08/01/2024 | Yazar: Yıldız Tar

Bir gün birinin iktidar masasına Rusya örneğini getirmesinin, ardından yasal değişikliklerle LGBTİ+ örgütlerinin kapatılıp, LGBTİ+ varoluşunun suç ilan edilmesinin önündeki engel ne? Tek tek herkesin bu soruyu kendisine sorması, sorarken de dışarıdan bir yerleri işaret etmek yerine; kendi sorumluluğuna bakması gerekiyor.

Türkiye, Rusya olur mu? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Rusya’da LGBT hareketinin “aşırılıkçı” olarak tanımlanması ve hemen ardından ülkedeki gey barlara baskınlar, Türkiye kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmeyen bir gelişmeydi. Rusya’da insan hakları ve demokrasi lehine bir gelişmeden umudu kesmemizin bunda önemli etkisi var. Ancak “eşcinsel propaganda yasağından”, LGBTİ+ hak mücadelesini artık resmî olarak da “terör örgütü” klasmanına sokmaya uzanan Rusya’daki gelişmeler; bütün bölge açısından önemli. Hatırlayalım, daha birkaç yıl önce Rusya yanlısı, Putin’in gölgesi Ramazan Kadirov’un Çeçenistan’ında eşcinseller toplama kamplarında katledildi. Daha ortada “aşırılıkçı” kararı yoktu.

Türkiye ise, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini silah sanayisini tanıtmak için büyük bir fırsata dönüştürdü. Diğer yandan Rusya’ya Batı’nın uyguladığı ekonomik yaptırımları delmek için önemli bir rol üstleniyor. Hatta Avrupa Birliği ile gümrük serbestisi görüşmelerinde temel başlıklardan birinin, Türkiye’nin Rusya ile devam eden ticareti olduğunu da kulislerden biliyoruz. Ancak, Türkiye’nin dış politikada Rusya ile ilişkilerinin içeride daha geniş etkileri var.

2015 seçimlerinden sonra kurulan yeni hükümet ittifakı, görünürün ötesindeki aktörlerin de bir araya geldiği bir devlet koalisyonu. Bu koalisyonun içerisinde, önceki yıllarda iktidarın parçası olma gücünü yitiren Rusya ve Çin yanlıları da var. Hükümetin, hasta adam denilen Osmanlı’nın son döneminden beri sürdürülen denge siyaseti -yani bir o tarafa bir bu tarafa gülümseyip, ticari ve politik kâr elde etme yaklaşımı-, son demlerini mi yaşıyor yoksa oyun daha yeni mi başladı, kestirmek güç. Ancak, Türkiye’nin Rusya’ya gıptayla baktığı, devlet ittifakı içerisindeki Rusya yanlısı aktörlerin Putin’in baskıcı yöntemlerini rol model olarak masalara getirdiği aşikar.

Başlıktaki soruya gelirsek; Türkiye, Rusya olmaz elbette. Ancak, Rusya’dan devşirilen yöntemlerin ülkeyi ne hale getirdiğini de görmemek mümkün değil. Genel seçimler sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Rusya çıkışı, hemen ardından ortaya dökülen söylemler; seçimlerde bile bir ajan filmindeki gibi yöntemlerle olmasa da Rusya’nın etkin olduğunu gösteriyor. Rusya’dan ilham alan Cumhur İttifakı içindeki aktörler, “yerli ve milliliğin” sınırlarını LGBTİ+’ların hakları ve kanlarıyla çizdi, çizmeye devam ediyor.

Ukrayna’yı işgalini “insan doğasına aykırı, çürümüş, dejenere LGBTİ+’lara” karşı olduklarıyla açıklayan Putin’in savaş siyasetinde LGBTİ+’ların önemsiz olduğunu düşünebilir miyiz? LGBTİ+ meselesini hâlâ ayrıksı, özel bir konu olarak gören aktörler açısından, evet. Ancak önyargılarını bir kenara bırakarak olan biteni anlamaya çalışan herkes açısından Putin’in savaş ilanında bile bu konuya değinmesinde nice dersler var.

Türkiye’nin de 2015’ten beri önce hükümet, son yıllarda ise devlet politikasına dönüştürdüğü siyasal homofobi, yani LGBTİ+ düşmanlığını siyasi bir strateji olarak inşa eden yöntemlerin en temel ortak özeliği, LGBTİ+ kişileri, hakları ve özgürlükleri olan insanlar olarak görmek yerine; kültürel veya dini bir meseleye hapsetmek. Rusya’nın kendisini geleneksel değerlerin savunucusu, Batı’nın dejenerasyonuna karşı son kale olarak inşa etmesiyle; Türkiye’de Cumhur İttifakı ve çevresindeki İslamcı ve milliyetçi unsurların “aile elden gidiyor” hezeyanlarıyla “yerli ve milli” söylem kurması sadece teorik bir birliktelik değil, pratik ilişkilerin de bir yansıması.

Öteden beri, bu coğrafyada yaşayan insanların hak ve özgürlük taleplerini “Batı emperyalizmi” ile çerçeveleyen yaklaşımın farklı tonlarına şahit oluyoruz. Emperyalizm yerine bazen yozlaşma, bazen çürüme, bazen İslam’a karşı açılan savaş, bazen de milli güvenlik diskurları geliyor. Konuyu, kendi yurttaşlarınızın ve ülkenizin meselesi olmaktan çıkarttığınızda ise, Türkiye’nin AB ile mülteci anlaşmasından kazandığı politik güç doğrudan LGBTİ+ haklarını da etkileyen bir konuya dönüşüyor. AB’nin mülteci meselesindeki ikiyüzlülüğü ile Türkiye’nin bir mülteci açık hava hapishanesine dönmesi; Hükümet’in elindeki en büyük güçlerden birisi. Pandemi öncesi mültecilerin sınıra yığılması, Türkiye’nin AB’ye karşı bu gücünü hatırlattığı en önemli anlardan birisiydi. AB’nin buradan çıkardığı ders ise; Türkiye ile müzakerelerinde insan haklarından ödün vermek, beylik sözlerle endişelerini iletmenin ötesine geçmemek oldu.

Buna bir de Türkiye’nin silah sanayindeki ilerlemesi, dünyada en çok silah ihraç eden ülkeler arasında hızla yükselmesi, her savaşın da silah sanayi açısından reklam anlamına geldiği gerçeğini eklediğimizde; LGBTİ+ hakları konusunda en az Rusya kadar korkunç adımlar atmasının önünde hiçbir politik güç olmadığını görüyoruz. Aslında hiç de o kadar büyük bir mesele olmayan LGBTİ+ meselesine, taşıyabileceğinden daha fazla olumsuz değer yükleyen devletler, kendi ülkelerindeki demokrasi ve insan hakları güçleri harekete geçmedikçe bu yalanlarını sürdürebilmek için daha fazla adım atıyor. İşin sonu Rusya’da, “aşırılıkçı” tarifine kadar gidiyor.

Türkiye’de de aynı şiddette olmasa da benzer bir sürecin içinden geçiyoruz. Sadece seçim dönemlerinde değil, neredeyse her gün iktidar cenahının “yerli ve milli” söyleminin bir tuğlası da LGBTİ+’ları dışarlıklı göstermek oluyor. Onur Yürüyüşleri yasaklanıyor, LGBTİ+ hak savunucuları bir kısmı basına yansıyan çok fazla dava ile karşı karşıya kalıyor. LGBTİ+ dernekleri üzerinde basına yansımayan çok fazla idari baskının olduğunu, polisiye yöntemlere dönüşen çeşitli denetimlerle derneklerin işleyemez hale getirilmeye çalışıldığını da eklersek, tablonun pek iç açıcı olmadığını görüyoruz. Değil mi ki Putin’in ideologlarından Dugin, Büyük Aile Buluşmaları’nda konuştu. İdeolojik birlikteliğin ötesinde bir pratik çıkar birliği yok mu o buluşmayı örgütleyenlerin Rusya’yla?

LGBTİ+’ların böylesi yalnızlaştırıldığı bir ortamda, bir gün birinin iktidar masasına Rusya örneğini getirmesinin, ardından yasal değişikliklerle LGBTİ+ örgütlerinin kapatılıp, LGBTİ+ varoluşunun suç ilan edilmesinin önündeki engel ne? AB mi? Değil. Uluslararası insan hakları hareketi mi? Kim takar?

Tek tek herkesin bu soruyu kendisine sorması, sorarken de dışarıdan bir yerleri işaret etmek yerine; kendi sorumluluğuna bakması gerekiyor. Bütün bu gidişatı engelleyebilecek yegâne güç, yine biziz. Biz derken sadece LGBTİ+’ları kastetmiyorum. Bu topraklarda yaşayan, özgürlük ve eşitliğin her türlü çürüme ve yozlaşmanın panzehiri olduğunu bilen herkesi. Kendi haklarının elinden alınmasından endişelenen herkesin LGBTİ+ hakları için mücadele etmesi, iktidarın adım adım ilerlediği savaş yürüyüşüne karşı set oluşturması gerekiyor.

Yerel seçimlerin arifesinde henüz LGBTİ+’lar iktidarın temel argümanına dönüşmedi. Ancak aynı genel seçim sürecinde olduğu gibi, yerel seçimlerde de LGBTİ+’ların iktidar tarafından hedef gösterileceğini öngörmek güç değil. Muhalefetteki siyasi partilerin ne yapacağını ise öngörmek mümkün gözükmüyor. Daha doğrusu, genel seçim sürecindeki gibi LGBTİ+ meselesinde kafasını kuma göreceğini öngörebiliyoruz ancak yine de bir umut, belki bu sefer öyle olmaz. Zira öyle olursa, iktidarın deneme tahtası LGBTİ+’lara karşı attığı her adım; bir çığ gibi büyüyüp Türkiye’yi, Rusya’dan bile daha kötü bir noktaya sürükleyebilir…


Etiketler: insan hakları, nefret suçları, aile, siyaset, dünyadan
İstihdam