01/04/2021 | Yazar: Kerem Dikmen

Tabipler Birliği’nin açıklamasından yukarıdaki nedenlerle tatmin olmadık, olamadık. Durumdan üzüntü duyan Tabipler Birliği’nden bu çelişkileri gidermesini beklemenin haklı bir beklenti olacağı inancındayız.

Tabipler Birliği yanılıyor mu, yanıltıyor mu? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Modern ceza hukuku normlarını kanunlaştırmasından sonra heteroseksüellik dışındaki kimlikler kriminalize edilmese de Türkiye, LGBTİ+'lar açısından her zaman için baskı ikliminin hakim olduğu bir ülke oldu. Bunun en temel nedeni hiç şüphesiz hukuk karşısında tanınmama hali. Tanınmama demek statüye sahip olmamak demek. Yani devlet, ceza kanununa hüküm koyarak özneye “sen yoksun” demese de, hukuken tanımayarak “varsın” da dememiş oluyor. Dolayısıyla var olma haline ilişkin herhangi bir düzenleme yapmaya da yönelmiyor.

Gene de Türkiye'nin 3 Ekim 2005 tarihinde Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerine başlamış olması genel olarak insan hakları özel olarak da LGBTİ+ hakları açısından görece genişleyici bir süreci beraberinde getirdi. LGBTİ+'ların kurumsal olarak örgütlenebildiği, kitle iletişim araçlarını daha yaygın ve açık şekilde kullanabildiği, siyasi öznelerle muhataplık ilişkisine girebildiği bir dönemi hep beraber seyrettik. Şüphesiz bu süreç Türkiye'nin LGBTİ+'lar açısından yaşanabilir bir yer olması, “LGBTİ+ özgürlük alanı” olması anlamına gelmedi. Ancak gene de LGBTİ+'lar hukuksal olarak tanınma, temel haklara erişme mücadelesini “daha” özgür bir ortamda yapabildi.

Önce Gezi Parkı eylemliliklerinin Türkiye sathına yayılmasının ardından ülkeyi yönetenlerin bu eylemlilikleri kendi iktidarları için tehdit olarak görmesi, sonrasında da devletin bir makas değişikliği ile toplumsal politikasını barış, temel haklar ve özgürlükler çizgisinden güvenlik alanı çizgisine taşıması, bunun yarattığı yeni ittifak zeminleri ile zaten geleneksel olarak LGBTİ+'ları yok sayan devlet teori ve pratiğinin, yok sayma halinin de ötesine geçerek onu ortadan kaldırma çizgisine geçtiğini hepimize gösterdi. Şüphesiz kamusal alanın diğer unsurlarına da gösterdi. Akademisyenlerden, sendikalara; siyasi partilerden meslek kuruluşlarına dek her kesim, devletin özgürlük alanına dair yeni ( Belki de eski ) yaklaşımını farklı pratiklerle deneyimledi.

Bu anlamda LGBTİ+'ları kamusal alanda gettolara ( fonksiyonel olarak ) gettolaştırmanın ilk fiili uygulaması şüphesiz Ankara genelindeki süresiz “LGBTİ+ temalı etkinlik yasağı” idi. OHAL ile başlayan, OHAL sonrası olağanlaştırılan kamusal alana çıkarmama kararlılığı, ODTÜ örneğinde olduğu gibi genelden özele doğru ilerledi. En başta devletin merkezi olan Ankara’daki devlet erkanının “gözlerinin önünden uzaklaştırma” olarak okunabilir mi acaba diye düşünülen yasaklar, aşama aşama Türkiye’nin diğer illerindeki onur yürüyüşlerine sirayet etti, bugün Türkiye’de özgürce, polis baskısı veya yasaklar olmadan onur yürüyüşü yapılabilen bir il yok. Devlet, çocuk yetişkin demeden onur yürüyüşüne veya en azından bu konudaki basın açıklamasına katılan bütün LGBTİ+’ları, büyük bir “zevk”le göz altına alıyor, sanık sandalyesine oturtuyor.

Devlet bu kararlılığı ile iki şeyin farkına varmış oldu. İlki, LGBTİ+'lar üzerinde uyguladığı “deneyleri” diğer toplumsal kesimlere tahvil ederek uygulama alanını genişletti. Böylece LGBTİ+'lar fonksiyonel ( Fiziki olmayan, işlev itibariyle ) gettolara hapsedilmişken seyreylemekle yetinen diğer toplumsal muhalefet odakları, bir süre sonra devletin benzer yöntemleri kendilerine de uyguladığını deneyimlediler. Bugün avukatların bile burunlarını baro binalarından dışarı çıkartamadığı bir Türkiye’yi konuşuyorsak bunun bir nedeni de “ötekine” yönelen devlet gadrine berikinin itiraz etmemesidir. Bu devlet açısından LGBTİ+'lara uygulanan baskının ürettiği ilk fayda oldu. Diğer fayda ise şüphesiz, hakim siyasal yaklaşımın LGBTİ+'lara saldırdıkça kitlesini tahkim ettiğini bir kere idrak etmesi. Öyle ki, “eşcinsellerin manipüle etmesi” nedeniyle çıkıldığı söylenen İstanbul Sözleşmesinden ayrılma haline, Millet İttifakının muhterem öznesi Saadet Partisinin nasıl alkış tuttuğunu, hep beraber izledik.

Malum, bir kurşunu iki kere kullanmak mümkün değil. Dolayısıyla LGBTİ+'lara kamusal alanı yasaklamışken yasak üzerine bir yasak daha koymak mümkün değil. İşte bu noktada da devletin, öfkeli bir biçimde LGBTİ+'ların sembollerine saldırdığını hep beraber deneyimledik. Tabi devlet, iktidar dediysek de bu şüphesiz eksik bir tanımlama. Bu ideolojik aygıtlarıyla birlikte topyekün bir saldırı. “Onursuz ibne” şeklinde homofobik nefretin en vulgar halini kullanan destekli “medya” organlarından, bu sözleri ifade özgürlüğü olarak gören yargı makamlarına; LGBTİ+'ları lanetleyen anayasal kurumlardan, akademik alanda yürürlükten kaldırılan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesine dek bütün araçlarıyla devlet LGBTİ+'lara saldırıyor.

Ne var ki sembollere saldırı biraz daha zor ve meşakkatli. LGBTİ+'ları “halleden” devletin sembollere yönelmesini yukarıdaki açıklamalar mantıksal bir düzleme oturtuyor. Burada da hiç şüphesiz ana hedef gökkuşağı teması oldu. Sanıyorum açıktan yapılan ilk saldırı, uzaktan eğitime geçen çocukların yalnız olmadığını birbirine anımsatmak için pencerelere asılan gökkuşağı boyamalarının milli eğitim müdürlükleri tarafından engellenmeye çalışılması oldu. Bunun ardından piyasada arz edilen ürünlerin gökkuşağı içermesi nedeniyle ardı ardına piyasadan çekildiğine tanık olduk. Kriminalizasyonun diğer aşaması ise evlere asılan gökkuşağı bayrakları nedeniyle şikayet edilen ev sahipleri idi. Nihayet bugün artık gökkuşağı bayrağı taşımanın otomatikman göz altı nedeni sayıldığı bir Türkiye'de yaşıyoruz.

Bu süreçte alınan bir karar var ki özel önemi var. Aslında yazının konusu doğrudan bu fakat yukarıdaki özete değinmeden bu kararı yorumlamak eksik bir bahis olurdu. 9 Aralık 2020 tarihinde LGBTİ+ kamuoyu, belki de ülke kamuoyunun LBGTİ+'larla sınırlı olmayan tamamına yakın kısmı, BBC Türkçe tarafından servis edilen bir haberle Ticaret Bakanlığı bünyesinde Reklam Kurulu diye bir kurulun olduğunu öğrendi. Bu kurul, 10 Kasım 2020 tarihli toplantısında aldığı bir kararla internet üzerinden satılan ürünlerde gökkuşağı temalı olması veya ürün reklamında “normal”, “LGBT”, “Peace, Love is Love, Pride, LGBT” ifadelerinin kullanılması durumunda satışın ancak “+18” ibaresi ile gerçekleşebileceğine karar verdiğini, aksi halde ceza uygulanacağını ilan etti.

Burada önemli olan hiç şüphesiz, bu kurulun üyeleri arasında Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği gibi insan hakları alanında misyonu olan kurumların da temsilcilerinin olması idi. Bu durum çokça eleştirildi. Zira farkında mıdır değil midir bilinmez ama bu iki önemli kuruluş, devletin LGBTİ+'ların var oluşuna karşı yürüttüğü savaşta açtığı yeni cepheye, destek unsuru oldu. O kadar ki Ticaret Bakanlığı kendisine yöneltilen soru önergesine verdiği yanıtta, bu homofobik kararın TTB ve Barolar Birliği temsilcilerinin oybirliği ile alındığını özel olarak vurgulama gereği duydu.

Bu durum hem şahsen benim Kaos GL hukuk koordinatörü sıfatımla hem de gene Kaos GL Medya ve İletişim Program Koordinatörü Yıldız Tar'ın eleştiregeldiği bir durum oldu. Nihayet Tabipler Birliği konuya ilişkin bir açıklamayı 30 Mart 2021'de yayımladı.

Açıklamada özetle şu söyleniyor; alınan kararların toplantıda paylaşılandan farklı sonuçlara yol açtığı belirtilerek “Alınan karar doğrultusunda bu ürünlerin cinsellik ve erotizm içermeyenlerinin reklam ve tanıtımına ilişkin bir sorun bulunmadığı, bu ürünlerin “18+” olarak tanıtım yapmasının gerekli olmadığı açıktır. Kararın gökkuşağı kullanımının yasaklanması şeklinde değerlendirilmesi üzüntü vericidir ve birliğimiz yaklaşımı ile de bağdaşmamaktadır.”  Aynı açıklamada “Bu kararlarda da ifade edildiği üzere “tüm cinsel yönelimlere” yönelik cinsellik ve erotizm varlığı belirlenen ürünlerin, çocukların korunması amacıyla “18+” ibaresine yer verilerek tanıtım ve reklamının yapılabileceği ile ilgili ilke kararı doğrultusunda değerlendirme yapılmıştır.” denmekte. Yani TTB yasağın yalnızca cinsellik ve erotizm içeren ürünlerle ilgili bir karar olduğunu, bunun dışındakiler için bu gerekliliğinin bulunmadığını, kararın böyle yorumlanmasının “üzüntü verici” olduğunu belirtiyor.

Peki Reklam Kurulu kararında ne deniyor? Bakalım.

2020/1119 sayılı karardan: “Tespitler: www.trendyol.com ve www.gittigidiyor.com adresli e-ticaret sitelerinde yer alan tişört ve sweatshirt ürünlerinin; "Normal", "LGBT" ifadeleriyle birlikte, LGBT ve gökkuşağı temalarıyla satışa sunulduğu tespit edilmiştir.

Değerlendirme/Karar: İnceleme konusu ürün ve tanıtımların "+18" yaş uyarısına yer verilmeden satışa sunulduğu, bu durumun çocukların ve gençlerin zihinsel, ahlaki, psikolojik ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz yönde etkilediği, kültürel ve ahlaki sosyal davranışları bozmaya, değiştirmeye yönelik olduğu,”

2020/1120 sayılı karardan: Tespitler: www.trendyol.com ve www.gittigidiyor.com adresli e-ticaret sitelerinde yer alan kupa bardak ürünlerinin; "LGBT Power", "Equality, Bisexual, Freedom, Lesbian, Gay, Love is Love, Homosexual, LGBT Relationship" gibi ifadelerle birlikte, LGBT ve gökkuşağı temalarıyla satışa sunulduğu tespit edilmiştir.

Değerlendirme/Karar: İnceleme konusu ürün ve tanıtımların "+18" yaş uyarısına yer verilmeden satışa sunulduğu, bu durumun çocukların ve gençlerin zihinsel, ahlaki, psikolojik ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz yönde etkilediği, kültürel ve ahlaki sosyal davranışları bozmaya, değiştirmeye yönelik olduğu,”

2020/1121 ve 1122 sayılı karar içerikleri de benzer. Yani Tabipler Birliğinin açıklamasında belirttiğinin aksine cinsel sağlık, fantezi veya açıklamalarındaki ifade ile “cinsellik ve erotizm varlığı belirlenen ürünler” ile ilgisi olmayan bir karar. Zira tişört, sweatshirt, kupa – bardak gibi ürünlerin erotizm içerikli ürünler olmadığı malum.

Bu durumda birkaç ihtimal var. İlki, Tabipler Birliği temsilcisinin önüne gelen metni okumadan imzalamasıdır, şüphesiz bu durum Tabipler Birliğinin mevzuda kastının olmadığını gösterir ancak bunun da kendi takdir edeceği bir sonucu olmalıdır. İkincisi Reklam Kurulunun duyurusu kamuoyunu yanıltma amaçlıdır, bu durumda bu manipülasyonu bir an önce gidermek için Tabipler Birliğinin tutum alması, Bakanlığı açıklamaları düzeltmeye zorlaması gerekmektedir. Üçüncüsü ise Bakanlık açıklamasının doğru olmasıdır ancak Birlik açıklamasının ardından Bakanlık açıklamasını doğru kabul etmek için bir neden yoktur.

Bizler hak savunucuları olarak Tabipler Birliği’nin açıklamasından yukarıdaki nedenlerle tatmin olmadık, olamadık. Durumdan üzüntü duyan Tabipler Birliği’nden bu çelişkileri gidermesini beklemenin haklı bir beklenti olacağı inancındayız.

Aksi takdirde bir başka yazımda da belirttiğim gibi “Maalesef Barolar Birliği, TTB ve diğer meslek kuruluşlarının da istemli veya istemsiz parçası olduğu bu süreç en meşru hak eylemlerini bile basit CİMER başvurularıyla engelleyen homofobik ve transfobik çevrelere yeni bir yöntemi armağan etmiş oldu.”

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları
nefret