05/08/2021 | Yazar: Ali Erol

LGBTİ+’lar için Temmuz gökkuşağı “köşe”leri T24, Karar, Eskişehir Sakarya, Cumhuriyet, Korkusuz, Posta, HaberTürk ve Evrensel yazarlarından

LGBTİ+’lar için Temmuz ayı gökkuşağı “köşe”leri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Temmuz ayından LGBTİ+’lar için gökkuşağı “köşe”lerini T24, Karar, Eskişehir Sakarya, Cumhuriyet, Korkusuz, Posta, HaberTürk ve Evrensel yazarlarından derledik.

Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan pozitif “köşe”lerden işte Temmuz ayında okuduklarımız.

T24: “LGBTİ+ Onur Yürüyüşü yasaklandı, demokratik haklarını kullanmak isteyenler polisten dayak yedi”

T24 köşe yazarı Mehmet Y. Yılmaz, “Dünya tarihinin ilk "oksimoron" bayramı!” başlıklı yazısında, “Ne tuhaf değil mi? Memlekette olmayan iki şeyi, aynı gün kutluyoruz.” diye yazdı.

“Adında "demokrasi" var, ülkede demokrasinin d'sini arar haldeyiz… Adında "milli birlik" var, ülkenin bir yarısının, öteki yarısını "hain" diye gördüğü bir toplumsal iklimde yaşıyoruz.” diye yazan T24 köşe yazarı, (1, 2) devam ediyor: “Geçtiğimiz bir yılda demokratik haklarımıza yönelik ihlalleri alt alta yazsam, T24'ün bütün terrabitlerini bitirebilirim! Sadece son 15 günde yaşadıklarımız bile normal bir demokraside 100 yılda olmayacak şeyler.”

“LGBTİ+ Onur Yürüyüşü yasaklandı, demokratik haklarını kullanmak isteyenler polisten dayak yedi, kahvelerde oturanlar bile suçlu gibi ters kelepçeyle gözaltına alındı.” 

Karar: “Anayasal hakkını herkes eşit olarak kullanır”

Karar gazetesinden köşe yazarı Osman Sert, “Askeri vesayetten polis vesayetine” başlıklı yazısında, “Daha önce orduda gördüğümüz demokrasiyi içselleştirebilme sorunun bir benzeri ise şimdi Emniyet teşkilatında yaşanıyor.” diye yazdı. 

“15 Temmuz sonrasında polisin toplumsal olaylara müdahalesinde endişe verici iki dinamikle karşı karşıyayız.” diye yazan Karar köşe yazarı, devam ediyor: “Polisin olaylara müdahale ederken bir partinin ya da siyasi görüşün temsilcisi gibi davranması sistemin temeline dinamit konulmasıdır. Protestocular karşısında kamu düzeninin korunması dışında kolluk gücü kör ve sağırdır.”

“Hukuk devletinde LGBT eylemi yapanlarla, İstanbul sözleşmesine karşı protestoda bulunanlar, üniversitesindeki atamalara itiraz edenler, Uygur Türklerine yürütülen soykırıma karşı çıkanlar arasında fark yoktur. Kanunlar çerçevesinde Anayasal hakkını herkes eşit olarak kullanır.”

“İktidar, anayasal protesto hakkının önce 15 Temmuz’un olağanüstü hâl psikolojisi ile sonrasında ise pandeminin sosyal mesafe kuralının bahane edilmesi ile askıya alınmasını hukuku ve kolluk gücünü kendi gündemi için araçsallaştırmakta kullandı. Polis ise iktidarın kendisini siyasallaştırmasını içselleştirdi.”

Eskişehir Sakarya: “Polis karışmasaydı, bu kişiler yürüyüş yapsaydı… Ne olurdu?”

Eskişehir yerel basınından Sakarya gazetesi köşe yazarı Hakkı Sağlam, “LGBT’lerin eylemi ve polis” başlıklı yazısında, Eskişehir’de yapılmak istenen LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne polisin müdahalesini (1, 2) ele aldı.

“Önceki gün Eskişehir’de LGBT bireyler (Eşcinsel ve lezbiyenler) Yalaman Adası’nda toplanıp yürüyüş yapacaklardı… Akşam saat 18.00’de gazeteden çıkıp, İsmet İnönü Caddesi’ne geldiğimizde polislerle karşılaştık. 5 tane kızı gözaltına alıyorlardı… Kızlar ‘Ya bizi nereye götürüyorsunuz? Biz bir şey yapmadık’ diyorlardı. Biri ağlamaya başladı. Polis onları gözaltına alıp, bir araca bindirdi… Biz o anda fotoğraf çekerken polisin biri ‘Niye çekiyorsun?’ dedi. Gazeteci olduğumuzu söyleyince bir şey demedi… Öte yandan Adalar karışmış. Polis onlarca kişiyi gözaltına almış… Bu arada bir polis amiri gazetecilere ‘Gözaltı diye yazmayın’ demiş… Ama bizimkiler buna itiraz etmiş… Öyle ya, gözaltına almıyorlar da… Emniyet’e kahve içmeye mi götürülüyorlar… Aslında polise de kızmamak lazım… Zira onlar da emir kulu… İçişleri bakanlığının ya da Valiliğin emrini uyguluyorlar… Yürüyüşe çok sayıda kişinin gelmesi ise ilginç… Zira Eskişehir’de bu kadar eşcinsel ve lezbiyen olduğunu sanmıyoruz… Büyük ihtimalle diğer illerden de gelenler olmuş… Peki, polis karışmasaydı, bu kişiler yürüyüş yapsaydı… Ne olurdu? Toplumun ahlakı mı bozulurdu? Bizce bir şey olmazdı… Belki birkaç kişi tepki gösterirdi… Birçok kişi ise güler geçerdi… Bunun adına da ‘hoşgörü’ derlerdi…”

Cumhuriyet: “Milletin cinselliğinin yakasından düşün artık!”

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Bedri Baykam, (1) “Milletin cinselliğinin yakasından düşün artık!” başlıklı köşe yazısında, “Cinsel özgürlük düşmanları” diyor ve devam ediyor: “Onlara göre “cinsellik”, evli erkek ve kadının misyoner pozisyonunda ve tercihen fazla zevk almadan yapacakları basit bir çocuk yapma birleşmesinden ibaret olmalı. Bu şablonun dışındaki her şeye saldırmak için tetikte bekliyorlar ve her biri “namus ve ırz bekçisi”.”

“Farklı cinsel yönelimlere özgürlük talep eden insanlar, -ki bunların arasında heteroseksüeller de var- her yıl haziran ayındaLGBTİ+ Onur Yürüyüşüyapıyorlar. Biliyorsunuz, Türkiye’de 2015 yılına kadar, giderek artan bir katılımla bu yürüyüş gerçekleşiyordu ve polis, yürüyüşçüleri homofobik bir saldırıya karşı koruma altında tutmak için olay yerinde bulunuyordu. Sonra ne mi oldu? Herhalde şu tarikata veya şu şu ilim vakfına veya bu şeyhe yaranmak için bu uygulama kalktı ve dünyanın her medeni ülkesinde olduğu gibi bu yürüyüşü yapmak isteyenler, dayak, gözaltına alma, gaz bombası, cop, taciz, küfür ve şiddetin hedefi olmaya başladı. Zaten, 2013’te Gezi sonrası kitlesel görünürlük ve halk protestolarına karşı alerji geliştiren iktidar, eylemleri önce suni bahanelerle, sonra da kitabına uydurarak yasakladı. Hedef, onları yıldırmaktı. Muhakkak belirli bir oranda başarılı olmuşlardır: Yürüyüşlerin kapsama alanı artacağına, yükseleceğine tersine daraldı. Polis hiç çekinmeden dayak ve laf atmaktan, taciz etmekten rahatsızlık duymuyor. Hatta kahvede oturan ve şiddeti kınayan konu dışı vatandaşlar da polisin hedefi haline geliyorlar!”

“Türkiye bu konuda nasıl “LGBTİ+’ya yeşil ışık” konumundan “kırmızı ışık”a geçti biliyor musunuz? Ben size söyleyeyim: Kimler Erdoğan’ı İstanbul Sözleşmesi’ne karşı doldurup o imzayı baskıyla geri çektirdiyse aynı ortaçağ zihniyeti taşıyanlar bunu da becerdiler.” 

Cumhuriyet yazarlarından Ergin Yıldızoğlu ise (1, 2) “Sivas katliamından İstanbul Sözleşmesi’ne” başlıklı köşe yazısında, “Sivas katliamının yıldönümüyle Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarılmasının aynı günlere denk gelmesi anlam yüklü bir rastlantı oldu” diye yazdı ve ekledi: “Her iki olayın arkasında da aynı “dünya görüşü” var. Bu, “konuşulabilir olanın” kendi benimsediği sınırlarına, içerdiği “hakikat rejimine” biat etmeyen bedenleri susturmayı, bastırmayı, olmazsa yok etmeyi arzulayan faşist bir “dünya görüşü”dür.”

“O karanlık “dünya görüşü”nün temsilcilerinin, “öteki”nin (kadın, LGBTİ+) bedenine, cinsel yaşamına sınır koymaya çalışırken, heteroseksüel ya da eşcinsel pratikleri, üstelik pedofiliyi de kapsayacak biçimde kendi “mekânlarında” serbestçe yasalara aldırmadan (adeta bir “müstehcen baba” -Freud/Lacan- gibi) yaşadıklarını, son yıllarda, medyada, sosyal medyada sık sık aktarılan, mahkemelerde yaşanan rezaletlerden kısmen de olsa anlıyoruz. 

“O dünya görüşünün düzeninde, her şey mubahtır, “ötekini” cinsel nesne olarak kullanmak (“karılarınızı kızlarınızı bizden nasıl koruyacaksınız” gibi), bedenen yok etmek de caizdir. Bu bağlama oturtulduğunda İstanbul Sözleşmesi’nin (İ.S.), o “dünya görüşünde” yarattığı nefretin, korkunun, aslında rejimin gerçeği (“Reel”i) ile ilgili olduğu da görülebilir.”

“İ.S. kadını, LGBTİ+ bireyleri, çocukları, “müstehcen baba”nın arzularının şiddetinden korumayı amaçlıyordu. İ.S. o dünya görüşünün koyduğu sınırları deliyor, eril siyasi iktidarın zeminini eritiyor, “bir”liğini tehdit ediyordu… Rejimin İS’den anayasayı yok sayan bir kararnameyle çıkması, Yargıtay’ın yapılan itirazı geri çevirmesi de kendi koyduğu yasaları tanımazlığını, totaliter, kadın düşmanı, homofobik karakterini (gerçeğini) bir kez daha kanıtlıyordu.”

Cumhuriyet köşe yazarı Yıldızoğlu, Temmuz ayından bir diğer yazısında, “Kültür savaşları ve kadınlar” başlığı altında devam ediyor: “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışı, kadınlara, LGBT bireylere yönelik şiddet olaylarındaki artışı, kadın ve çocuk tecavüzlerini cezalandırmayı zorlaştıran yasal değişikliği, Hipokrat Yemini’nden “cinsiyet, etnik kimlik ve cinsel yönelim ayrımı yapılamayacağına” yönelik bölümün çıkarılmasını, Diyanet’in büyümeye devam eden personelini ve bütçesini, halkın yaşamında, bedeni, mekânı ve zamanı düzenlemeyi amaçlayan fetvalarını, dini derneklerin ve vakıfların yasal mali ayrıcalıklarını, nihayet Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla ters bir yanı yok” ifadelerini hep bu bağlam içinde değerlendirmek gerekir.”

“Powered by pride”ın Haziran’dan Temmuz ayına köşe yazılarındaki seyri 

Galatasaraylı milli futbolcu Taylan Antalyalı’nın LGBTİ+ Onur Haftası’na destek vermek için gökkuşağı renkleriyle ‘Powered by Pride’ yazan bir t-shirt giymesine gelen tepkilerdeki homofobik nefrete karşı duran gazete yazıları Haziran’ın ardından Temmuz ayı köşelerine de taşındı.

Korkusuz gazetesi yazarı Memduh Bayraktaroğlu, “TV 100’de iki maganda, genelde Türk erkeği modeli mi?..” başlıklı köşe yazısında, “Taylan Antalyalı’nın demokrat ve insan haklarına saygılı duruşu” diye yazdı: “Taylan Antalyalı, Galatasaraylı bir futbolcu… Hem iyi bir sporcu… Hem de harika bir insan Onur Yürüyüşü yapılacağı (Polis yaptırmadı) gün giydiği tişörtün göğsünde gökkuşağı renklerinde “Powered by pride/Gücünü onurdan alır” yazıyordu… Vay efendim vay… Magandalar hemen saldırıya geçtiler… Bir an için sosyal medyadakileri boş verelim… Ya, TV 100 kanalında yayınlanan bir futbol programının yorumcularına ne demeli?..”

Posta köşe yazarı Oral Çalışlar, “Helal olsun Galatasaray’a” başlıklı yazısında, “İki olay, iki tutum, yeniden Türkiye’nin demokrasi ölçütlerini test etmemize imkan verdi. Biri İstanbul Sözleşmesi’ni terkimiz... Diğeri Galatasaray’ın futbolcusu Taylan Antalyalı’ya sahip çıkması…” diye yazdı.

“Türkiye, ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekti. Eski deyimle 'zahiri' (yani görünür) neden, 'eşcinsellerin haklarına gönderme yapılması.' Asıl nedense, ev içi taciz ve şiddet konusunda genellikle saldırı altındaki kadını ve çocuğu koruyan maddelerden rahatsız olan erkek tavrı… GS Yönetim Kurulu Sözcüsü Remzi Sanver, LGBT sembolü taşıyan tişört giydiği için hedef gösterilen Taylan Antalyalı'yı desteklediklerini açıkladı… Galatasaray Kulübü bu konuda diğer spor kulüplerini de tavır almaya çağırdı. İki olayda da Türkiye’nin demokrasi çıtası testten geçti. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi, çıtayı aşağı çekerken, GS Kulübü'nün LGBT’ye destek veren milli futbolcu Taylan Antalyalı’ya sahip çıkması, Türkiye’nin farklı yüzünü gösterdi.”

Cumhuriyet köşe yazarı Gülengül Altınsay, “Bana da bir tişört” başlıklı yazısında, “bir futbolcunun giydiği üzerinde, LGBT+ bireylerin özgürlük haklarına destek veren “Powered by Pride” yazılı tişört nasıl da ortalığı karıştırabiliyor.” diye yazdı: “Aslında sorun başka tabii; insanların özgür düşünmesini, özgür yaşamasını hazmedememekte. Tahammülsüzlük, insanların son özgürlük alanı bedenlerine ve cinsel kimliklerine kadar varmış durumda. Yani demokrasiye, birlikte özgürce yaşamaya tahammülleri yok bunların. Doğru, demokrasi hiç de kolay bir şey değil. Nedeni de hep farklı olanlara katlanma zorunluluğu var. Sevmediğinize, beğenmediğinize hatta nefret bile ettiğinize tahammül edersiniz. Çünkü demokrasi tüm azınlıkların, farklı olanların da yaşama şansı bulduğu bir olgun kültür sistemi.”

HaberTürk yazarı Ayşe Özek Karasu, “Sayın futbolcular” başlıklı yazısında, “Yıllar önce Tan Sağtürk “Bildiğim eşcinsel futbolcular var” deyiverince infiale varan utanç verici tepkilere tanık olmuştuk.” diye hatırlatıyor. “Turgay Şeren ile Tanju Çolak’ın homofobik çıkışlarından bir Galatasaraylı olarak çok utanmıştım” diyor ve “Galatasaray camiasından bu nefret içerikli açıklamalara kınama geldiğini hatırlamıyorum” diye ekliyor.

HaberTürk yazarı, “Neyse ki dünya değişirken Galatasaray da değişti.” diye devam ediyor: “Taylan Antalyalı’nın onur paylaşımı nedeniyle uğradığı saldırıları “demokratik eleştiri sınırları dışında” diyerek kınayan kulüp bununla yetinmedi, futbolcusunun yanında durduğunu ve onunla gurur duyduğunu da kuvvetlice vurguladı. Taylan, linç nedeniyle pride tişörtlü postu kaldırdığı halde kulüp inisiyatif aldı… Homofobinin en kuvvetli nefreti saçtığı alanlardan biri futbol. Örneğin Almanya eşcinsel dışişleri bakanından belediye başkanlarına cinsel yönelimini açıklayan nice siyasetçi gördü ama sıra futbola gelince iş değişiyor… Ancak artık zamanlar değişiyor.”

Evrensel yazarı Mehmet Özyazanlar, “Nefret neferleri” başlıklı köşe yazısında, “Nefret neferlerinin sonu belli… Gücünü barıştan, sevgiden, eşitlikten, özgürlükten alan gökkuşağının ateşiyle kavrulup yok olacaklar…” diye yazdı.

“İktidarın, LGBTİ+’lara yönelik nefret saldırısından cesaret bulan medyadaki ve sosyal medyadaki irin beyinli yalakalar, durumdan vazife çıkarmakta gecikmedi. Galatasaraylı Futbolcu Taylan Antalyalı’nın, toplumsal cinsiyet alanında eşitlik, özgürlük mücadelesi veren grupların onur yürüyüşünü destekleyen tişört giymesini fırsat bilerek onlar da nefretlerini kustu...”

“Ahlakı, cinsel kimlikle, cinsel yönelimle özdeşleştiren ve kendilerinden farklı cinsel kimlik ve yönelimlere “ahlaksız” damgası vurarak tatmin yaşayan bu pespaye adamcıkların,

birilerinin gözüne girerek nemalanmayı hesap ettikleri çok açık... Taylan’a yönelik saldırıda, futbolun hegemonik erkekliğin özgürce at koşturup her türlü kompleksini ve hezeyanını doya doya sergileyebildiği bir alan olmasının payı da yadsınamaz. Futbol genel olarak, sadece heteroseksüel erkeklere yakıştırılan bir spor dalı. Kadınlar ve LGBTİ+’lar bu sporda ağırlıklı olarak, rakiplerin ya da hakemlerin aşağılanmasında malzeme olarak kullanılan unsurlar şeklinde kendilerine yer buluyor.”

“Kendilerinden farklı kimliklere, yönelimlere olan bakış açıları ırkçılığın, faşizmin dik alası. Bazı kimlikleri reddetmenin/yok saymanın başkaca bir anlamı yok. Ayrımcılar, Orta Çağ seviyesindeki algılarıyla onurlu yaşamın ne anlama geldiğini bilmez. “Onur” lafını duyunca kudurmaları bundandır!..”

***

LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…


Etiketler: medya
İstihdam