02/03/2021 | Yazar: Ali Erol

Şubat ayından LGBTİ+’lar için gökkuşağı “köşe”leri Bizim Sakarya, HaberTürk, Karar, T24, Duvar, Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve Yeni Yaşam yazarlarından

LGBTİ+’lar için Şubat ayı gökkuşağı “köşe”leri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Şubat ayından LGBTİ+’lar için gökkuşağı “köşe”lerini Bizim Sakarya, HaberTürk, Karar, T24, Duvar, Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve Yeni Yaşam yazarlarından derledik.

Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan pozitif “köşe”lerden işte Şubat ayında okuduklarımız.

Bizim Sakarya, Yusuf Cinal: “İçişleri Bakanı’na “LGBT sapkını” söylemi yakışıyor mu?”

Kaos GL Derneği’nin yayınladığı, LGBTİ+’ların gazetelerde nasıl yer aldığına ilişkin 2020 Medya İzleme Raporu’nda, LGBTİ+’ları sayfalarına taşıyan yerel gazetelerin en çok yayınlandığı 8 il arasında yer alan Sakarya yerel medyasında yayınlanan konusu LGBTİ+’lar olan haberlerin yarısından fazlasının ya LGBTİ+’lara yönelik hak ihlali içerdiği ya da önyargıyı yaygınlaştırdığı kayda geçirilmişti. Gene Sakarya yerel medyasından olan Bizim Sakarya isimli yayın organının köşelerinde Şubat ayının başında yayınlanan, Yusuf Cinal’in “Sesimiz çıkmasın mı?” başlıklı yazısında ise “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “LGBT sapkını” söylemi yakışık alıyor mu?” itirazıyla, “homofobik” açıklamaları eleştirmesi dikkat çekti.

Bizim Sakarya köşe yazarı, “Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın özellikle “homofobik” açıklamalarından sonra, onu taklit eden ve bu yönde açıklamalar yapan din adamlarının başına” gelen “olaylar” örneği olarak Belçika’nın nefret suçlarıyla soruşturduğu Türkiyeli imamın homofobik nefret söylemini anıyor ve “sanal ortamda bile engellenen bu söylem, daha birçok kişinin dilini yakacak, hayatını alabora edecek gibi görünüyor” diye ekliyor.

“Türkiye gibi ülkelerde sorunlar yığın yığın insanımızı terletirken, bu “LGBT” tartışmaları üzerinden siyaset yapmak, kime ne fayda getirir?” diye soran Bizim Sakarya köşe yazarı, devam ediyor: “Siyaset kurumunun her aldığı karara bu millet, “eyvallah mı” diyecek? Hani, “hak, hukuk, liyakat ve geleneklere” riayet!? Geç efendim, öyle mi? “Biz seçildik, her şeyi biliriz, yaparız, başınıza da polisi, askeri dikeriz, dünyanızı karartırız baskısı” öyle mi?”

HaberTürk köşeleri: “Yoksa mesele L, G, B veya T olmakla ilgili değil mi?”

HaberTürk’ten Fatih Altaylı, “Mesele cinsel tercih mi siyasi tercih mi?” başlıklı köşe yazısında, Boğaziçi Üniversitesi’nde atanmış rektöre karşı tepkileri “sanki bir öğrenci eylemi gibi” lanse edilmesini eleştirdi ve “bu aslında bir öğrenci eylemi değil. Rektöre yönelik tepkinin baş aktörleri “öğretim üyeleri.” Çünkü rektörün kimliği ve atanma biçimi öğrencilere değil, öğretim üyelerine yönelik bir tavır.” diye yazdı.

Altaylı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun LGBTİ+ inkârını ve ayrımcı yaklaşımını eleştirdi: “Soylu “Rektörün odasını bastırmam” diyor… Zaten rektörün odasını basmak isteyen, kapıya dayanan falan yok. Soylu bu cümle ile sanki rektörün odası tehlike altında ve öğrenciler şiddet uyguluyormuş gibi bir hava yaratıyor. Sonra LGBT’cilerin bu topraklardan olmadığını söylüyor. Müthiş bir eksen kayması yaratıyor, atama karşıtı tepkileri bambaşka bir yere taşıyor.”

“Mesele cinsel tercih mi siyasi tercih mi?” başlıklı köşe yazısında İçişleri Bakanı’nın yaklaşımını eleştiren HaberTürk yazarı Altaylı, sanatçı Bülent Ersoy’un “iktidar iftarı”ndan bir fotoğrafını “ünlü bir sanatçımız” diye yayınladı ve devam etti: “LGBT’nin T’si. Türkiye’nin en ünlü transseksüeli. Sayın Bülent Ersoy. Buradaki fotoğrafı da bir iktidar iftarında çekilmiş. Zaten Sayın Ersoy da iktidar destekçisi olduğunu hiçbir zaman gizlemiyor. Yoksa mesele L veya G veya B veya T olmakla ilgili değil mi? Aynı alkolde olduğu gibi. AK Partili ise alkolik olmuyordu. Burada da aynı şey mi geçerli!”

HaberTürk’ten bir diğer köşe yazarı Nagehan Alçı, “Hala tutuklu olan Boğaziçi'ndeki 2 gencin hikayesi...” başlıklı yazısında, “Doğu ve Selahattin provokatif Kabe resmi nedeniyle tutuklandılar. Peki resim ile ilişkileri ne? Bu resmi kim yaptı? Öte yandan sürekli hedef gösterilen bir LGBT kimliği var. Bu çocuklar LGBT Kulübü üyesi mi?” diye sordu ve “Bu soruların cevaplarını” aradığını yazdı: “Tutuklu olan 2 öğrencinin ailesi de çocuklarının ‘LGBT sapkını’ gibi tabirlerle suçlanmalarından çok rahatsızlar. LGBT kimliğinin kriminalize edilmesini ve yaftalanmasını doğru bulmuyorlar ama çocuklarının böyle bir eğilimde olmadığını söylüyorlar.”

Karar: “Erdoğan istemiyor diye yok olmayacaklar”

Karar gazetesi yazarlarından Ali Bayramoğlu, “Demek ki var böyle bir şey...” başlıklı köşe yazısında, “Erdoğan, “LGBT” ... “Yok böyle bir şey...” demiş ve eklemiş, çünkü, “bu ülke millidir, manevidir”... Homoseksüellik ile millilik/gayri millilik arasında ilişki kuran ilk kişi değil Erdoğan. Bu bağı kuran kimi iktidar sahipleri tarihte hayırla anılmazlar.” diye yazdı. 

“Özgürlüğe verili kimlik işaret etmez. Özgürlük tüm kimlikleri kuşatır.” diyen Bayramoğlu, “Erdoğan istemiyor diye de yok olmayacaklar.” sözleriyle tarihten örnekler sıraladı:

“Çoğu, değerlerine uygun toplum bir yaratmak için, temizlik, tasfiye, imha, saflaştırma politikalar izlemişlerdir, istemediklerine, eşcinsellere zulmetmişlerdir. 12 Eylül’de askeri cunta travestilere sahneyi yasaklamış, ev baskınlarıyla İstanbul’daki ve diğer büyük şehirlerde “temizliğe” kalkışmış, yakaladıklarını Eskişehir’e sürmüştü. Hitler Almanya’sında eşcinseller pembe yıldızlı mahkum elbiselerle toplama kamplarına götürülmüş, çoğu gaz odalarında can vermişti. Mussolini İtalya’sında “fedakar, savaşçı, eylemci erkek kültü”, sadece homoseksüellere değil, aklı selim sahibi herkese hayatı dar etmişti. Stalin döneminde Sovyetlerle Birliği’nde eşcinsellik “hastalık” olarak nitelendirildi. 1934’ten 1986’ya kadar soruşturma ve kovuşturmalara konu oldu. Bugün LGBT yürüyüşleri dünyanın bir çok ülkesinde on binlerce insanı topluyor. Eşcinsel ilişkiler hukuki düzenlemelere konu oluyor. Sözleşmelere güvence altına alınıyor. Nijerya gibi idam cezası getirmeye çalışan ülkelere karşı BM harekete geçiyor, ülkeler seferber oluyorlar. Kilise, Hitler, Mussolini, Stalin istemediler diye yok olmadı, LGBT bireyler.”

Karar’dan Ahmet Taşgeriten, “Şaka gibi” başlıklı yazısında, “Bütün Boğaziçi meselesi geldi LGBT’ye mi dayandı? Şimdi Boğaziçi’nde LGBT’yi yok edince Türkiye’nin LGBT problemi halledilmiş mi olacak?” diye yazdı. Boğaziçili “Müslüman Öğrenciler Grubu”ndan, “Öğrencilerin kimlikleri üzerinden şeytanlaştırılmasını ve tutuklanmasını kabul etmiyorum” tavrını paylaşan Taşgetiren, “Bu Boğaziçi dengesi. Devreye polis copunu soktuğunuz zaman, Boğaziçi’ni boğarsınız ve elinizde şu yerlerde sürüklenen başörtülü öğrenci görüntüleri kalır. Ne yapıyorsunuz siz?” diye devam etti.

Karar’dan Akif Beki, “Erdoğan’ın istediği gençlik buydu” başlıklı köşe yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişten bir sözünü aktardı ve “"Bize sorgusuz sualsiz itaat eden bir gençlik değil, neyi niçin savunduğunu bilen bir gençlik lazım." Cumhurbaşkanının aradığı gençlik Boğaziçi Üniversitesinde ortaya çıktı.” diye yazdı.

“Salgın gerekçesi”yle iktidarın uyguladığı “çifte standard”a dikkat çeken Beki, Boğaziçili gençler için, “İktidarı savunmaya din savunması süsü vermek için Kabe'ye saygısızlığı kullanırsanız, gözlerinden kaçmıyor.” diyor ve devam ediyor: “Valilik, “LGBT Kulüp üyesi öğrencilerin de bulunduğu bir grup göstericiye" polisin, önceki akşam kampüse girerek müdahale ettiğini açıkladı. Aralarında LGBT'li arkadaşlarının olması müdahaleyi haklılaştırırmış gibi. Bu alakasız detayın niye vurgulandığını görecek, eylemlerinin rayından çıkarılmasına izin vermeyecek bilinçteler. Boğaziçi Dayanışması'nın açıklamasından anlıyoruz ki, olayı LGBTİ destekçileriyle karşıtlarının kavgasına çevirtmeyecekler. Eylemlerinin amacını saptıracak, öğrencileri bölecek ve birliklerini bozacak tuzaklara düşmemeleri için arkadaşlarını da uyarıyorlardı. İktidar, aradığı gençliği Bogaziçi'nde buldu. Sevgiyle kucaklamak, alınlarından öpmek için ne duruyor?” 

Karar gazetesinden Yıldıray Oğur ise “"Halkı kin ve nefrete tahrik" karşısında duyulan heyecan...” ve “O görüntü neden insanların ağrına gitti?” başlıklı iki köşe yazısında, atanmış rektöre karşı Boğaziçi protestoları bahanesiyle LGBTİ+’lara yönelik kurumsal homofobik nefret yaklaşımlarını eleştirdi: “Sosyal medyada başlayan, klasik medyaya taşınan linç, Boğaziçi’nde süren rektör tartışmasında, büyük tepki alan rektör ataması meselesinde zor durumda kalan iktidar cenahının haklılık saldırısına dönüştü. İçişleri Bakanı, “4 LGBT sapkınının gözaltına alındığını” açıklayarak yine polis gözaltısıyla yürek soğutma faaliyetine girişildi. Halbuki, gözaltına alınanlar resmi yapanlar değil, asanlar. Her ne kadar İstanbul Valisi, ev aramalarında LGBTİ bayraklarının ‘ele geçirildiğini’ açıklasa da LGBTİ olduklarına dair bir bilgi de yok. Yani çok muhtemelen devletimiz “4 LGBT sapkını”nı değil, 4 heteroyu gözaltına aldı.”

Diyanet İşleri Başkanı, Adalet Bakanı, Meclis Başkanı, bakanlar, milletvekilleri, Cumhurbaşkanı danışmanları hatta tabii ki RTÜK başkanı dahi “tweetler atarak hükmü çoktan vermişlerdi” diyen Oğur, öğrencilerin gözaltına alınmaları ve tutuklamalarına gerekçe gösterilen TCK maddesini hatırlatarak, “Bu olayda bu maddedeki suça en yakın fiil ve eylemleri kim yapmış gibi görünüyor?” diye yazdı.

Karar köşe yazarı Oğur, ikinci köşe yazısında, “üniversitelerine paraşütle dışarıdan atanan rektörü protesto eden” Boğaziçi öğrencilerinin, “devlet büyükleri tarafından terörist” ilan edilmelerini eleştirmeye devam etti: “…aralarından birkaç kişinin düşüncesizliği yüzünden dine hakaret edenler olarak yaftalandılar ve hepsinden artık bir terör örgütü adı gibi kullanılan “LGBT sapkınları” diye bahsedildi. Hadi terörist olmadıkları onları serbest bırakan kollukta ortaya çıktı. Peki LGBTİ+ olmadıklarını devletimize ispatlamak için ne yapmaları gerekecek? Elit bir üniversitenin mensubu olarak zaten toplumsal çekememezliğin hedefinde oldukları yetmezmiş gibi, bir de onları din düşmanı ve LGBT diye yaftalayarak geniş halk kitlelerin nefretinin önüne atan koca devlet adamlarının hoyratlığı karşısında hayatın başındaki bu gencecik insanların ellerinden ne gelir? 

Yaşlılar, bitmeyen hırsları ve sadece siyaseten kullanışlı buldukları için hayatlarının başındaki gençleri ne kadar kolay harcayabiliyor.” 

T24: “Nefret dili ve cinsiyetçi söylemde bulunanlar bunun bedelini ödemiyor”

T24 köşelerinden Mehmet Y. Yılmaz, “"Minareden marş" provokasyonuna benziyor!” başlıklı yazısında, “Zehir hafiye Süleyman Soylu, o provokasyonu kimlerin yaptığını hâlâ bulabilmiş değil ancak Kabe provokasyonu konusunda kararını vermiş: "LGBT sapkınları yaptı!"” diye yazdı: “Bugüne kadar hırsız ya da katil heteroseksüellerden söz ettiğini hiç duymamıştık. Ortada bir suç varsa, bu kişilerin cinsel yönelimlerinin ne olduğu ile alakalı bir durum mudur? Hayır, değildir. Suçlunun hetero ya da LGBTİ+ olmasının bir önemi yoktur çünkü. Eğer buna özel olarak dikkat çekiyorsanız, provokasyonun hedefini ve etki alanını genişletmek istiyorsunuz demektir. Soylu, suçlanan kişilerin, cinsel yönelimlerine özel bir vurgu yapma ihtiyacını neden duydu? İşte bu soru, hepimizi ilgilendirir.”

T24’ten Gökçer Tahincioğlu, “LGBTİ+, gökkuşağı, beyaz toroslar ve karanlık” başlıklı köşe yazısı: “Hiçbir şiddet bağı olmayan ve meşru, hukuki haklarını talep eden LGBTİ+'lilere bütün bir devlet çullanıyor. Gökkuşağı suç materyali sayılıyor. Gözaltı nedeni, dayak nedeni, tutuklanma nedeni gökkuşağı… Memleketin cumhurbaşkanından milletvekiline, bekçisinden bürokratına kadar bir biçimde devlet yetkisini elinde bulunduran bütün isimleri, karşılarına demokratik hakkını kullanan öğrencileri almış, söylediğini bırakmıyor.”

T24’ten Zeynel Lüle, “LGBTİ+ ve nefret dili” başlıklı köşe yazısı: “Türkiye'de LGBTİ+'lara yönelik saldırıların "nefret suçu" kapsamında değerlendirilmesine yönelik herhangi bir yasal düzenleme bulunmuyor. Dileyen dilediği gibi konuşuyor. Nefret dili ve cinsiyetçi söylemde bulunanlar bunun bir bedelini ödemiyor”

“Türkiye'yi yönetenler, Anayasa ve eşitlik maddesi (madde 10) tarafından öngörüldüğü ve insan hakları antlaşma organları tarafından onaylandığı şekilde ayrımcılık olmaksızın LGBTİ+ toplumunun temel haklarına saygı duymak, temel haklarını garanti etmek ve korumak durumundadır. Maalesef üst düzey dini ve siyasi kurumların temsilcileri tarafından LGBTİ+ toplumuna karşı nefret dolu söylemler artmakta ve endişe verici boyutlara ulaşmaktadır.”

“İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "sapkın" ifadesini kullanarak "nefret dili" kullanması, Cumhurbaşkanı'nın da "LGBT, yok öyle bir şey. Bu ülke millidir, manevidir ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir" diyerek var olan bir bir durumu tamamen "gayrı milli, gayrı manevi ve mevcut değerlerin dışında" olarak ifade etmesi, bu kesimi hedef haline getirdi. Devletin en üst seviyesi "nefret dili" ile ülke bireylerinin bir bölümünü dışladı, tanımadı ve hatta savunmasız bıraktı.

Nefreti kışkırtmak, mevcut eşitsizlikleri daha da kötüleştirir, sağlık hizmetleri, istihdam ve diğer hizmetlerin sağlanmasında daha fazla ayrımcılığa yol açar. Üstelik bu tür eylemlerin, iktidar tarafından tasvip edilir hale gelmesi, hatta teşvik edildiği hissinin yaratılması durumu zorlaştırır. Bu da kolluk kuvvetleri tarafından keyfi tutuklamalara, kötü muameleye, zulme yol açabilir.”

T24’ten Pınar Okyay, “Ne derlerse desinler kendin ol” başlıklı yazısında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’in, "LGBTİ+'lar, birçok toplumda en savunmasız, marjinalleştirilmişler arasında ve COVID-19'dan en çok risk altında olanlar" açıklamasına yer verdi: "Eşcinsel ilişkilerin suç sayıldığı veya transların hedef alındığı ülkelerde, tutuklanma veya şiddete maruz kalma korkusuyla tedavi bile aramayabiliyorlar."

“LGBTİ+'ların işsiz olma ve genel nüfusa göre yoksulluk içinde yaşama olasılığı daha yüksek. Çoğu kayıt dışı sektörde çalışıyor ve ücretli hastalık izni, işsizlik tazminatı ve sigortaya erişimden yoksun.” 

Duvar: “Nereden çıktı bu LGBTİ+? Cevabı basit: Heteroseksizmden”

Duvar yazarlarından İrfan Aktan, “Sapkınlık” başlıklı köşe yazısında, “Mevcut cinsiyet rejimi ataerkil, heteroseksist olduğu için, “normal” olan heteroseksüellik. Ama hiçbir iktidar sonsuz değil. Buna ataerkillik, heteroseksizm ve heteronormativite de dâhil.” diye yazdı.

“Kimseyi yok etmeye, bastırmaya, tahakküm altına almaya yönelmeyen, tahakküm ilişkisi içinde mikro veya makro düzeyde sömürü mekanizması kurmaya çalışmayan LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, intersex) varoluşlar sapkın değil. Ama onları ortadan kaldırmaya, yok etmeye, görünmez kılmaya çalışmak için aynı şeyi söyleyemeyiz.” 

“Yalnızca heteroseksüelliği “normal” gören, onun dışındaki tüm cinsel yönelimleri “sapkınlık” olarak kodlayan gerici erkek egemen zihniyet dünyayı hâkimiyeti altında tutmaya, kendisi açısından “farklı” kimlikleri bastırmaya devam ediyor olabilir. Ama bu gerici iktidar dünya çapında sarsılıyor. Çünkü insanlık ilerliyor. Bunu Türkiye’deki tekçi, gerici grup ve partiler de, işbirlikçi aile ve toplum da, iktidar ve onun suyuna giderek iktidarlaşabileceğini zanneden “muhalefet” de görüyor. LGBTİ’lere yönelik nefret söylemi ve baskılardaki artış sadece gündelik politik hamlelerden değil, heteroseksizmin buz üstündeki titrekliğinden ve bunun farkındalığından da kaynaklanıyor.”

Duvar’daki bir diğer köşe yazısında Sinan Birdal, “Gökkuşağı var mıdır?” başlıklı yazısında, “Hani soruyorlar: “Nereden çıktı bu LGBTİ+?” diye. Cevabı basit: Hakim, normal cinsiyet ideolojisinden, yani heteroseksizmden.” diye yazdı.

Duvar’dan Berrin Sönmez’in “Boğaziçi, İktidarın LGBTİ+ nefreti, firmanın namaz yasağı” başlıklı yazısı: “Geçmişte LGBTİ+lar başörtülü öğrencilerin yanındaydı. Şimdi dindar gençlik kitlesi içinde ufku geniş Boğaziçili öğrenciler LGBTİ+ kulübünün kapatılmasına ve ifade hürriyetinin engellenmesiyle birlikte kayyım rektöre, polis müdahalesine, gözaltı ve tutuklamalara karşı itiraz seslerini birlikte yükseltiyorlar. Kabe, Şahmeran ve gökkuşağı sembolünün bir arada kullanıldığı resmi “kutsalımıza hakaret” olarak sunan iktidarın, muktedir olarak LGBTİ+lara ölçüsüz şekilde yönelttiği nefret suçu ve ayrımcı politikasına dindar insanların karşı çıkması bile suç gibi gösteriliyor. Hatta başörtüsünü kutsayarak başörtülü kadınlara hakaret ediliyor.”

Cumhuriyet: “Siz, LGBTİ+ için ‘sapkın’ dersiniz, Biz, nefret suçu işlediğinizi görür, LBGTİ+ hakları insan haklarıdır deriz” 

Cumhuriyet gazetesinden Elçin Poyrazlar, “Sizin gibiler” başlıklı köşe yazısı: “Siz, Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atamanın yasal olduğunu söylersiniz, Biz, meşru olmadığını. Siz, gösterilerde onlarca ‘terörist’ yakaladığınızı iddia edersiniz, Biz, öğrencilerin protesto hakkının yasal olduğunu söyleriz. Siz, LGBTİ+ için ‘sapkın’ dersiniz, Biz, nefret suçu işlediğinizi görür, LBGTİ+ hakları insan haklarıdır deriz.” 

Cumhuriyet köşe yazarı Zafer Arapkirli, “Ağır haksızlık!..” başlıklı yazısı: “O çocuklardan bazılarının, tüm çağdaş demokrasilerde kimsenin konu bile etmeyeceği şekilde, “Farklı cinsel tercihleri olabileceği ya da olanlara saygılı davranmaları” gerçeği üzerinden “Zaten bunlar LGBTİ filan” diye aklınızca “aşağılamaya” çalışmayın. Velev ki L, ya da G veya B,T, İ... Sana ne?”

Cumhuriyet’ten Ahmet Tan, “Her taşın altı Katar” başlıklı köşe yazısı: “Öğrencilere de önce terörist demişti. Sonra biraz yumuşar gibi yaptı. Bu kez de LGBT’nin açılımı ile yüklendi. “Lezbiyenlerin söylediklerine takılmayalım!” Böylece ilk kez “lezbiyen” sözcüğünü cümle içinde kullanan bir cumhurbaşkanı olarak LBGT tarihine geçti.”

“Körkütük bir LGBT “düşmanlığı” AKP ile Katar’ın arasını açabilir. 2022 FIFA Dünya Kupası, Katar’da yapılıyor. Katar, LGBT’nin gökkuşağı bayraklarının sahada korner direklerinde sallanmasını kabul etti. Ayrıca devlet olarak alkol kullanımına izin verileceğini açıkladı ve “Her dinden, her cinsel yönelimden ve ırktan taraftarın ağırlanacağının” güvencesini verdi. Reyiz, Katar ile arasını bozmak istemiyorsa, lezbiyenler hakkında daha dikkatli konuşmalı.”

Cumhuriyet köşe yazarı Zülal Kalkandelen, “Sapkın” başlıklı yazısı: “Neden “sapkın” oldu öğrenciler? LGBTİ birey olduklarından mı? Kâbe’nin de yer aldığı bir çalışmaya yer verdikleri için mi? Bireylerin cinsel yönelimi kimseyi ilgilendirmez; kimse LGBTİ+fobik söylemleri yaygınlaştıramaz. Ayrım gözetmeden her vatandaşın güvenliğini sağlamakla görevli bir içişleri bakanı bunu hiç yapamaz, yapmamalıdır! Öğrenciler, orada inançlı ya da inançsız, Müslüman ya da başka bir dine mensup, heteroseksüel ya da LGBTİ ama çoksesli ve çok renkli bir topluluk olarak bir arada. Asıl sapma, demokratik yöntemleri çiğneyerek üniversiteye kayyım rektör atamak ve sonra da buna haklı olarak tepki duyanları bölmek için dini kullanmaktır. Buna son verin!”

Cumhuriyet köşe yazarı, “Lezbiyen mezbiyen... Size ne?” başlıklı yazısında ise “AKP hükümetine ve kadrolarına bir kez daha hatırlatmak gerek” diye yazdı: “Kadın ya da erkek, insanların cinsel yönelimleri nedeniyle aşağılanması, özgürlüklere en büyük saygısızlıktır ve bu ayrımcılık anayasal suçtur. “Lezbiyen mezbiyen”, “LGBTİ+ sapıkları” diyerek insanların cinsel yönelimine karışmayın.”

Cumhuriyet gazetesinden Mine Söğüt, Şubat ayında kaleme aldığı 1, 2, 3, 4 köşe yazısında, hükümet temsilcilerinin homofobik nefret söylemlerini eleştirdi.

Bakan’ın sarf ettiği “LGBT sapkını” söylemini, “Bunlar bu ülkenin İçişleri Bakanı’nın halkın bir kısmını galeyana getirmek için yaptığı bir provokasyonun cümleleri.” olarak aktaran Söğüt, devam etti: “Şu da benim provokasyonum, niyetim halkın bir kısmını değil, mümkünse büyük bir kısmını galeyana getirmek: “LGBTİ bireylere ve onları destekleyenlere ‘sapkın’ diyen zihniyetlere... Cinsiyet eşitsizliğini savunanlara ve farklı cinsel yönelimleri hedef gösterenlere... Kadınlar ve gençler ve çocuklar üzerinden inşa etmeye çalışılan erkek egemen ahlaka... Sanata saldıranlara... Müsamaha göstermeli miyiz? Elbette hayır.”

“Cumhurbaşkanı, farklı cinsel yönelimi olanları hedef göstermekle kalmayıp bir profesörü, adını bile anmadan evliliğini ve kadınlığını işaret ederek aşağılayıcı ifadelerle provokatör ilan ediyor.”

“Eşcinselliği yok sayarak yok edebileceğini zanneden alt kültürün dilini devlet katına taşıyan bu bakış açısının temsilcilerine, uzaya gidecek ilk Türkün LGBTİ+ bir birey olma olasılığını da düşünmelerini önermek onların nezdinde, en iyi ihtimalle küstahlık, en kötü ihtimalle teröristlik.”

BirGün: “LGBTİ+’lar bu ülkenin eşit yurttaşlarıdır ve ayrımcılığa maruz bırakılamazlar”

BirGün gazetesinden Yakup Kepenek’in, “Ülke geleceğini yitirmemeli!” başlıklı köşe yazısı: “İktidar, Anayasal haklarını kullanarak atamaya karşı barışçı gençleri, en acımasız biçimde eziyor; fiziksel şiddete başvuruyor; kanıtsız biçimde “terörist” ilan ediyor; “kimsenin yaşam tarzına karışmadığını öne süre iktidar, gençleri “LGTB”, “lezbiyen” diye topluma karşı aklı sıra karalamaya çalışıyor; dahası gençlere “zehirli yılan” diyecek kadar kendinden geçiyor ve böylelikle toplumsal barışı gerçekten zehirliyor.”

BirGün köşe yazarlarından L. Doğan, Tılıç’ın, “Ses-sizlik = Vicdan-sızlık” başlıklı köşe yazısı: ““Sapkınlar” diye bağıranlar, ellerini vicdanlarına (!) koyup konuşsalar şimdi, misal Sırbistan’ın eşcinsel başbakanı Ana Brnabic’le bir anlaşma için karşılıklı masaya otursalar, yüzüne bakarak “sapkın” diyebilirler mi? Tamam, Biden karşısında adaylıktan çekildi ve başkan olamadı, ama dün Senato’da 13’e karşı 86 oyla Ulaştırma Bakanlığı onanan Pete Buttigieg ilk eşcinsel bakanı oldu ABD’nin. Olur mu, olur; yarın bakan olarak Türkiye’ye gelirse, acaba “Hi Sapkın!” diye mi karşılanır havaalanında?”

BirGün yazarlarından Kaan Sezyum, “Anayasalasak da mı saklasak, anayasaklasak da mı saklasak?” başlıklı köşe yazısından, TC Anayasası’nın eşitliği düzenleyen 10. Maddesini hatırlatıyor: “Anayasada böyle bir madde var. Çok da okumak gerekmiyor. İlk 2 sayfayı çevirseniz anayasanın 3’üncü sayfasında yazıyor. Bizzat İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde ve .pdf formatında var bu metin. Ama bizzat bakanlığın en başından bakanımız gönül rahatlığıyla kendi tercih etmediği cinsel yönelimlerden olan herkese gözünü kırpmadan “sapkın” diyebiliyor. Belki de kişiler kanunlardan üstün olmalı gerçekten de… Anayasa’da da gariban gibi söz konusu maddenin sonunda “Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” yazıyor işte…”

BirGün’den Selçuk Candansayar’ın “Sorumsuz güç, hiyerarşik sadakat” başlıklı köşe yazısı: “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, belki de en “mülayim” açıklamasını Boğaziçili LGBTİ+ bireyler için yaptı. Hem LGBTİ+ kısaltmasını kullandı hem de “sapkın” dedi. Bugüne kadar başta Canan Kaftancıoğlu’na, muhaliflere yönelik benimsediği dile bakınca, LGBTİ+ arkadaşlara da “ibne, sapıklar” dese yadırganmazdı, en azından kitlesinin hoşuna giderdi.”

BirGün yazarlarından İlhan Cihaner’in, “Boğaziçi tespitleri” başlıklı köşe yazısı: “Eylemlere LGBTİ+’lar da katılıyor. İyi ki katılıyorlar. LGBTİ+’lar bu ülkenin eşit yurttaşlarıdır ve ayrımcılığa maruz bırakılamazlar. Varlardı, varlar, var olacaklar. Cinsel yönelimlerin sapıklık, hele hele hastalık ve sanki propaganda ile yayılan bir tercihmiş gibi ele alınması ilkellik ötesi nefret söylemidir.”

Evrensel: “Din bezirganlığı ve LGBTİ’lere yönelik nefret söylemi”

Evrensel yazarlarından Fatih Polat’ın, “Resmi linçe yol vermek” başlıklı köşe ayzısı: “LGBTİ+’ların, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin sergilerinin ardından devletin bakanları, Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı ve daha bir dizi yüksek resmi sıfatlı zat tarafından ‘sapkın’, ‘sapık’, ‘azgın’, ‘ahlaksız’ gibi ifadelerle anılması, muhafazakar, tekçi iktidar algısının yukarıdan aşağıya boca edilmesinden başka nedir?”

Evrensel yazarı Sevda Karaca’nın “Bu sefer tutmadı, çünkü...” başlıklı köşe yazısı: “Öğrencilerin direnişinin toplum nezdindeki meşruiyetini kırmak için LGBTİ’lere yönelik nefret söylemlerine ve din bezirganlığına sarılmış durumda iktidar. Bu, ilk kez gördüğümüz bir şey değil.” 

“Din bezirganlığı ve LGBTİ’lere yönelik nefret söylemi, toplumu iktidar menzilinde tutmak ve yükselen dalganın etki gücünü zayıflatmak için sürekli el yükseltilerek gündeme sokuluyor. Ancak çeşitli fabrikalardan gelen izlenimler gösteriyor ki; öğrencilerin baş eğmemesine yönelik olumlu duygular LGBTİ’lere yönelik nefret söylemleri ve din bezirganlığı ile geriye çekilmeye çalışılsa da, muhafazakar işçilerde dahi iktidarın beklediği etkiyi göstermiş değil. Bunda her toplumsal itirazı “kutsallara saldırı” söylemi ile alt etmeye çalışan iktidarın dini-milli duygu istismarının imkanlarının bir sınıra yaklaşmasının etkisi var.”

Evrensel gazetesinden son olarak Ceren Sözeri’nin “"Twitt*r s*nsür uyg*luy*r"” başlıklı köşe yazısı:

“Kaos GL Derneği, 2008 yılında “Üskül’ün tercihi sapıklardan yana!..” başlıklı haberinden dolayı Vakit gazetesine tazminat davası açmıştı. Yargıtay 2011 yılında, Anadolu’da Vakit gazetesi ve yazarı Serdar Arseven ile ilgili verdiği kararda, yapılan haberin eleştiri sınırları dışında olduğunu ve Derneğin kişilik haklarını ihlal ettiğini ve manevi zararın tazmin edilmesi gerektiğini belirtmişti.

2014’te Türk Ceza Kanunu’nun 122. Maddesi değiştirildi “nefret suçları ve ayrımcılık” başlığını aldı. 2002’de başlayan, Diyarbakır’da babası ve iki amcası tarafından eşcinsel olduğu gerekçesiyle öldürülen Roşin Çiçek davasında, baba ağırlaştırılmış müebbet, iki amca ise müebbet hapis cezası aldı. Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Derneği (SPoD) kısa bir süre olsa da davaya müdahil olabildi. Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Roşin Çiçek davasıyla ilgili verdiği gerekçeli kararda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıf yaptı. Birleşmiş Milletler 2011 yılında aldığı kararla insanların cinsel eğilimleri ve cinsiyet yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları şiddet eylemleri ve ayrımcılıktan endişe duyduğunu, üye devletlerin bu konuda gerekli tedbirlerini almalarını öngördüğünü hatırlattı.

2015’te polis saldırısına rağmen son Onur Yürüyüşü yapıldı. 2016’da yasaklandı. Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL yalnızca ayrımcılık ve nefret suçları, söylemi konusunda değil, tüm temel hakların kısıtlanması açısından iktidar için bir lütfa dönüştü. Uluslararası siyaset de bu konuda iktidarın elini kolunu pek fazla tutmadı. Ama artık deniz bitmiş görünüyor, iktidarın nefret söylemi çıtasını “sapkınlar”a çeken İçişleri Bakanı Soylu’nun mesajının Twitter’da kısıtlanması, Bahçeli’nin bazı tweet’lerinin kaldırılması yeni dönemin işaretleri.”

Yeni Yaşam: “özgürlük, eşitlik onursuz olmaz!”

Yeni Yaşam gazetesinde, Hülya Osmanağaoğlu, “Faşizme karşı hepimiz LGBTİ+’yız…” başlığı altında, hükümetin, “LGBTİ+’ları özel olarak hedefe koyduğu” süreci yazdı.

“LGBTİ+ harekete yönelik saldırılar hemen 7 Haziran 2015’teki seçimlerin ardından başladı. Önce onur yürüyüşleri yasaklandı, ardından üniversitelerdeki LGBTİ+ örgütlenmelerine ve etkinliklerine saldırılar başladı, kadın hareketinin ve feminist hareketin eylemlerindeki gökkuşağı bayrakları yasaklanmaya çalışıldı ve LGBTİ+’lar bizzat AKP yetkililerince nefret söylemiyle hedef gösterilmeye başlandı. Belli ki sonun başlangıcı olarak da İçişleri Bakanı LGBTİ+’ları sapkın ilan etti. Bu süreç bize gösteriyor ki AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin “eşcinsellik özendiriliyor” vurgusu da basit bir algı yönetimi değil, köklü bir siyasetin dışavurumu. Toplumsal mücadeleleri halka halka ayrıştırarak bastırma siyasetinin bir parçası bu söylem.

AKP iktidarı Kılıçdaroğlu’na “Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerilerimizi seçimden sonra konuşuruz” dedirten başarısını, bizzat kadın hareketinin/feminist hareketin hetero-patriyarkaya karşı mücadelesinde İstanbul Sözleşmesi bağlamında eşcinsellik özendiriliyor diyerek ve Boğaziçi Üniversitesi direnişinde LGBTİ+’ları özel olarak hedefe koyarak tekrarlamaya çalışıyor. AKP hayalindeki toplumu yeniden inşaya yönelirken işçi sınıfının, Kürtlerin ve kadınların kazanımlarının yanı sıra LGBTİ+’ların bütün kazanımlarını ve toplumsal/siyasal meşruiyetlerini ortadan kaldırmayı hedefliyor.”

Yeni Yaşam gazetesinden Ayşe Düzkan, “ekmek bulamazlarsa lgbti+ katletsinler!” başlıklı köşe yazısında, “lgbti+ hareket de, bu düzenin sorgulanmasını sağlayanlardan biri, o yüzden cinsel yönelimimiz ne olursa olsun hepimizin bu harekete ihtiyacımız var.” diye yazdı.

“eşcinsel, biseksüel, trans ya da interseks olmak suç değil, lgbti+ hareket mevcut hukuk içinde dahi bir suç örgütü değil, gökkuşağı bayrakları suç aracı değil. ışid suç örgütüdür, ideolojisi suç propagandasıdır, zihniyeti suç doğurur, ışid bayrağı, silahları suç aracıdır, örgütlendikleri mekânlar suç mahallidir ve hepsi bellidir.

lgbti+’ler sadece kendi hakları, kendi varlıkları, kendi onurları içi mücadele etmiyor, birçok hak mücadelesinin içinde yer alıyor, iktidar bu katkıyı o mücadelelere karşı kullanmaya çalışıyor. din bahaneli bu saldırılar karşısında yol arkadaşlarımızın yanında durmamak, sessiz ya da tereddütte kalmak, insan haklarını eksik savunmaktan çok daha büyük bir hata olur. o yüzden, gün her zamankinden daha fazla, “buradayız aşkım” deme zamanı. özgürlük, eşitlik onursuz olmaz!”

Ayşe Düzkan, ArtıGerçek’teki köşe yazısında ise “islamcılık adlı siyasal projenin birincil hedefi kadınların denetim altına alınması ve lgbti+’lerin imhası! iktidar ne kadar islamcıysa o kadar kadın ve lgbti+ düşmanı, kayyumu da farklı değil!” diye yazdı.

***

LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…


Etiketler: insan hakları, medya, nefret suçları
İstihdam