12/11/2021 | Yazar: Yıldız Tar
Hafta boyunca farklı mecralarda yayınlanan yazıları okuduk ve sizler için seçtik. Haftasonunda ne okusam diyenlere ilaç niyetine beş yazı!
Sinema alanında HIV anlatılarının seyri – Bantmag / Eylül Aytan
Eylül Aytan, Bantmag’ın Kasım-Aralık 2021 sayısı için kaleme aldığı yazısında dünden bugüne sinemada HIV anlatılarının izini sürüyor:
“Gazetedeki ilk manşetten günümüze kadar geçen 40 seneye baktığımızda süregelmiş haksızlıklar ileri boyutta ötekileştirilmelere sebep olmuşken artık daha güçlü bir HIV temsiliyetinden bahsetmek mümkün. Dan Levy’nin Met Galası’na aktivist ve sanatçı David Wojnarowicz’in bir eserini kıyafetinde taşıyarak gitmesi; Magic Johnson, Jonathan Van Ness gibi ünlülerin kendi öyküleriyle farkındalık yaratması gibi pozitif hamlelere daha fazla rastlamaya başladık. Bu hamleler geleceğe dönük umut kaynağı olsa da her ülkenin temsiliyet ve haklar bağlamında aynı yerde olmadığını da unutmamalı. Dünyanın birçok noktasında HIV’le yaşayanlar sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılmaktan toplumsal baskılara kadar birçok ayrımcılıkla karşı karşıya.”
Mezopotamya’da Köçek Kültürü – Mimesis / Vedat Yıldırım
Vedat Yıldırım, Mezopotamya coğrafyasında köçek kültürünün izlerini sürdü:
“Köçek için çoğunlukla “kadın kılığına girmiş erkeğin sergilediği performans” tarifi öne çıkıyor. Kadının dans etmesinin yadırgandığı ya da yasaklandığı toplumlarda bu taklit etme estetiğinin ortaya çıktığını savunanlar olduğu kadar bu teze karşı çıkanlar da var. Eşikte Dans adlı doktora tezinde Atilla Barutçu “kadın kılığına girme” meselesine mesafeli yaklaşır: “…Dans ve erkeklik ilişkisini köçekler üzerinden düşündüğümüzde durum karmaşık bir hâl alır. Köçek performansı bu kategorilere meydan okuyup kendine has bir alan yaratarak ayrı bir noktada duruyor gibidir. Köçek performansının bu alandaki yıkıcılığını ve üreticiliğini ‘queer’ argümanlar üzerinden okumaya çalışıyorum…” derken Sevda Şener’in “sahnede sunulan her durum, canlandırılan her kişi, bilmediğimiz aslının parodisi gibidir ve bize onları ancak parodinin çarpıtan açısından tanıma olanağı tanınmıştır” alıntısından da yola çıkarak meselenin girift yönünü vurguluyor. Hollandalı tarihçi Johan Huizinga’nın Homo Ludens adlı kitabından da alıntı yapan Barutçu, “homo sapiens” (akıllı insan) ve “homo faber” (imalat yapan insan) adlarının türümüzü açıklamada yetersiz kaldığına dikkat çekiyor, “homo ludens” (oyun oynayan insan) tanımını merkeze koyuyor. Çünkü Huizinga, oynamanın metafizik anlamını merak eder ve oynama fiilini medeniyetin analitik metaforu olarak düşünür.”
Haz ve ihlal: Berke Yazıcıoğlu, Miguel Ángel Rojas ve Patrick Angus – Argonotlar / Furkan Öztekin
Türkiye, ABD ve Latin Amerikalı üç sanatçı… Londra merkezli OUT Collective’in dijital projesinin bir parçası olurken Furkan Öztekin sanatçıların işlerine yakından bakıyor:
“Berke Yazıcıoğlu, Miguel Ángel Rojas ve Patrick Angus’un eserleri arasında beden, haz ve mekân üçgeninden doğan tuhaf bir bağ var. Tıpkı Guy Hocquenghem’in Homoseksüel Arzu (1972) kitabında değindiği kişisel ve politik olanın bitmek bilmeyen hesaplaşması gibi. Arzu dinamiklerini altüst eden ve bunun sonucunda gizlilik ihlalini doğuran bir bağ. Bu bağ, Berke Yazıcıoğlu’nun resimlerinde izleyici ve eser arasındaki gözetleme eyleminden besleniyor. Bakmamamız gereken bir şeye bakıyor olmanın verdiği o haz. Miguel Ángel Rojas’ın, amacından sapmış bir sinema salonunda gizlice yaptığı çekimler ise etik anlayışımızı sorgulatıyor. İzleyici bir anda “anahtar deliğinden gizlice bakan kişi” oluyor. Patrick Angus’un çizimlerinde ise ressam ve modeli arasındaki sessiz gerilimi hissediyoruz. Uyuyan birini izlemek Patrick Angus’un çizimlerinde nahif bir suça dönüşüyor.”
Dramatik ve Mutsuz Sonlu Lezbiyen Filmlerine Bir Deva: Aşk, Büyü, Vs. – 5Harfliler / Lara Özlen
Lara Özlen, “lezbiyen filmlerin mutsuz sonlarla, cezalarla, acılarla bitişine deva” diyerek Aşk, Büyü, Vs.’yi yazdı:
“Söylenen şarkılardan, okunan eski mektuplardan, büyünün bozulmasından ve rakılardan sonra iki kadın sevişiyor. Kesik kesik yakın planlardan oluşan bu sekans da pek görmediğimiz bir lezzet ve mahremiyet hissiyle betimliyor yakınlaşmayı. Her şeyin, tüm krizlerin, yüzleşmelerin sonunda Reyhan ve Eren Gökhan’ın darmaduman ettiği evin bahçesinde otururken insanın içini ferahlatan bir yıllar sonra kavuşma hikâyesi izlemiş oluyoruz. Bu film, lezbiyen filmlerin mutsuz sonlarla, cezalarla, acılarla bitişine deva oluyor.”
Haklarından mahrum bırakılmış yas – KaosGL.org / Yunus Kara
Yunus Kara, Kaos GL’deki yazısında yas, ölüm ve kaybın peşine düşüyor:
“Haklarından mahrum bırakılmış yas, toplumun bizlerin yasını kabul etmemesi anlamına geliyor. Bazen de bu yas biçimi, yasımızın, toplumun ölüm ve kayıpla başa çıkma konusundaki tutumuna uymaması olarak da nitelendirilebiliyor.
“Birçoğumuz -yakın olsun ya da olmasın- bizlerle ilgisi olan birisini kaybettiğimizde, bizlerin cinsiyet kimliğini, cinsiyet ifadesini ya da cinsel yönelimini kabul etmeyen kişiler tarafından bu duruma maruz bırakılabiliyoruz. Partnerlerinin cenazesine alınmayan ve partnerlerinin “arkadaşı” olarak anılanlarımız, ölen trans arkadaşlarımıza yanlış cinsiyet atanması ve biyolojik ailelerinin onları reddetmesi, yakın arkadaş çevremizle oluşturduğumuz seçilmiş ailelerimizin dışlanması… Daha birçok öneri sayabileceğimizin maalesef farkındayım.”
Etiketler: kültür sanat, yaşam