer var! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Çocukluğumdan beri temsil biletleri el yakan operalar, anlamanız için ondan fazla kitabı okumuş olmanız gereken filmler, ulaşılması zorlaştıkça değeri artan sanat eserleri yerine geniş kitlelere söylenmiş şarkılara, televizyonda anlatılan hikayelere, gişe rekorları kıran filmlere kendimi daha yakın hissederim. Çocukken çok sınırlı sayıda insanın sinemada izleyebildiği filmler hakkında TRT2’de sinema eleştirmenlerinin lafı döndüre döndüre hiçbir şey söylemedikleri programlarda uykum gelirken, bir sürü pop yıldızının kariyerini başlatan Bir Başka Gece başladığında zınk diye uyanırdım. O dönem “Televizyon izlemiyorum” cümlesini sarf edenler otomatikman entelektüel olduklarını sanıyorlardı, yüksek kültürün bu uzmanları popüler kültürün tüketicilerine kalıplaşmış laflarla ufak aydınlatmalar yaşatmaya bayılırdı: “Sezen Aksu çok detone söylüyor” derlerdi mesela ya da “Zeki Demirkubuz’u anlamak için Çehov bilmek lazım”dı onlara göre. Birileri bana klasik müzikten, operadan ya da oldukça kötü ve eksik çevrilmiş Rus klasiklerinden bahsettikçe Titanik filmine, Madonna şarkılarına, Friends’e koşardım. Popüler kültürün sadece tüketilmek, hegemonik olanı yeniden üretmek, insanları kapitalizmin derin uykusundan uyandırmamak için var olduğu iddiasının temellerini az çok anlardım, ama popüler olanın, çokça ve sıklıkla sevilenin her zaman “kötü” olduğuna da asla ikna olmazdım. İnadına Sezen Aksu’yu açardım ya da Ezel Akay’ın Neredesin Firuze’sini Zeki Demirkubuz’un Yazgı’sından çok daha fazla kere ve zevkle izlemişimdir bu nedenle. 

İnsan içinde yaşadığı dünyayı keşfettikçe kendini daha iyi tanıyor, kendini keşfettikçe de dünyayı daha iyi anlıyor. Queer kimliğimle tanışmaya, barışmaya ve yaşamaya başladığımda yüksek kültür-kitle kültürü arasındaki çatışmaya dair anlayışım temelinden değişti. Öncelikle Rus klasikleri veya operaların o kadar da sıkıcı şeyler olmadıklarını fark ettim. Ancak yüksek kültürü öve öve bitiremeyenlerin çoğunun o kültürü çok derinden özümsedikleri için değil, beğenilerini ifade ettiklerinde topladıkları(nı sandıkları) kültürel sermayenin peşinde oldukları için o beylik lafları ettiklerini öğrendim. Buna rağmen yine de Rus klasiklerinin auteur sinemadaki karşılığını ayakta alkışlar bir hale gelmem söz konusu olmadı. Zira sözümona yüksek kültürün ürünlerinde kendimi, yan yana durduklarımı, beni ve ait olduğum topluluğun değerlerini, dertlerini, hikayelerini göremiyordum. 

Queerlerin popüler kültür sevgisini tartışırken şunu da not etmek lazım: Popüler kültür herkese açık ve tüketmesi oldukça hesaplı olduğu için farklılıkları nedeniyle sosyal ve ekonomik düzenden sistematik olarak dışlanan queerlerin popüler kültürü diğer her şeyden daha fazla tüketmeye yönelmesi oldukça anlaşılır bir olgu. Popüler kültürün önünde yüksek kültürdeki gibi koca koca akademik ve finansal duvarlar yok. Heartstopper’ı bir şekilde dijital platform üyeliğiniz yoksa bile izleyebiliyorsunuz. Ama bu Eylül’de Aspendos’ta sahnelenen Aida operasının bilet fiyatları 300TL’den başlıyor.   

Popüler kültür biz queerlere yüksek kültürün açtığından çok daha geniş ve bereketli bir alan açıyor, erişilebilirliği sayesinde bizlere paylaşabileceğimiz, yeni anlamlar üretip birbirimizle anlaşabileceğimiz bir repertuar sunuyor. Mesela popüler kültür, LGBTİ+’lar 19. yüzyılın sonundan itibaren özellikle Batı’da büyük şehirlerde bir araya gelip kendi dayanışma topluluklarını ve altkültürlerini oluştururken bizlere özellikle heteronormativitenin baskıcılığından kaçma imkanı veren bir kelime ve sembol dağarcığı sağladı. 20. yüzyılın ortalarında ABD ve Britanya’da Oz Büyücüsü filminden ilhamla “Friend of Dorothy / Dorothy’nin Arkadaşı” öbeğinin LGBTİ+’lar arasında birbirlerini tanımak için bir şifre olarak kullanılmasını 2021’de burada[1] yazmıştım. 

Buna ek olarak popüler kültür bizlerin hikayesini anlatmakta her zaman diğer kültürel alanlara göre daha istekliydi. Mesela Francisco Salazar’a göre[2] koskoca opera tarihinde ilk queer ana karakter Alban Berg’in 1935 tarihli, yarım kalmış Lulu operasında görülmüş, ilk queer hikayeyi merkezine alan ana akım opera Patience and Sarah da ancak 1998’te New York’ta sahnelenmiş. Yani yüksek kültür o kadar yükseklerde kalmış ki biz fani queerleri opera sahnesine taşımak ancak 1990’larda gerçekleşebilmiş. Buna karşın ABD merkezli televizyon üretiminde özellikle geç 90’lar ve erken 2000’lerde iyiden iyiye artmaya başlayan eşcinsel görünürlüğü önce biraz sorunlu olsa ve stereotipik temsiller nedeniyle yalpalasa da 2010’larda daha gerçek karakter ve hikayelere yer verilmesiyle popüler kültüre adeta damgasını vurdu. Ayrıca aynı dönemde bu üretim sevinen, aşık olan, hayatına olabildiğince acısız ve dramasız devam edebilen transların hikayelerine de alan açtı. 1990’lardan bu yana popüler müzikteki kimi gelişmeler queer alt kültürlerin geniş kitlelerle buluşmasına ön ayak oldu (bknz. Madonna’nın New York’lu göçmen ve siyah queerlerin dansı olan Vogue’u 1990’da popüler kültürün tam ortasına getirmesi), ve olmaya devam ediyor (bknz. 2022’de Beyoncé’nin balo kültürü etrafında yeni bir anaakım müzikal rönesans başlatması). Kim Petras, Lil Nas X, Sam Smith gibi yıldızları parlayan birçok yeni sanatçı dolaptan çıkmak için önce başarılı olup kabul edilmeyi beklemiyor artık. Genelde müziğin gerisinden gelen Hollywood bile 2005’teki Brokeback Mountain’dan beri çok yol kat etti. Bir filmin başarısının ve kitlelerce sevilmesinin aldığı ödüllerle açıklanmasından hiç haz etmesem de Moonlight’ın 2017’de aldığı En İyi Film Oscar’ı Hollywood’da bir şeylerin oldukça değiştiğinin en önemli göstergelerinden biri oldu. Yani bir gün olur da size queerler popüler kültürü neden bu kadar seviyor diye sorarlarsa, kendilerini o kültürde daha çok görebiliyorlar da ondan diyebilirsiniz. Buna ek olarak popüler kültürdeki olumlu LGBTİ+ temsilinin anaakımda yer alan homofobi ve transfobiyi gerilettiğini gösteren kimi araştırmalar[3] olduğunu belirteyim. Yani bu görünürlük bizlere karşı toplumun tutucu kutbunda var olan nefreti azaltma yetisine de sahip.  

Bu yazıyı okuyanlar çizdiğim tarihsel izleğin oldukça Batı hatta Anglo-Amerikan eksenli olduğunu düşünecektir, haksız da değilsiniz, ancak bu gelişmeleri Türkçe yazdığım bir yazıya neden aldığım birazdan daha açık olacak. Yukarıda bahsettiğim olumlu izlek ne yazık ki Türkiye popüler kültüründe benzer bir şekilde ilerlemedi. Özellikle 2002 sonrası Siyasal İslamın ülkenin kültürel kodlarını yeniden yazması nedeniyle Türkiye’deki popüler kültürdeki -sorunlu da olsa- eşcinsel karakterlerin temsilinin artmasına ve sonrasında bu temsilin düzelme şansı bulmasına fırsat olmadı. Hatta sansür mekanizması var olan queer temsillerin ortadan kalkmasına sebep oldu. Burada Huysuz Virjin’i bir defa daha sevgiyle analım. Sansüre rağmen Türkiye’deki LGBTİ+ örgütlenmesi ve dayanışması kamusal etkinliğini artırdı ve 2013’teki Gezi Direnişi LGBTİ+’ların en azından şehirlerdeki varlıklarını özellikle üst ve orta sınıflara kabul ettirse de günlük hayattaki bu görünürlük popüler kültüre Batı dünyasındaki gibi yansımadı. Ancak bu demek olmuyor ki Türkiyeli LGBTİ+’lar küresel popüler kültürdeki olumlu gelişmelerden tamamen mahrum kaldı. Aksine özellikle İnternet ve sosyal medya sayesinde Türkiye’deki LGBTİ+’lar ABD ve İngiltere’de üretilen ancak dünya üzerindeki birçok bağlamda anlam ve yankı bulabilen popüler kültür ürünleri sayesinde toplumun bir parçası olma, mücadele ve dayanışma konularında olumlu temsillere tanıklık etme ve etkin hikaye anlatılarını deneyimleme fırsatını yakaladı. Bir yandan sansür mekanizması elbette hâlâ çalışıyor, en son RTÜK LGBTİ+’ların hayatlarını işleyen programlar nedeniyle dijital platformlara idari para cezası yağdırdı[4]. Ancak hegemonik güç ana akım medyayı ve İnterneti ne kadar kontrolü altına almaya çalışırsa çalışsın LGBTİ+’lar her zaman bir şekilde hem Türkiye’deki hem de dünyadaki popüler kültürle ilişkilenmenin yolunu buluyor. 

Sosyolog Dick Hebdige’e göre alt kültürlere sahip topluluklar hegemonyadaki objeleri, alanları ve işaretleri alıp kendilerine uyarlarlar ve bunu direnişin bir parçası haline getirirler. Bu saptamanın özellikle Türkiye’de LGBTİ+’ların artan siyasal ve sosyal baskı ve medya üretiminden dışlanma karşısında alternatif kültürel üretim yollarıyla kendilerini ifade etmelerini anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum. Televizyon ve popüler sinema bizlere kapıları kapattıkça, özellikle sosyal medyada pek çok LGBTİ+ içerik üreticisi hem ABD-Britanya aksındaki, hem de Türkiye’deki popüler kültürden referansları serbestçe alıp yepyeni içerikler üretiyor. Mesela Instagram’daki madividler[5] hesabında Bülent Ersoy’un Ariana Grande’ye şarkı yarışmasında ders vermesini[6] ve Beyoncé’nin Hadise’nin Stir Me Up şarkısıyla dans etmesini[7] izleyebiliyorsunuz. Benzer bir diğer hesap olan heterosavars[8] hesabında, Hatice’nin “Aile gibi yaşayalım dedim” monologunu[9] bir de Nicki Minaj’dan dinleyebiliyor, rapçi Ice Spice’a benzediği için bir öğrenciye verilen Mustafa Kemal Atatürk imzalı Ice Spice Belgesi’ni[10] inceleyebiliyorsunuz. LGBTİ+’ların yaratıcılığının birçok bağlamdan beslendiğini gözler önüne seren, popüler kültürün kendini yeniden yaratma gücünü ortaya çıkaran, çiçeklerin yolunmasının baharın gelişini erteleyemeyeceğini gösteren harika örnekler bunlar.  

Bu yüzden popüler kültür, herkesten çok bizim kültürümüzdür desem abartmış olmam sanırım. Popüler kültürü kullanarak ortaya çıkardığımız yeni yaratımların direnmenin gullüme duyduğu ihtiyacı, gullümün direnişi güçlendirmesini, baskıyı sürdürmek isteyenlerin her zaman bir adım ötesinde olmamızı en güzel şekilde anlattığını düşünüyorum. Şimdi heyecanla yan yana ayakta durduklarımın, dayanıştıklarımın yani onlardan daha çok bizlerin üreteceklerini, yazacaklarını, söyleyeceklerini bekliyorum. Popüler kültür, bizim kültürümüz, burada hepimize yer var.


[1] https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose-yazisi/olmadi-bastan-gey-ikonlari-oldu-yasasin-queer-onderler

[2] https://operawire.com/pride-month-2017-a-look-at-the-lgbt-operas-in-history/

[3] https://www.hollywoodreporter.com/news/general-news/thr-poll-glee-modern-family-386225/

[4] https://kaosgl.org/haber/rtuk-dijital-platformlara-ceza-yagdirdi

[5] https://www.instagram.com/madividler/

[6] https://www.instagram.com/reel/Ct_cmmwI86c/?igshid=MTc4MmM1YmI2Ng%3D%3D

[7] https://www.instagram.com/reel/CvfEXvUoKCk/?igshid=MTc4MmM1YmI2Ng%3D%3D

[8] https://www.instagram.com/heterosavars/

[9] https://www.instagram.com/reel/Cu1G4ElIIpA/?igshid=MTc4MmM1YmI2Ng%3D%3D

[10] https://www.instagram.com/p/CtpAO1doVJQ/?igshid=MTc4MmM1YmI2Ng%3D%3D

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Popüler Kültür dosya konulu 192. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam