28/07/2024 | Yazar: Yıldız Tar

Kaos GL’den Umut Güner’in tarihine tanıklık etmeye davet ediyoruz. Tarihten Gizlenmeyenler’de Umut Güner’in tanıklığının ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Güner, Ankara günlerini anlatıyor.

Umut Güner: “Güvenpark’ta sivil polis taklidi yapan, ben polisim diyen tipler vardı” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayımlayan Kaos GL Dergisi 30.yaşını kutluyor Bu kapsamda bizde 30 yıllık mücadele tanıklık edenlerin tanıklıklarına sizinle paylaşmaya karar verdik.

Kaos GL’den Umut Güner’in tarihine tanıklık etmeye davet ediyoruz. Tarihten Gizlenmeyenler’de Umut Güner’in tanıklığının ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Güner, Ankara günlerini anlatıyor.

Ailene açılma sürecin nasıl oldu?

Annemim perdelerden dolayı beni anlaması sonrasında bir aile yemeğinde abimin benim gey olduğumu söylediğini sonradan hatırladım. Ancak bunu zihnimin gerilerine o kadar atmışım gibi yıllarca unutmuşum. Yirmili yaşlarda ben annemlere tekrar açıldım geyim diye. Aslında tekrar açılmadım. Ben ilk defa açıldım o ifşa dışında. Sonuçta kendimi hazırlayıp ben buyum demem biraz zor bir haldi. Çünkü Güvenpark’ta gasp edilmiştim, dayak yemiştim, cep telefonum ve param alınmıştı. Ve bunun sorumlusunun da onlar olduğunu düşünüyordum. Çünkü güvenli bir hayat bana sunmadıkları için. Eve gittim, onlarla yaşadığım şeyi anlattım. İşte babam “Güvenpark’a ibneler gider senin ne işin var orda” dedi. Annem “konu şu anda bu değil, Umut gasp edilmiş, dayak yemiş, sen neyi dert ediyorsun” dedi. Onun sonrasındaki süreçte aslında ben orda gey olduğumu söylediğimi zannediyorken daha sonraki zaman içerisinde gerçekten onlara ne kadar söyledim ne kadar söylemedim hep kafamda bir soru işareti olarak kaldı. Hatta Kaos’a gitmeye başladım aynı dönem. Her günüm Kaos’ta geçiyor. Kaos’un ne olduğunu biliyorlar. Ama hala gerçekten ben aileme açık mıyım, ailem benim eşcinselliğimi biliyor mu sorusunun böyle net bir yanıtı evet biliyorlar ve ben aileme açığım gibi değildi en azından 2000’lerin başında, o dönemki sevgilim hayatıma girene kadar.

Güvenpark’taherhalde ilk gasp edilme hikayem 98-99 olabilir. Zaten 2001 ya da 2002’de gasp edildim herhalde.

Ankara’ya ne zaman geldin?

96’da geldim.

“Ortaokul, cinselliği keşfettiğimiz zamanlar”

Orayı biraz anlatır mısın? Nasıl geldin? Belki biraz öncesini de… Yozgat’ta ilkokul, ortaokul, lise senin için nasıl geçti?

İlkokul güzeldi. İlkokulda annemle aynı okuldaydım. Ortaokulda da ilkokuldan arkadaşlarımın olduğu bir sınıftaydım. Ortaokul cinselliği keşfettiğimiz zamanlar ve daha doğrusu cinselliği kamusal alanda keşfettiğimiz, üzerinde de birbirimizle paylaşımlar yaptığımız bir zaman aralığı. Orda yakınlaşmalar, flörtleşmeler, zıtlaşmalar oluyordu. Mesela o dönem en fazla hoşuma giden sınıftaki iki çocuk aynı zamanda bana sürekli ibne olduğumu ima eden iki çocuktu. Yani böyle arzu-nefret ilişkisinden harmanlanıyordu. Çünkü bir yandan onlar bana şu mesajı veriyordu: Ben senin ne bok olduğunu biliyorum ve seni anlıyorum. O aslında seni anlıyorum durumu değil. Senin ne bok olduğunu anladım diyor ama ben onu “ben seni anlıyorum” gibi de anlıyorum aynı zamanda. Bir de ortaokulda en yakın arkadaşlarımdan biriyle her gün rüyamda seks yaptığımı görüyordum ve ilginç herhalde orta birde bu çok oluyor. Seks sonrası boşalmıyoruz. Sevişiyoruz. Bu arada seks dediğim şey sevişme sadece. Sevişme sonrası boşalmıyoruz. Boşalamıyoruz daha doğrusu. Rüya bir yerde kesiliyor. Ben her- Ertesi gün mesela bu rüyayı gördüğümde çocukla küsüyordum rüyam yarım kaldığı için de. Çocuk da anlamıyordu. Zaten bir gün de anneme demiş: “Ümmühan teyze işte Umut bana gene küstü, isterseniz onu bir doktora götürün diye arada sırada böyle yapıyor” diye. Mütemadiyen, böyle tutarlı bir şekilde çocuğu rüyamda görüp çocuğun boşalmaması ve benim boşalmamam üzerinden de küsüyordum.

Sonra liseye geçtin.

Liseye geçmek mesela benim için çok korkutucuydu. Neyse ki aynı sınıfla liseye geçtim. Lise biraz daha o anlamda daha özgür bıraktıkları bir alan annemlerin en azından zaman dilimi açısından da. Yani böyle doğrudan kötü bir deneyim olarak yaşadığım bir şey yok ama lisedeki arkadaşlarımla daha sonra görüştüğümde hepsi beni lisede zaten biliyordu. Yani zaten öyle bir ilişki içerisinde ilişkilenerek- Mesela pikniğe gitmişsiniz, herkes grup halinde fotoğraf çektiriyor, benim fotoğraflarımda sekiz kız be bir ben varım. Kız kıza pikniğe gitmişiz gibi.

Yani aslında lise çağı 80’ler sonu 90’lar başı…

90’lar başı, evet.

O dönem bir Bülent Ersoy tartışması da var ülkede. Onu hatırlıyor musun?

Onu çok hatırlamıyorum.  Bülent Ersoy’la kendimi hiçbir şekilde ilişkilendirmediğim için o dönem öyle. Benim lisede hatırladığım bir şey orta sonda lisede fizik öğretmenim var. Ona aşıktım. Ona bakıyordum böyle bütün gün. Ve tabii ki fizikten hiçbir şey anlamıyordum. Zaten Türkçe-Matematik öğrencisiyim ben. İlk kredili sistem. Türkçe-Matematik dersi bölümünü seçip de fizikten ders alan da tek insanım. Çünkü fizik hocası dünyanın en yakışıklı hocasıydı. Hoca da anneme şey demişti zaten, ya Umut hevesle dinliyor, gözlerini benden ayıramıyor ama yapamıyor bu dersi diye. Bu arada aynı derste sınavı geçmek için kopya çekmiştim. O hoca da anneme de keşke kopya çekmeseydi ben onu geçirirdim, zaten hiç kimse öyle güzel dinlemiyor beni demişti. Yani bayağı bir kendimi fark ettirecek şekilde her şeyi yapıyordum herhalde.

Sonra lise bitti.

Lise bitti. Üniversite sınavı için ben çok okumak istemiyordum. Ondan sonra belki iletişimde diyordum. Annem de iletişime karşı çıkıyordu. O uzlaşı sırasında ben hep yüksek tercihler yapıp kazanmama yönünde hareket ederken annem üçüncü sene ya sınıf öğretmenliği okursun ya da bu mevzuyu kapatırız dedi. O yüzden mecbur şey Hacettepe Sosyal Hizmet bölümüne geldim. Hacettepe’ye gelirken de Hacettepe Beytepe Kampüs içinde olduğunu zannediyordum. Tabii internet de bu kadar yaygın değildi o zaman. Bir tane fotoğraf görüyorsun, kampüsten fotoğraf. “A, üniversite güzelmiş diyorsun üniversitenin tek bir amfisini görüp. Sonra geldim. Hayatımın en büyük hayal kırıklıklarından biri. Keçiören’de bir lise binası. Ve kampüsle hiç alakası yok. Mahallede kahve var.  Kafe bile yok.  Pastane bile olmayan bir yer. Ve tek bir tane terziden bozma kırtasiye var. Yani adam terzi dükkanı, aynı zamanda fotokopi makinesi koymuş ders notları için fotokopi çekiyor.

“O parkla birlikte aslında ben Ankara’nın eşcinsel yaşamını da yavaş yavaş keşfetmeye başladım”

Ankara’da ilk zamanlar kendini nasıl hissediyordun?

Ankara bir kere Yozgat’tan hep geldiğimiz bir yer. Bir taraftan öyle bir aşinalığı olan bir yer ama keşfetmediğim bir yer. Çünkü hep aile ziyaretleriyle geldiğimiz bir yer.  Sonuçta annemin ve babamın tercihleri doğrultusunda gezdiğim ve tanıdığım bir şehirdi. Şimdi bu bana kendimi ve şehri keşfetme imkanı tanıyordu. Ankara’ya geldiğimizde ev aradığımız bir süreçte Cebeci’deki Mamak Belediyesi’nin karşısında o dönem böyle köhne bir park vardı. Orası çark parkıymış. Böyle ev ararken oturup dinlenirken fark ettim. Annemle oturmuştuk parkta, “Ben annemden sonra buraya geleyim” diye düşündüm. Ondan sonra o parkı keşfettim. O parkla birlikte aslında ben Ankara’nın eşcinsel yaşamını da yavaş yavaş keşfetmeye başladım. Çok ilginç herhalde oraya üçüncü dördünce gidişimde şu anda Kaos’ta olmayan ama Kaos’un posta kutusunu açmaya gelen biriyle de parkta tanıştık. Posta kutusuna kadar gittik geldik ama öylece bitti.

O dönemler biraz Ankara’da parklar vardı. Başka nereleri vardı, hatırlıyor musun?

Ben Kaos’a gelmeden önce park dışında bir yeri keşfetmedim sadece parkları keşfettim.  Gençlik Parkı, Hacettepe’nin altındaki park, sonra Sıhhiye’den Opera’ya doğru giden gasp edildiğim park… Ama benim Ankara’ya geldiğim sene aynı zamanda metro inşaatının bittiği ve parkın aslında son demlerini yaşadığı bir yer Güvenpark mesela. Çünkü uzunca bir süre Kızılay trafiğe kapandığı için Güvenpark kendiliğinden çok daha rahat kullandıkları bir alana dönmüştü. Benim geldiğim zaman o özelliğini yitiriyordu. Güvenpark’ta sivil polis taklidi yapan, ben polisim diyen tipler vardı.  Onlar işte seni haraç kesmeye, ailene söylemekle tehdit ediyorlardı. İşte onlardan birine de gasp edildim. O da ikinci hikaye olabilir herhalde. Ondan sonra ben eve gittim. Babama anlattım. Bu arada o kadar ilginç ki üstünde yarattığı psikolojisi… Cep telefonu yok ve senden zorla ailenin telefonunu, evinin telefonunu ve ev adresini alıyorlardı. Ve sen bunu vermek zorunda hissediyorsun. Mesela cep telefonunu alıp da cep telefonundan annenin, babanın telefonunu almak değil. Aklına başka numara vereyim diye gelmiyor herhalde. Ya da kezbanlık zamanları… Neyse öyle verdim. Sonra eve gittim ben. İkinci hikâye olduğu için tekrar daha rahat anlattım böyle böyle diye. İşte teyzemin oğlu benim polisti. Annem onu çağırdı, ona anlattı. Sonra annem, babam ve abim abim dediğim Ercüment Abi’ye görev verdi ertesi gün benimle gidip o çocukla buluşup o çocuğu da beni gasp ettiği şeyleri tekrar almak üzre. Ve olay öyle gelişti. Sonra tabii o bu ikinci olaydan sonra annem benim parka gitmemi yasakladı.

Sen, baban ve Ercüment Abin gittiniz mi?

Gittik. O ikisi görüştü. Ben bir şey yapmadım. Bu dedim, gösterdim. O ikisi gitti. Hallettiler, geldiler. Sonra da bu konu hiç konuşulmadı. Zaten eşcinsellikle ilgili benim temel sıkıntım da oydu.  Benim başıma kötü bir şey geliyor. Ben bunu onlarla paylaşıyorum. O kötü şey çözülüyor ve ondan sonra öyle bir şey hiç olmamış gibi. Ama hiç olmamış gibi derken gibi bir yanılsama da olmasın sanki heteroseksüelmişim gibi de devam etmiyordu. Sadece o yaşadığımız şey yaşanmamış gibi devam ediyordu. Orda da öyle oldu. Ondan sonraki süreçte annemin kontrolleri arttı. İşte beni evde tek başıma bırakmama, hava karardıktan sonra evden dışarı çıkmama gibi kurallar sertleşmeye başladı. İşte sanırım 99 sonu gibi ben de hadi ben yavaştan evden ayrılabilirim aşamasına geldim ki zaten Ankara’da üniversiteyi kazanma şartım şöyleydi: Annem arkadaşlarına Umut üniversiteyi kazanamadı demek istemiyordu. O yüzden bana dedi ki herhangi bir yeri kazan ama gitme. Ama ben biliyordum kazandığım zaman gitmek zorundayım. Çünkü o aşamaya geçeceğiz. Aşama aşama kategorik olarak ilerliyordu. Dedim, tamam kazanacağım ama gitmeyeceğim. Ama büyük şehirde üniversite kazanmanın şöyle bir avantajı vardı, bu arada Ankara dışında hiçbir yeri yazmama izin vermediler.  Doğal olarak büyük şehirde yaşayacağım, onlar gelmeyecek, ben yaşayacağım diye. Tabii ki öyle olmadı. Sonra onlar taksit taksit geldiler.

“2004 ekim ayında artık kendi evimdeydim”

Evden ayrılıp ne yaptın?

Eve çıktım. Eve çıkmaya çalıştım, eve daha az gitmeye çalıştım. Çok hızlı ve bir sürü ev deneyimim oldu. Böyle iradi bir şekilde eve çıkmak da değil aslında o bir taraftan. Eve az gitmeye başlamak, sonunda da eve hiç gitmemek şeklinde gelişti süreç. Mesela hiçbir zaman “ben evde eve çıkıyorum, hadi güle güle, buraya kadarmış” konuşmasını yapacak kadar cesaretim olmadı.

Osman’la Yeliz’le o dönem ev arkadaşı olduk. 2004 ekim ayında artık kendi evimdeydim tamamen. O zaman ayrılık konuşmasını yapabildim: “Ben evdeyim artık, haftanın iki günü sizi görmeye geleceğim. Ondan sonrası kendi evim artık."

Bu dönem artık “Heteroyum” diyen adamlara aşık olmamam gerektiğini de yavaştan fark ettiğim bir dönem ve kendim gibi insanları daha çok bulmak istiyordum.

Kendin gibi insanları nerde buldun o arada?

Kaos’tan önce Söğütdalı diye bar-meyhane gibi bir yer vardı. Orda Ali Ferhat’la tanıştım. Ali Ferhat aslında hayatımda tanıdığım kendine geyim diyen ilk insan. Ali Ferhat’la beraber Fuat’la tanıştım. Aynı dönemde derginin daha sonraki yıllarda editörlüğünü yapacak olan Uğur ve Barış’la tanıştım. Böylece kendime ait bir gey dünyam olmaya başladı. Uğur’lar özellikle Kaos’tan çok fazla bahsediyordu. Küçük İmge var Yüksel’de sanırım yıkıldı, yıkılacak şu anda. Küçük İmge’den Kaos GL dergileri çalıp bana hediye ediyordu bunu oku diye. Bu arada Kaos GL Dergisi’nin o dönemde çok az insan evde dergi bulundurduğu için derginin çıktığı gün ya da dergiyi aldığı gün derginin hepsini okuyup çöpe atıp ya da bir başkasına verip o dergiyle ilişkin aynı gün içinde bitiyordu.  Ben de öyle okuyup atıyordum ya da başka birine veriyordum. Otobüste bırakıyordum. Kaos’a gideyim dedim. Kaos bir kafede toplanıyordu. Sonrasında gidip gitmemek arasında kararsız kaldım ve gitmedim. 2000’ler, 2000’lerin ortası… Mayıs’tan sonra temmuz gibi de sokakta tezgah açıyorum bir taraftan da. Onun da etkisiyle dedim şu Kaos’a bir gideyim diye. Ama o dönem çok etkili oldu. O dönem otostop- O sene 99 senesinin sonu 2000’in yazı ya da otostopla gezdim ben bütün Akdeniz, Ege’yi. Orda gezerken arkadaşıma uğradım Aydın’da. Zülfü Livaneli’nin “Bir insan ömrünü neye harcamalı, akıp gidiyor ömür dediğin” diye. O türküyü dinlediğimde ben artık eşcinselliğim için bir şeyler yapmam gerekiyor ya da kendi hayatıma sahip çıkmam gerekiyor diye düşündüm. Belki eşcinsellik diye çok net bir şekilde koymadım ama dedim ki benim hayatım böyle devam etmeyecek, ben kendi hayatıma sahip çıkayım dediğim bir dönem başladı. Ondan sonra da Kaos’a geldim.

Tıklayın-Umut Güner: “Muhafazakar bir şehirde yaşarken eşcinselliğini de o kodlarla yaşıyorsun”


sandikta-donme-var-1

Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.


Etiketler: insan hakları, yaşam, gezi/mekan, sahne projesi
2024