12/10/2023 | Yazar: Ali Erol

Eylül ayı gökkuşağı “köşe”leri BirGün, Cumhuriyet, Agos, ArtıGerçek, Kadın İşçi, T24, Pencere ve Çorum Haber yazarlarından geldi.

LGBTİ+’lar için 2023 Eylül ayı gökkuşağı “köşe”leri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

BirGün yazarı L. Doğan Tılıç, seçime doğru yeni Anayasa’nın “aile diyerek LGBTİ+’lara vuracağını yazdı, “oltadaki 12 Eylül soslu yemleri” hatırlattı ve ekledi: “Umarım bu kez birazcık zek, LGBTİ+’lara saldırının hepimizin yaşam tarzına saldırı olduğunu görürüz.”

BirGün yazarı Gözde Bedeloğlu, AKP’li Kavaf’ın, “eşcinselliğin, hastalık olduğu” sözlerini hatırlattı, “on üç yıl önceki ayrımcı düşüncelerin bugün AKP ve Cumhur ittifakı tarafından neredeyse firesiz sahiplenildiğini” yazdı.

Cumhuriyet yazarı Elçin Poyrazlar, “LGBTİ+ gruplarını şeytanlaştırmak, “terörist” olarak yaftalamak ve düşman ilan etmek evrensel hiçbir değere ve akılcı siyasete uymaz” diye yazdı.

Hukukçu Yasemin Özdek, BirGün gazetesinde, “aşırı sağ akımların eşitlik karşıtı, baskıcı, ayrımcı, insan hakları değerlerine düşman olduğu”nu yazdı ve ekledi: “Neofaşist hareketlerin ideolojik temel direkleri: anti-feminizm, kadın düşmanlığı ve homofobi...”

Agos yazarı Baskın Oran, “Bazı İslamcı kardeşlerim, LGBT’lere nefret söylemini bırakın” diyor ve ekliyor: “Müslümanlar da eşcinsel olabilir.”

BirGün yazarı Selçuk Candansayar, “kadın voleybolcular, hayallerindeki “kadın imgesini” paramparça ettikleri için kuduruyorlar” diyor, “LGBT düşmanlığının asıl olarak kadın düşmanlığı, eşitlik düşmanlığı, laiklik düşmanlığının aracı olması gibi,” diye ekliyor.

ArtıGerçek yazarı Erol Köroğlu, “Herkesin kendi olma, kamusal alanda kendi kimliklerini ortaya koyma hakkı vardır” diye yazdı ve ekledi: “Kadınlar vardır! LGBTİ+’lar vardır! Translar vardır!”

ArtıGerçek yazarı Yıldız Tar, hükümetin sosyal-kültürel hayata yönelik yasak siyasetinin “sokağı ve sokaktaki hayatı bölüp, parçalayıp yönetmenin bahanesi” olduğunu yazdı.

ayşe düzkan, Kadın İşçi sitesinde, “kamu kim, kimin?” diye soruyor ve devam ediyor: “lgbti+’lar emek gücünün ve halkın bir parçası, onların haklarını savunmak hem emek hareketini hem de sol siyaseti güçlendirir.”

“Türkiye'de her şey kutsal olabiliyor, insan hakları hariç” diyen T24 yazarı Pınar Doğu, “Büyük Aile Buluşması” isimli nefret eyleminin ardından yazdı: “Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!”

Pencere yazarı Tayfun Atay, heteroseksist azgınlığın, “cinselliğin yekpare bir beton parçası değil, gökkuşağı ferahlığıyla açılan bir yelpaze olduğu gerçeğinden korkmakta” olduğunu yazdı ve ekledi: “Halbuki LGBT hareketinden öğrenilecek çok şey var.”

Çorum Haber yazarı Sami Akpınar, AB adayı Türkiye'ye, “Avrupa Parlamentosu 2022 Türkiye Raporu”yla hak hukuk hürriyet kriterleriyle LGBTİ+ haklarını hatırlattı.

Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan Eylül ayı pozitif “köşe”leri BirGün, Cumhuriyet, Agos, ArtıGerçek, Kadın İşçi, T24, Pencere ve Çorum Haber yazarlarından derledik.

BirGün, L. Doğan Tılıç: “Umarım, LGBTİ+’lara saldırının hepimizin yaşam tarzına saldırı olduğunu görürüz”

BirGün yazarı L. Doğan Tılıç, “Seçime doğru yeni Anayasa…” başlıklı köşe yazısına, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 12 Eylül askeri darbesinin yıldönümünde, Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nde düzenlenen “1982 Yerine 2023 Anayasası Sempozyumu”nda yaptığı konuşmadan hareketle, “İktidarın seçime giden yol haritası net. 82 anayasası yerine 2023 anayasası!” diye yazdı: “12 Eylül çok işe yaradı bu memlekette; 43 yıl önce 1980’de de 13 yıl önce 2010’da da! Bizi bugünlere taşıyan yolun başlangıcı diyebileceğim 80’e gitmeyeyim ama umarım 2010 12 Eylül referandumunu unutmamışızdır. Oltanın ucuna yem olarak 12 Eylül’ün takıldığı ve yutturulduğu o referandumu…”

“Bir de “aile” tabii. Milli Eğitim Bakanı’nın müfredata seçmeli ders olarak konduğunu söylediği “Türk Toplumunda Aile”, Ebrar’ı varlığına tehdit gibi gösterdikleri aile… Bakanın TV’de verdiği “Türk Toplumunda Aile” dersi müjdesinin hangi soruya cevaben verdiğine dikkat: “LGBT, küresel tehdit... Siz de zaten bir röportajınızda bahsediyorsunuz ama neden çocuklar şu anda hedefte?” Belli oldu ki, “koç başı” seçim süreci boyunca aile diyerek LGBTİ+ bireylere vuracak ve oltadaki 12 Eylül soslu yemleri yine yutarsak olan seküler yaşamlara, demokrasi umutlarına olacak. Umarım yapılanlar yapılacakların teminatıdır ve dün bu iktidar eliyle yapılan anayasa değişikliklerinin bizi getirdiği yer unutulmaz! Umarım bu kez birazcık zekâ pırıltısı gösterebilir, LGBTİ+’lara saldırının hepimizin yaşam tarzına saldırı olduğunu görürüz.”

“Vadettikleri “demokratik Anayasa” konusunda muğlak bir dil kullanır; sürekli “demokrasi”, “sivil”, “halk” ve “özgürlük” sözcüklerini tekrar ederler. İşi şansa bırakmaz, seçim/referandum süreçlerine müdahale ederler. Özgür ve adil bir seçimi ancak rüyanızda görürsünüz. Kendi dümen sularında giden “kukla bir muhalefet”le “boş umutlar” yaratarak oyunlarına meşruiyet (!) kazandırırlar. Gerçek muhalefeti ezmek için her yöntemi kullanırlar. Geniş kitlelerin öfkesini yöneltecekleri hayali düşmanlar yaratmak (LGBTİ+) ve muhalefeti bölmek başlıca taktikleridir. Onlar için propaganda rakipleri için sansür devrededir.”

BirGün, Gözde Bedeloğlu: “Söz konusu insan hakkı olduğunda hiç kimse sadece bana kadar diyemez”

BirGün yazarı Gözde Bedeloğlu, “Aşkofobi” başlıklı köşe yazısında, AKP’nin, “LGBTİ+ bireylerin hak ve özgürlüklerini yasal güvence altına alacak hiçbir girişimde bulunmadı”ğını, AKP’li Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın, “eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu” sözlerini hatırlatıyor, “siyasal İslam ve demokrasi arasındaki uzak mesafe”ye dikkat çekiyor.

Kavaf’ın, on üç yıl önce kendi partisi içinden de eleştiri alan ayrımcı düşünceleri bugün AKP ve Cumhur ittifakı tarafından neredeyse firesiz sahipleniliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, LGBTİ+ propagandası yapıldığı ve bunun Türk aile yapısına zarar verdiği iddiasına dayandırılmıştı. Eşcinselliğin tarih boyu varlığını sürdürdüğünü reddedemeyen ancak her toplumda kültür, değer, hukuk ve inanç bağlamında hastalık veya normal dışı bir olgu olarak görüldüğünü söyleyerek LGBTİ+ bireyleri hedef gösteren, hak talep ettikleri için yıkıcı, bölücü, tehlikeli bir örgütmüş gibi lanse eden ve dahası bu kimlik mücadelesini kendi dünya görüşüne tehdit algılayıp mağduriyet devşiren bir muhafazakâr kitle sistematik olarak topluma düşmanlık pompalıyor. Bu kitle, demokratik değerleri popülist yöntemlerle yıpratan ve kutuplaşmayı otoriterlik inşasında bir araç olarak kullananların en gözde, en işlevsel aparatları. Çünkü Türk aile yapısı, kamu ahlakı, yerli ve milli olma gibi içi iktidarın inanç ve düşünce dünyasıyla doldurulan soyut ve muğlak kalıpların dışında bırakılan bir düşman, bir ‘öteki’ her zaman olmak zorunda.”

“2002’de eşcinsellerin muhatap oldukları muameleleri insani bulmayan Erdoğan, 2023’de Birleşmiş Milletler binasına girerken basamaklardaki gökkuşağı renklerinden rahatsızlık duyduğunu açıkladı. Erdoğan’ın sapkın akımlar dediği, toplumu zehirleyip aile yapısını temelden dinamitlediğini söylediği LGBTİ+ çıkışı dünya basınında da yer aldı. Durum o ki, Erdoğan BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini temsil eden renklerini yanlış anlamış, ama konuya bakışının doğru anlaşıldığından şüphe yok. Kaos GL’nin geçen hafta 29. yaşı sebebiyle “ayrımcılığa, baskıya, şiddete, nefrete karşı el ele” diyerek yayınladığı kısa film iki gün içinde beş milyon kişi tarafından izlendi. Ele ele tutuşan iki kadını nefret dolu bakışlarıyla taciz eden adama karşı trendeki diğer yolcuların birlik olup o iki ele destek vermesi yalın ve güçlü anlatımıyla milyonlarca insana ulaştı. TCDD’nin suç duyurusu sonrası, dernek oyuncuların ve filmi çeken şirketin ölüm tehditleri aldığını açıklayarak filmi yayından kaldırdı. Günün sonunda nefreti yayan da nefrete karşı el ele veren de bir kez daha görünür oldu. Cinselliğin dinin ve devletin karışamayacağı, sadece bireye ait özel bir alan olduğu kabulünü eleştiren, bunun eşcinselliğe yol açtığını söyleyen, dahası batının bunu Müslüman dünya için baskı ve dışlama aracına dönüştürdüğünü iddia eden yine ve yeniden bir muhafazakâr mağduriyetle karşı karşıyayız. Söz konusu insan hakkı olduğunda hiç kimse sadece bana kadar diyemez.”

Cumhuriyet, Elçin Poyrazlar: “LGBTİ+ gruplarını “terörist” olarak yaftalamak evrensel hiçbir değere ve akılcı siyasete uymaz”

Cumhuriyet yazarı Elçin Poyrazlar, “Türkiye’nin LGBTİ+ politikası” başlıklı köşe yazısında, Milli Kadın Voleybol Takımı’nın yıldız oyuncularından Ebrar Karakurt’a yönelen sistematik saldırılardan hareketle, “Türkiye, dünyada, mayıs seçimlerinden sonra sadece dış politikada değil, içeride de çizgisinin merak edildiği bir ülke. “Türkiye daha mı otoriterleşecek? Evrensel değerlere sırtını mı çevirecek? Hükümetin nihai siyasi hedefi şeriat mı” türünden sorular Türkiye konulu toplantılarda, analizlerde ve makalelerde sıklıkla soruluyor” olduğunu yazdı.

“Avrupa Birliği (AB) üyeliği hedefinden asla vazgeçmeyeceğini söyleyen hükümet, temel özgürlükler, insan hakları, kadın ve çocukların korunması ve cinsiyet eşitliği konularında Avrupa’daki standartların yanına bile yaklaşamıyor. Uluslararası Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans & İnterseks Derneği (ILGA), Avrupa bölgesi için mayıs ayında yayımladığı raporunda, Türkiye’nin LGBTİ+ hakları konusunda sondan ikinci ülke olduğunu ortaya koydu.”

“Popülist, muhafazakâr ve aşırı sağcı siyasetçilerin politikaları “dini değerler ve aile kurumunu koruma” bahanesiyle farklı ülkelerde yeniden” üretildiğini yazan Cumhuriyet yazarı, devam ediyor: “LGBTİ+ gruplarını şeytanlaştırmak, “terörist” olarak (1, 2) yaftalamak ve düşman ilan etmek evrensel hiçbir değere ve akılcı siyasete uymaz. Türkiye’nin dünyadaki yeri, sadece askeri ve stratejik gücüyle değil, insan haklarında ve temel özgürlüklerdeki karnesiyle de belirleniyor.”

BirGün, Yasemin Özdek: “Neofaşist hareketlerin ideolojik temel direkleri: anti-feminizm, kadın düşmanlığı ve homofobi”

Hukukçu, Prof. Dr. Yasemin Özdek, “Yükselen neofaşizm ve kadınlar” başlığı altında, BirGün gazetesinde, “Aşırı sağ akımların eşitlik karşıtı, baskıcı, ayrımcı, insan hakları değerlerine düşman olduğu”nu yazdı: “Toplumu hiyerarşik ve dışlayıcı biçimde tasavvur eden bu akımlar, her tür eşitliği reddettikleri gibi, toplumsal cinsiyet eşitliğine de karşıdırlar. Tıpkı 1930’larda klasik faşizmin cinsel politikasının tarihsel olarak acı biçimde tecrübe edilmiş olması gibi, bugün de neofaşist hareketlerin ideolojik gündeminde anti-feminizm, kadın düşmanlığı ve homofobi çok önemli bir yer tutuyor...”

“20. yüzyıl boyunca kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi erkek egemenliğini aşındıran bir rol oynadı, şimdi neofaşizmin gündeminde bu dönüşümü geriye çevirerek ataerkiyi restore etmek, geleneksel muhafazakâr ve katı dinsel yorumlara dayalı bir cinsiyet rejimini yeniden inşa etmek var. Mesela, son yıllarda ‘erkek hakları’, ‘baba hakları’ kavramlarının dolaşıma girmesi, ‘erkek sorunları’ üstüne konferanslar düzenleyip erkek hakları aktivizmini geliştirmeye çalışan aşırı sağ akımlarla bağlantılıdır; geleneksel ataerkil yapıda feminist mücadelenin yarattığı etkiyi ortadan kaldırmaya yöneliktir. Feminist örgütlerin ve eylemlerin yasaklanarak kadınların baskı altına alınması, toplumsal cinsiyet eğitiminin müfredattan çıkartılması, kürtaj yasakları, LGBTİ+ bireylere yönelik nefret saldırıları, birçok sağcı iktidarın son yıllarda uyguladığı ortak cinsel siyasetin somutlaşmış birkaç örneği. Bu türden kadın ve LGBTİ+ düşmanı siyasete AKP rejiminde fazlasıyla aşinayız ancak dünyada sağ otoriterliğe kayan rejimlerin tamamında bu denli benzeşen bir cinsel siyaset izlenmesinin, aşırı sağ hareketlerin uluslararası düzeyde organize olmasıyla da ilgisi var.

Birçok ülkenin aşırı sağ ve çeşitli dinsel sağ hareketleri arasında söylem ve eylem birliği var. Ulusaşırı düzeyde örgütlenip kadın ve LGBTİ+ düşmanlığında ortak tutum alıyorlar. En bariz örneklerden biri, kadınlara yönelik şiddetle mücadele amacıyla oluşturulmuş İstanbul Sözleşmesi’ne karşı aşırı sağ ve dinsel sağ hareketlerin Avrupa çapında yürüttüğü kampanyadır...”

“Hristiyan sağı olsun, İslamcı olsun, dinsel aşırı sağ akımların kadın özgürlüğüne düşman bir cinsel politika temelinde uluslararası alanda organize bir şekilde hareket etmeleri, ataerkil küresel kapitalizmin yapısal dönüşümü gözardı edilerek anlaşılamaz. Kadın haklarının geriletilerek geleneksel ataerkil aileye dönüş, sermaye sınıfının çıkarlarının korunmasında birçok yönden işlevsel bir stratejidir...”

Agos, Baskın Oran: “Bazı İslamcı kardeşlerim, LGBT’lere nefret söylemini bırakın”

Agos yazarı Baskın Oran, “Bazı İslamcılara samimi ve önemli bir tavsiyem var” başlıklı köşe yazısında, A Milli Kadın Voleybol Takımının şampiyonluğunun, “anlaşılan, bazı İslamcılar için fazla büyük geldi”ğini yazdı: “Kadınların erkeğe hizmet için yaratıldığına iman etmişlerin hâkim olduğu, kadın öldürmelerin gündelik hale geldiği ama katil erkeklerin “tahrik ve iyi hal”den sıyırdığı bir toplumda kadınların söke söke şampiyon olmaları...”

Milli Takım oyuncusu Ebrar Karakurt’a yönelik homofobik nefret söylemlerinden örnekler veren Agos yazarı Oran, “Google’a “queer, muslim” yazın, LGBT’li Müslümanların bol miktarda dernekleri ve siteleri çıksın” diyor ve devam ediyor: “Sebep çok basit: Müslümanlar da eşcinsel olabilir. Çünkü onlar da canlı ve diğer canlılar gibi çoğunluktan farklı cinsel eğilimlere sahip olabiliyorlar. Fakat bunu ancak, azınlıktaki insanların özgür olduğu Kanada, Avustralya, Hollanda gibi Batılı ülkelere kapağı atmış olanları açığa vurabiliyor. Diğerleri, nüfus kağıtlarında yazandan farklı olan cinsel yapılarını mümkün olduğunca gizleyerek yaşamaya çabalıyorlar. Hepsi bu.”

““Diğer canlılar gibi” deyişimin sebebi: Yüzlerce canlıda eşcinsellik var... İnsan toplumlarına gelelim: Yapılan çok sayıda araştırmaya ve ülkelere göre eşcinsel oranı %2 ile %10 arasında seyrediyor. Bu oran zaman geçtikçe ciddi biçimde artmakta. Bunun sebebi de tabii ki eşcinsel oranının artması değil, insanların kendilerini artık daha rahat ifade etmeye başlaması. Neden rahat ifade edemiyorlar? Çünkü Türkiye’deki bir bilimsel araştırmaya göre , katılanların %36,6’sı “Eşcinsellik sapkınlıktır ve devlet tarafından yasaklanmalıdır” diyor, %33,5’i “Bir hastalıktır” diyor. Buna karşılık, “Bir hastalık değil bir tercihtir ve saygı duymak gerekir” diyenlerin oranı ancak %17,6 ve “Bu tercihin hakları kanunlar çerçevesinde savunulmalıdır” diyenler ise daha da az: %12,3. Oysa LGBT olayı ne sapıklık, ne hastalık, ne genetik, ne de tercih. Doğuştan gelen ve ergenlik çağında kendiliğinden ortaya çıkan bir farklı cinsel eğilim. Yoksa, bu kadar baskıya ve aşağılanmaya rağmen insanların kendilerini açığa çıkarmalarını gelin de izah edin.”

Agos yazarı, “sadede yani yazının başlığına geliyoruz” diyor ve devam ediyor: “Bazı İslamcı kardeşlerim, LGBT’lere nefret söylemini bırakın. Çünkü ister evrim teorisi geçerli olsun ister inandığınız yaradılış teorisi (ki, çoğunuzun bu milli maçın mağlubiyetle sonuçlanmasını çok muhtemelen istemiş olduğu bu özel durumda sizin yaradılış teorisini tercih etmeyeceğinizi sanırım), ÇOCUĞUNUZ VEYA TORUNUNUZ EŞCİNSEL DOĞABİLİR. Çünkü dünyada her türlü canlıda bu farklı durumlar var ve yukarıda da aktarmaya çalıştım, erkek ile dişi arasındaki bu farklı kategorilerin sebebi henüz tam olarak bilinmiyor. Netice-i kelam: Bütün bunları okuduktan sonra kendi açınızdan isterseniz “serseri mayın” deyin ama, SİZİN ÇOCUK VEYA TORUNLARINIZ DA FARKLI DOĞABİLİR ve yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Yapmaya kalkarsanız, yapabileceğiniz tek şey, onları bütün bir ömür boyu gizlenmeye mahkum ederek bedbaht kılmaktır zaten. Onun için, sizin kültürünüzün tabirini kullanarak bir daha söyleyeyim: Hiç olmazsa büyük söylemeyin kardeşlerim.”

BirGün, Selçuk Candansayar: “Kadın voleybolcular, hayallerindeki “kadın imgesini” paramparça ettikleri için kuduruyorlar”

BirGün yazarı Selçuk Candansayar, “Ebrar ve zombiler” başlığı altında, “Ebrar, iyi huylu, doğru, dürüst kişi demekmiş; bütün iyilik ve güzellikleri üzerinde taşıyan, güzel huyu ve ahlakı işaret eden kimseleri nitelermiş. “Bizim” Ebrar da ismiyle müsemma gerçekten” diyor ve devam ediyor: “Siyasal İslamcılar, sımsıkı tutmaya ve ısırıp ya öldürüp ya da kendilerine dönüştürmeye çabalıyorlar hepimizi. Isırıklarından sağ kalanlar da zombileşiyorlar.”

“Siz bakmayın Ebrar’ın cinsel yönelimini dert etmiş görünmelerine. Kadın voleybolcular, hayallerindeki “kadın imgesini” paramparça ettikleri için kuduruyorlar. Dertlerini açık edemeyecek kadar alçak oldukları için de Ebrar üzerinden saldırıyorlar. Ulusal formada kadın pedi reklamı olur mu diye böğürenlerden söz ediyorum. Voleybolcular da ne iyi ki, her başarının ardından, bağımsız, çağdaş, birey kadın olmalarından duydukları gururu paylaşıyorlar bol bol. Cumhuriyet’e, Atatürk’e borçluyuz diyorlar. Laikliğe yani. Tıpkı gündelik hayattaki LGBT düşmanlığının asıl olarak kadın düşmanlığı, eşitlik düşmanlığı, laiklik düşmanlığının aracı olması gibi, kadın voleybol takımına doğrudan düşmanlık yapamayanlar Ebrar’a saldırıyor.”

“Sosyal medyasına kamuya açık yazdığı için bir örnek vereyim. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler profesörü olduğunu yazan Deniz Ülke Arıboğan, meğer aynı zamanda uluslararası bir “çatışma çözüm merkezi”nin de kıdemli üyesiymiş! ...Sus diyor Ebrar’a, sus, eğ başını önüne, sen topunu oyna, ona buna laf yetiştirme, senin kimliğin, kişiliğin, birey onurun zerre kadar umurumuzda değil. O kupayı getir yeter! Tam siyasal islamcıların kadına biçtiği rol. İşimizi yap ama göze de görünme, sakla kendini, kadınlığını, insanlığını, cinselliğini, politik düşüncelerini, neşeni, eğlenceni sakla. Sadece işimizi yap, getir o kupayı. Umarım uluslararası çatışmalara da böyle çözümler önermiyordur ya da tam da bu yüzden bu alanda çalışıyordur, bilemiyorum. 1968 Meksika olimpiyatlarının antifaşist ve siyah özgürlükçü protestolarını yapanlara da eminim gereksiz gündem yaratmayın madalyaları ülkeye getirin yeter diyenler olmuştur.”

ArtıGerçek, Erol Köroğlu: “Herkesin kendi olma, kamusal alanda kendi kimliklerini ortaya koyma hakkı vardır”

ArtıGerçek yazarı Erol Köroğlu, “Meksika Milli Takımı mı bu?” başlığı altında, “Türkiye’deki kanlı kültür savaşının son cephesi kadın milli voleybol takımı etrafında açıldı” diye yazdı: “Sen git Trans ve LGBTİ+ onur yürüyüşleri vesilesiyle İstanbul’un suyunu sık, asayiş ilmine heteroseksüel yaklaşımın zirvesini üretip dünyadaki diğer müttefik ve rakiplerine, ele güne ve de Putin’e homofobi nasıl olurmuş göster, ondan sonra her vurduğu smaç bir LGBTİ+ onur vuruşu haline gelen bir voleybolcu geçsin gözünün içine baka dursun, en küçük bir azar işitince “boş yapma” deyiversin...”

“Bu vesileyle bir kere daha vurgulayalım: Kadınlar vardır! LGBTİ+ bireyler ve kimlikler vardır! Translar vardır! Başkasına kendi kimliğini dayatmak hem saçmalıktır hem zulümdür. Herkesin kendi olma, kamusal alanda kendi kimliklerini ortaya koyma hakkı vardır ve bu doğrultuda davranmakta özgür olmalıdır.”

ArtıGerçek, Yıldız Tar: “Yasaklar, sokağı ve sokaktaki hayatı bölüp, parçalayıp yönetmenin bahanesi”

ArtıGerçek yazarı Yıldız Tar, “Yasakların sınıfı ve güvenlik devleti” başlıklı köşe yazısında, “AKP’nin belki de en büyük başarısı”nın, “gayet sınıfsal, toplumsal ve siyasal meseleleri kültürel alana indirgemesi ve muhalefeti de bu sahada top çevirmeye zorlaması” olduğunu yazdı.

ArtıGerçek yazarı Tar, hükümetin sosyal-kültürel hayata yönelik yasaklarını “ekseriyetle yaşam tarzı üzerinden tartışmayı adet edinmiş akademi ve gazeteci grubu”ndan hareketle “kültürelci bakış”ın, “çoğu zaman muhafazakarlığı değişmez bir genetik kod olarak” ele almasını eleştiriyor ve devam ediyor: “Kağıt üzerinde iyi bir fikir gibi duran bu fikrin işe yaramadığını deneye deneye gördük. Bu fikrin, kamplaştığını iddia ettiği gruplar arasında eşitlik olduğuna dayanan yanılsaması da cabası. Öyle ki bundan seneler önce, tam da dönemin Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf, “eşcinsellik hastalıktır” dedikten sonra “hastalık değil günah” çıkışını yapan Hilal Kaplan’la, LGBTİ+ örgütlerini aynı masaya oturtmaya çalışanlar olmuştu.”

Tar, meseleyi, “bir tür kültür ve medeniyetler çatışması olarak ele aldığınızda, LGBTİ+’ları bir mahalleye koyuverirsiniz” diyor, eşyanın tabiatı gereği, “LGBTİ+’ların her toplumsal, siyasal ve kültürel grubu yatayda kestiğini, yani her yerde, her mahallede, her masada olduğu gerçeğini” hatırlatıyor ve “iktidarın tam da bu gerçeğe savaş açtığını” ekliyor: “Ve yine, eşit iki grup olduğunu düşündüğünüz gruplardan birinin imtiyazlarını, bu imtiyazla ördüğü nefret politikasını “aynı masada oturmakla” çözülecek bir konu olarak görür, mazlumdan biat bekler hale gelirsiniz.”

“İçki yasaklarını da, konser yasaklarını da 2015’ten beri AKP’nin sokakla bitmeyen kavgasının bir aşaması olarak görmemiz gerek. Sokağı durulan, oturulan, konuşulan bir yer olmaktan çıkartıp hızlı hızlı yürünen, işe gidip dönerken kullanılan bir yer olarak yeniden örgütlemek istiyorlar. Bunda da kısmen başarılı oldular. Çünkü sokak dediğimizde genelde sol jargonda aklımıza sadece eylemler geliyor ancak sokak, eylem yapıldığı için devrimci değil. Sokakta yaşam olduğunda, yaşam aktığında devrimci potansiyeli yeşerdiği için eylem yapabilmek önemli. Her eyleme saldırılardan daha tehlikeli, daha sinsi bir planın bir başka merhalesi bu yasaklar. Sokağı ve sokaktaki hayatı bölüp, parçalayıp yönetmenin bahanesi…”

ArtıGerçek yazarı Yıldız Tar, Eylül ayından, “Geri gönderme merkezlerinde neler oluyor?” başlıklı yazısında ise İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Merkezi'nin verilerine göre Türkiye'de neredeyse 30 geri gönderme merkezi bulunduğu bilgisi verirken, evrensel insan haklarını esas alan bir yürütme anlayışının, “vatandaş olsun olmasın devletin egemenlik sürdüğü topraklardaki her insan ve aslında her canlıdan mesul olduğunu” hatırlatıyor: “Suriye'deki savaştan önce, çeşitli sebeplerle ülkesini terk edip Türkiye'ye gelenler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Türkiye'nin Göç İdaresi Müdürlükleri vasıtasıyla, ikili bir sistem üzerinden uluslararası korumaya başvurabiliyordu. Teoride hâlâ başvurmaları mümkün. Mesela, idam cezasının olduğu İran'dan gelen LGBTİ+'lar senelerdir bu şekilde ilerliyor. Üçüncü ülke denilen, LGBTİ+ haklarının sağlandığı ülkelere gidene kadar Türkiye'de kalıyorlar. Bekleme süreleri ise her geçen gün artıyor.”

Kadın İşçi, ayşe düzkan: “lgbti+’lar emek gücünün ve halkın bir parçası, onların haklarını savunmak hem emek hareketini hem de sol siyaseti güçlendirir”

ayşe düzkan, Kadın İşçi sitesinde, “bizde olmaz öyle şeyler?” başlıklı köşe yazısında, lgbti+’ların, “uzunca bir süredir rejimin hedeflerinden biri” olduğunu, “avrupa birliği’ne girme hevesinin olduğu süreçte, eşcinsellere yasal güvence gibi ifadeleri telaffuz edebilen tayyip erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında lgbti+’lar birleştirici bir nefretin hedefi haline getirildi”ğini yazdı.

kaos gl derneği’nin, 29’uncu yılı sebebiyle yayımladığı “ayrımcılığa, baskıya, şiddete, nefrete karşı el ele” başlıklı ve bu düşmanlaştırmaya karşı hepimizi el ele vermeye çağıran kamu spotunu yayından kaldırmak zorunda kaldığını hatırlatan ayşe düzkan, “tcdd’nin tavrını düşünerek soruyorum: kamu kim, kimin?” diye soruyor ve devam ediyor: “lgbti+’lar toplutaşıma kullanmıyor mu? tabii ki kullanıyor. toplutaşımayı finanse eden kamu kaynaklarında lgbti+’ların vergileri yok mu? tabii ki var. öyleyse neden onlara yönelik nefret ve saldırganlığa karşı bir çekim buralarda yapılamasın? bin defa söylenmiş olsa da bazı gerçekleri tekrar edeyim: insanın cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi “özenerek” değişmez, öyle olsa masallardan dizilere bu kadar “özendirici” malzeme varken herkesin hetero olması gerekirdi! konuyla ilgili en önemli özendirme, lgbti+’lara yönelik şiddetin özendirilmesi tabii ki. şu son “lgbt propagandasına dur” eylemiyle ilgili de sosyal medyada epeyce gürültü koptu, rtük sayesinde ekranlardan davet yapıldı, yiyecek-içecek ve ulaşım desteği oldu, bütün bunlara rağmen eylem beklendiği kadar güçlü olmadı, sönük geçti bile denebilir.”

“burada, hem soldaki siyasi partilerin hem de emek örgütlerinin düşünmesi gereken şeyler var bence. lgbti+’lar emek gücünün ve halkın bir parçası, onların haklarını savunmak hem emek hareketini hem de sol siyaseti güçlendirir...”

T24, Pınar Doğu: “Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!”

T24 yazarı Pınar Doğu, “Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!” başlıklı köşe yazısında, “Türkiye'de her şey kutsal olabiliyor, insan hakları hariç” diye yazdı ve devam etti: “Eşitlik talepleri düşünce suçu kabul ediliyor, nefret söylemleri ise ifade özgürlüğü kapsamında meşrulaştırılıyor. Bunun vahim örneklerinden biri de Büyük Aile Buluşması adı altında düzenlenen nefret gösterileri.”

İstanbul Saraçhane'deki LGBTİ+ karşıtı nefret mitinginin ardından, “LGBTİ+ların varoluşlarını tehdit eden, hayatlarını sınırlayan her tür tahakküme karşı çok daha etkin bir mücadele yürütülmesi şart” diye yazan T24 yazarı Doğu, köşesini, LGBTİ+’ların görüşlerine açtı: “Allah'a inanan bir lubunya olarak en büyük üzüntüm muhafazakâr ailelerde büyüyen lubunyaların kendini daha da dışlanmış hissetmesi”, “LGBTİ+'ların bir milleti yok. Yani LGBTİ+'lar dünyanın her yerinde”

Pencere, Tayfun Atay: “Cinselliğin, gökkuşağı ferahlığıyla açılan bir yelpaze olduğu gerçeğinden korkmaktadırlar”

Pencere yazarı Tayfun Atay, “LGBT’den öğrenilecek çok şey var!” başlığı altında, “Bu ülkede LGBT haklarını savunmak isteyenler, bu davaya “İnsanlık” adına yürek koyanlar derhal “İslamlık” üzerinden gaddarca bir saldırganlığın hedefi haline getirilirler” diye yazdı.

“Günümüz dünyasında Müslümanlığın en yumuşak karnı eşcinsellik, daha doğrusu LGBT konusudur. Uygar ve olgun insanlık nezdinde bu bir farklılık, hatta “çeşitlilik” olarak kabul görüyor ve “farklılıkların harmonisi”ne dayalı bir yaşamın imkânları telkin ediliyor. İslam’ı, ataerkil zorbalık ve ergenliklerine kılıf kılmış dinbaz iktidar sahipleriyle onların yardakçısı medya şarlatanları, tıbbın yüz karası doktorlar, akademinin yüz karası profesörler ve din değil saray ulemasına göre ise LGBT kimlik ve kültür, hastalık, sapkınlık, ahlâksızlık sayılıyor... Ve LGBT kimliği/bireyi İslami kisve altında ama özde şeytani bir zevkle mahkûm etmeyi, katletmeyi kendilerine vazife sayarlar. Çünkü kendilerinden korkmaktadırlar. Hislerinden, itkilerinden, dürtülerinden, eğilim ve yönelimlerinden korkmaktadırlar. Cinselliğin yekpare bir beton parçası değil, gökkuşağı ferahlığıyla açılan bir yelpaze olduğu gerçeğinden korkmaktadırlar. “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değil” diyen bilge sesten korkmaktadırlar.”

“Halbuki bu homofobik/transfobik korkudan kurtulabilseler, heteroseksist azgınlıktan sıyrılabilseler, LGBT hareketinden, daha iyi insan olma, daha doğru insan olma, daha fazla insan olma yolunda öğrenilecek pek çok şey olduğunu fark edebilecekler... Cinsel şiddeti adeta norm yaparken, cinsel yönelimi korku ve nefret odağı yapmış bir toplumda LGBT’den öğrenilecek çok şey vardır. Nihayet, insanın cinsiyetine ve cinsel yönelimine “Takdir-i İlâhi”yi de aşıp karar vermeye, değer biçmeye, hesap kesmeye kalkışan sapıtık bir toplumda… Elbette, “Rabbim böyle yarattı” diyen LGBT’liden öğrenilecek çok şey vardır.”

Çorum Haber yazarı, AB adayı Türkiye'ye hak hukuk hürriyet hatırlatması yaparken, LGBTİ+ haklarını atlamadı

Çorum Haber yazarı Sami Akpınar, “Avrupa Parlamentosu 2022 Türkiye Raporu” başlıklı köşe yazısında, “AB’ye girmek isteyen bir aday ülke Türkiye”ye, “AB'nin aday ülkelerden istediği kriterler”i hatırlatıyor.

“Raporda özellikle, önceki yıllarda olduğu gibi “insan hakları, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü” gibi konularda ağır eleştiriler yer aldı. Nitekim “Türkiye’deki demokratik gerileme artarak devam ediyor” denildi. “Türkiye hukukun üstünlüğünde geriye gidiyor. Yargı bağımsızlığı yok” denildi. “AP Türkiye’deki demokratik gerilemeden, kadın hakları, cinsiyete dayalı şiddet, kadın cinayetlerinin artması, LGBTİ topluluğuna yönelik yaygın nefret söylemi ve ayrımcılık nedeniyle kaygılıdır” denildi. “Türkiye demokrasi, yargı ve medyanın bağımsızlığı ile farklı etnik ve dini gruplarla kadın ve LGBTİ haklarına yönelik AİHM kararlarının tümüne uymalı” denildi.”

Çorum Haber yazarı Akpınar, “Aslında 100 yaşındaki Türkiye'nin 65 yıllık AB süreci, Tanzimat'la başlayan ve 200 yıldır devam eden Batılılaşma sürecinin ete-kemiğe bürünmüş bir ifadesidir” diyor ve ekliyor: “İşte AB’nin birçok kuruluşunun kurucu üyesi olmuşken, AB adına hazırlanan AP kararlarını eleştirirken şu soruları da kendimize bir sormak gerekmez mi? -Eğer bu ülkede toplumun yargıya güveni sarsılıyor ise... -100 yıllık bir etnik kavga çözülmüyor, 100 yıldır bir inanç sorunu duyulmuyor ise... -Yükselen işsizlik çözülemediği gibi, her gün biraz daha büyüyor ise... -Toplumun devlete olan güveni giderek sarsılıyor ise... AP tarafından hazırlanan bu raporlara öfkelenmek mi gerekir, yoksa belirtilen bu sorunları çözmek mi gerekir?”

***

LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…


Etiketler: medya
İstihdam