30/11/2018 | Yazar: Yunus Emre Demir

Yunus Emre Demir, HIV’le yaşayan kişilere dönük ayrımcılık ve damgalamayı yazdı.

“Nefrete inat yaşasın hayat” diyerek yeni bir yazı dizisine başladık. Sene sonuna kadar nefret suçlarından, sanata; şiddete karşı mücadele yöntemlerinden adalete erişime çeşitli başlıklarda yazılarla LGBTİ+ etkinlik yasaklarına, medyada nefret söylemine ve LGBTİ+’lara dönük hak ihlallerine dikkat çekeceğiz. 1 Aralık Dünya AIDS Günü dolayısıyla Yunus Emre Demir, HIV’le yaşayan kişilere dönük ayrımcılık ve damgalamayı yazdı.

HIV/ AIDS alanında kısa- orta bir internet taraması yaptığımız zaman, alana dair yapılan araştırmaların daha çok HIV yayılım/ ölüm oranlarını anlattığını ve ayrıca HIV ile yaşamayan/yaşamadığı var sayılan kişilerin HIV’e dair tutumlarına dair saha araştırmalarının aktarımı olduğunu görebiliyoruz. HIV ile alakalı yapılan ve görece ayrımcılık içermeyen[i] haberlerin önemli bir kısmı da “HIV aşısı” ve “HIV tedavisi” başlıklarında oluyor. Ayrımcılık içermeyen haberlerdeki bilgiler, genellikle yalan haberler oluyor. Yıllardır karşımıza çıkan HIV/AIDS temalı haberlerin tamamına yakını yanlış bilgiler veya doğrudan ayrımcılık içeriyor.

Burada alana dair üç temel ihtiyacın hasıl olduğunu görüyoruz:

1. HIV/AIDS ile yaşayan kişilerin sorunlarına ve yaşadıkları ayrımcılıklara dair raporlama ve saha çalışmaları yapılması;

2. Tespit edilen ayrımcılık ve sorunların çözümü için danışmanlık ve savunuculuk faaliyetlerinin yürütülmesi;

3. Medya kuruluşları/ çalışanları HIV konusunda bilinçlendirilmesi; derneklerin medyaya dönük eğitimler düzenlemesi, bilgi kitleri hazırlaması ve aralıklarla doğru haberler servis ederek konunun ayrımcı olmayan bir biçimde gündemde kalmasını sağlaması.

İllüstrasyon: Jose Fien

Peki bunlar neden önemli?

HIV’e dair çeşitli alanlardan insanlarla yapılan tutum araştırmalarını ve HIV’in yayılım durumuna dair veri toparlanmasını elbette değersizleştirmeden, ağırlığın artık daha farklı bir yöne, yani HIV ile yaşayanların yaşadıkları problemlere odaklanması gerektiğine inanıyorum. HIV ile yaşayanların durumuna dair –yine bir internet taramasının ardından- alanda çalışan dernekler tarafından yapılan ve kamuya açılan en son araştırmanın 2010 yılında olduğunu görebiliriz.[ii] 2010 yılında Pozitif Yaşam Derneği tarafından yayınlanan bu rapor, Ağustos 2008- Ağustos 2009 tarihleri arasında HIV ile yaşayanların uğradıkları ayrımcılık ve hak ihlallerini anlatıyor.[iii] Yaklaşık 10 yıl öncesini anlatan bu rapora baktığımızda bile, bu araştırmaların neden önemli olduğunu bir miktar kavrayabiliriz.

Raporu incelediğimizde HIV ile yaşayanların en çok sağlık hizmetlerine erişim aşamasında ayrımcılık ve hak ihlaline maruz kaldığını görüyoruz. Bugün de, yine tanı almadan önce ve aldıktan sonra başta hastanelerin ilgili birimi olan enfeksiyon klinikleri olmak üzere birçok alanda ayrımcı olaylar gerçekleşiyor. Bu ayrımcılıkların bir kısmı doğrudan HIV ile ilgiliyken, bir kısmı aynı zamanda LGBTİ+fobi, cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi ayrımcılık türlerini içeriyor. İsim vermeden aktaracağım bu olay, bu örneklerden sadece biri. Henüz tanı almış HIV ile yaşayan bir biseksüel erkek, İstanbul’un merkezinde bulunan ve birçok HIV pozitif’e bakan bir eğitim araştırma hastanesinin uzmanları tarafından cinsel yönelimi öğrenildiğinde “Sadece erkeklerle yatsan olmaz mı? Bari kızlara bulaştırma…” tepkisi aldığını söylüyor. Yine başka bir olayda –ki bu çok sık yaşanıyor- HIV ile yaşayan bir kişi, diş ağrısı sebebiyle gittiği özel bir üniversite hastanesinde diş hekiminin “Neden test yaptırma gereği duydun ki? Hiç öyle bir tipin yok, neyden şüphelenip test yaptırdın ki?” gibi soruların ardından tedavi için normalin çok üstünde bir fiyatla karşılaştığını söylüyor. HIV ile yaşayan kişilerin estetik merkezi, diş hastaneleri gibi enfeksiyon uzmanlarının bulunmadığı yerlerde hizmete erişiminin önünde birçok engel bulunuyor. Bu kurumlarda ya en baştan kişiye verilen formda bu konuya dair sorular soruluyor ya da kişilere sormadan test yapıyorlar. Kişilerin önemli kısmı HIV statülerini bu zorunlu testlerde öğreniyor. Bu noktada, HIV ile alakalı testlerin sağlık kuruluşlarında kimi işlemlerden önce yapılıp yapılmaması tartışması devreye giriyor. Bu tartışmayı bir kenara koyacak olursak buradaki temel mesele, testin sonucundan bağımsız olarak sağlık kuruluşunun ve sağlık çalışanlarının sorumluluğu; kişilerin sağlık statüsü, cinsel kimliği, ırkı, yaşı, sosyal konumu ne olursa olsun aynı derecede maksimum düzeyde önlemle işlerini yapmaktır. Dolayısıyla testin sonucu, kişinin sağlığa erişim hakkını herhangi bir düzeyde engellememelidir.

Sağlık hizmetine erişirken karşılaşılan bir başka “garipliği” daha bu noktada aktarmak istiyorum. Konuştuğum HIV ile yaşayan kişilerin birçoğunun maruz kaldığı bir olay var. Bu başka sağlık sorunlarında yapılıyor mu bilmiyorum ancak HIV’de sıkça karşılaşılan bir durum anladığım kadarıyla. Olay örgüsü şöyle ilerliyor: Enfeksiyon kliniğinin önünde bir eczacı bekliyor. Siz en başta onun eczacı olduğunu anlamıyorsunuz. O kişi sizinle sohbet ediyor, bunu bazen kendisi de muayeneye gelmiş gibi yapıyor. Ardından cebinden bir kart çıkartıyor ve sizden onun çalıştığı eczaneden ilaçlarınızı almanızı istiyor. Üstelik bunu herkese de yapmıyorlar. Genel olarak enfeksiyon kliniğine sık giden ve “alıktıran” kişilere yapıyorlar. Bu olaya maruz kalan birçok kişi fişlenme duygusuna kapılıyor. Denetimi ve tespiti zor olan bu durumla nasıl mücadele edilir, emin değilim.

Raporlamada karşımıza çıkan bir başka ayrımcılık da iş hayatında yaşanan ayrımcılıklar oluyor. İş yerlerinin çalışanlarından HIV testi istemek için herhangi bir yetkisi, yasal hakkı bulunmuyor. Ancak özellikle “gezici işler” denen iş kollarından çalışan gemiciler, pilotlar, hostesler, inşaat işçileri ve turizmciler başta olmak üzere birçok iş kolunda işe başlarken ve hatta işin devam ettiği süreçlerde kişilerden HIV’e dair test yaptırmaları isteniyor. Ayrıca birçok kurumda işe girerken, iş yeri hekimine kullanılan ilaçlara dair bilgi verilmesi gerekiyor. HIV ile yaşayan ve tedavilerini sürdüren kişiler bu durumda işyeri hekimlerine ya HIV statülerini söylemek zorunda kalıyorlar ya da gizlemelerini halinde HIV statüleri açığa çıktığında işten atılabiliyorlar. İşe girerken eksik veya yanlış bilgi vermek kimi kurumlarda tazminatsız işten atılma sebebi olabiliyor. Bu durum sadece HIV için değil, kişisel tüm meseleler için geçerli olabiliyor. Kurumların bir kısmıysa, çalışanlarına özel sağlık sigortası yaptıkları için bu testleri isteyebiliyor. Burada temel sıkıntı, sigorta şirketlerin neredeyse hepsinin HIV ve diğer birçok tıbbi durumda sigorta yapmaması veya yüksek sigorta fiyatları belirlemesi sebebiyle oluşuyor. Özel sağlık sigortası hakkı birçok sektörde kazanılmış bir hak gibi dursa da, sigorta şirketlerinin tutumlarından kaynaklı kişilerin kurumlarda ayrımcılığa uğramasına veya kişisel bilgilerinin iş arkadaşlarınca öğrenilmesine sebep olabiliyor. Zorunlu HIV testi uygulaması artık geçmişe göre çok azalsa da son bulmuş değil elbette. Özel bir kurumda öğretmenlik yapan A. kendisinden özel sağlık sigortası sebebiyle istenen testler sonucu HIV pozitif olduğunu öğrendiğini söylüyor. Kendisiyle ilgilenen hekimin bu durumun çalışmasına engel olmadığını söylemesi üzerine A’nın iş yerine teslim edilen belgede HIV statüsü yazmıyor. GMag’de yer alan başka bir habere göreyse, bir kozmetik firmasının çalışanları HIV statüleri nedeniyle ifşa ve zorbalığa maruz kalıyor, işten ayrılmak zorunda bırakılıyor.[iv] Kamuda ise işler 2010 yılından beri bir miktar daha güvenli ilerliyor. Daha önce SGK’nın tedavi masraflarını karşılaması için kişilerin fatura ve reçeteleri iş yerlerine teslim ediliyordu. Dolayısıyla HIV ile yaşayanların HIV statüleri ifşa edilme tehlikesi altında oluyordu. Ancak 2010 yılında yapılan düzenlemeyle bu zorunluluk ortadan kalktı ve bu işlemler direkt SGK üzerinden yürütülmeye başlandı. Yukarıda A. örneğinde gördüğümüz gibi, sigorta şirketlerinden kaynaklı uygulamalar sebebiyle test yaptırma konusunda zaman zaman çaresiz kalınsa da bu noktada kurumlar doğru tutum takınmalı ve HIV ile yaşamanın herhangi bir iş kolunda engele sebebiyet vermediğinin bilinciyle hareket etmelidir.

Konuda yaşanan ayrımcılık türlerinden biri de, sosyal dışlanma oluyor. Sosyal dışlanma başlığında karşımıza ilk olarak aile- akraba, okul arkadaşları, iş arkadaşları gibi ağırlıklı cis-hetero çevreler çıkıyor. Bu çevrelerde genel olarak HIV’in doğrudan “kötü alışkanlıklarla” ilişkili görülmesi (korunmasız seks, ücretli seks, eşcinsel ilişki, uyuşturucu…) aslında bu sonucu şaşırılır olmaktan bir nebze çıkartıyor. Bundan biraz daha şaşırtan ve fark edilmesi zor olan biçimlerini ise LGBTİ+ hareketin içerisinde görebiliyoruz. Tam bu noktada sihirli bir teze değinmek istiyorum: HIV/AIDS sadece LGBTİ+’larda görülmez. Ve tez devam ediyor: Hatta heteroseksüellerde oran daha fazla! Bu sihirli cümle HIV ile yaşamayan LGBTİ+’lar için ve HIV ile yaşayan heteroseksüeller için kurtarıcı işlev görüyor. HIV ile yaşamayan LGBTİ+’ları HIV damgasından, HIV ile yaşayan heteroseksüelleri de eşcinsel-biseksüel damgasından kurtaran bu tez, buram buram HIVfobi ve LGBTİ+fobi kokuyor. Bunun bu kadar sık dillendirilmesi, LGBTİ+ HIV pozitiflerin toplumdan daha kolay dışlanmasına alan açıyor. Üstelik bu noktada tezin doğruluğunu da bir miktar tartışmaya açmakta fayda var. Elbette HIV sadece LGBTİ+’larda görülen bir enfeksiyon değil. Ancak bu oran meselesi oldukça tartışmalı. Bu oranlar, en azından Türkiye’de, sağlık personelleri tarafından tutuluyor. Doğrulama testi sonrası HIV pozitif tanısı alan kişiyi doktor veya başka bir yetkili sağlık personeli karşısına alıyor ve sorular soruyor. Bu sorulardan biri de cinsel yönelim oluyor. Her ne kadar kimliğin gizli kalacağı sözü verilse de yeni tanı almış biri, bir doktora bu konuda kesinlikle doğru bilgi veriyordur diyebilir miyiz? Dolayısıyla, bu oranlarla sürekli şekilde bir gösteri gerçekleştirmek etik midir? Bu oranlar hiçbir zaman gerçeği yansıtamayacağı gibi bu oranların bir anlamı da olmamalıdır. HIV’in kimde olduğundan bağımsız olarak, HIV ile yaşayan kişilerin uğradığı sosyal dışlanmayı ortadan kaldırmak için seks pozitif ve LGBTİ+ kapsayıcı politikalar geliştirmeli ve davranışlar benimsemeliyiz. Seks olumsuzlandığı sürece ve LGBTİ+fobi sürdüğü sürece, HIV ile yaşayanlara dönük ayrımcılık devam edecektir.

Yukarıda saydığım üç başlık ve daha fazlası, HIV ile yaşayanların yaşadıkları sorunları bize anlatıyor. Yaklaşık 10 yıl önceye ait bir rapordan alıntıladığım bu bilgiler, bize birçok şeyi gösteriyor. Muhtemelen yeni raporlamaların yapılmasıyla birlikte elimizde daha fazla ve daha güncel veriler olur. HIV ile yaşayanların sorunlarına odaklanan saha araştırmaları, bunların açığa çıkarılması için gereklidir. Bu durumlar sadece tespit edilmekle kalmamalı, ayrımcılığı yaşayanların talep ettiği ölçüde danışmanlık hizmetleri de verilmelidir. Aynı zamanda yukarıda da belirttiğim gibi, HIV mücadelesinin ve alandaki danışmanlık hizmetlerinin ekseninin belirlenmesi de yine bu raporlamalar ile daha sağlıklı şekilde ilerleyecektir. Mücadeleyi ve danışmanlık hizmetlerini belirleyen; fon veren kuruluşlar değil; yerel, ulusal ve uluslararası örgütler olmalıdır. Diğer tüm alanlarda olduğu gibi, bağımsız bir HIV mücadelesi de gereklidir.

HIV mücadelesinin gündeminin HIV pozitif özneler tarafından belirlendiği bir düzlemde; savunuculuk, araştırma, eylemlik ve danışmanlık faaliyetlerinin ekseninin değişeceğini düşünüyorum. HIV mücadelesinin öznesi kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler vs. değildir. Mücadelenin öznesi HIV ile yaşayanlardır ve gündemler onlar tarafından belirlenmelidir. HIV alanında çalışan dernek ve örgütlenmelerin diğer özneler ile kurdukları dayanışma, alan parselleme yarışına dönmemelidir.

Son olarak medya konusuna değinmekte fayda görüyorum. Medya diğer tüm gruplarda olduğu gibi HIV ile yaşayanlarda da travmatik etkiler yaratabiliyor. Üstelik bu konuda sadece ana-akım medya değil, alternatif medya da çok kötü haberlere imza atabiliyor. Örneğin Gazete Duvar’da girilen bir haberde, ünlü bir futbolcunun HIV statüsü ismi verilerek ve “……… AIDS’e YAKALANDI” başlığı ile veriliyor. Site ile yapılan birkaç görüşmenin ardından haberin kaldırılacağını umsak da haber kalkmıyor, sadece başlık değişiyor: “………’da HIV TESPİT EDİLDİ!”. Buna benzer birçok haber ana-akım ve alternatif medyada karşımıza çıkıyor. Yılda birkaç kez karşımıza çıkan haberlerden biri de “HIV’in tedavisi bulundu” haberleri oluyor. Bu haberler gündemi yakından takip etmeyen HIV ile yaşayanların gereksiz yere umutlanmasına sebep olurken, genel olarak haberlerin veriliş dili dolayısıyla da HIV’in hâlâ ölümcül olduğu hissi yaratıyor. Yine medyada sık karşımıza çıkan haberlerden biri de, HIV ile yaşayanların uğradıkları ayrımcılıkların magazin diliyle aktarımı oluyor. Bu haberlerde genelde kişilerin kimlik bilgileri ifşa ediliyor, özel hayatlarına dair detaylar ürkütücü hastane fotoğrafları ile birlikte servis ediliyor.

Medyadaki bu durumun önüne geçmek için tıpkı kadın ve LGBTİ+ haberlerinde yapmaya çalıştığımız gibi basın emekçilerine ve ilgili bölümlerde okuyan öğrencilere ayrımcılık temalı eğitimler verilmelidir. Aynı zamanda basına aralıklarla bu konuyla alakalı doğru haberler servis edilmeli ve bu haberlerin yayınlanması teşvik edilmelidir.

HIV/AIDS mücadelesinin gidecek çok yolu var. Mücadelenin öznelerinin daha fazla ön planda olduğu, karar alma süreçlerinde aktif rol oynadığı bir HIV/AIDS örgütlenmesi ve HIV/AIDS’e karşı farkındalık değil, HIV ile yaşayanlar için farkındalık geliştiren bir mücadele yazıda konuştuğumuz meselelerin çözümünde önemli rol oynayacaktır.


[i] Ayrımcılık içermeyen haberden kastedilen şey doğrudan nefret söylemi, hedef gösterme, özel hayatın gizliliğinin ihlali gibi suçların işlenmediği haberlerdir. Yazının devamında bahsedilen diğer haberler genellikle dolaylı ayrımcılık içermektedir.

[ii] Yapılan başka bir araştırma varsa da, ilk elden ulaşımı kolay yerlerde olmadığından veya hiç internette yer almadığından bunlara erişimim olmadı. Ayrıca, dernekler tarafından değil ancak kimi akademisyen ve araştırmacılar tarafından yapılan araştırmalar da- yine bu yazıda yer yer referans verilecek olsa da -belirtilen bölümde bahsi geçen çalışmalar içinde yer almamışlardır.

[iii] https://bit.ly/2DXDep0

[iv] http://gmag.com.tr/mac-turkiyede-escinsel-calisana-hiv-ayrimciligi-skandali/

Yazı dizisindeki diğer içerikler:

Ne işimize yarıyor bu performanslar?

“Japon Arzu öldü” dediler…

İnterseksin patolojikleştirilmesinin tarihi ve bugünü

Trans intiharlarında dışlanma ve nefretin izleri

25 Kasım: Biseksüelim, lezbiyenim şiddete karşı buradayım!

Bir dava dosyasının kısmi analizi ve nafaka tartışmalarına “ihtiyaç” molası

Monoseksizme de karşı bir 25 Kasım!

Akran zorbalığı mı? Evet tanırım, o benim kötü çocukluk arkadaşım

E-danışmanlık sosyal hizmet müdahalesinin neresinde?

*Bu makale Avrupa Birliği'nin desteklediği LGBTİ'lerin İnsan Hakları için Farkındalık ve Savunuculuk Projesi kapsamında yayımlanmıştır. Bu, yayının içeriğinin AB'nin resmi görüşünü yansıttığı anlamına gelmez.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret