30/04/2021 | Yazar: Yıldız Tar

Sendikalarda LGBTİ+ işçi ve emekçilerin açık olup olmamasının tartışıldığını, hatta dedikodu malzemesi yapıldığını biliyoruz ancak artık sendikaların LGBTİ+ işçi ve emekçilere ne kadar açık olduğunu, açık olmak için çaba sarf edip etmediğini tartışmamızın vakti geldi de geçiyor.

Sendikaların kapıları LGBTİ+ işçi ve emekçilere açık mı? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Yeni tip koronavirüsün (Covid-19) yaygınlaşmasının yarattığı küresel kriz devam ederken bir yandan da hükümetlerin “Aynı gemideyiz” söylemleri pandemiyle mücadelenin temel söylemlerinden biri olmaya devam ediyor.

Türkiye’nin Covid-19 hikayesi; halihazırda ülkedeki en kırılgan, haklara erişimde ciddi sorunlar yaşayan, yaşam hakkı da dahil olmak üzere bir dizi hakkı sistematik olarak ihlal edilen LGBTİ+’lar açısından da ciddi sorunlara yol açıyor.

Sağlık hakkına erişim, istihdam sürecindeki eşitsizlikler, evlere kapanmak zorunda kalmakla birlikte artan ev içi şiddet bir yana; LGBTİ+’lar koronavirüs günlerinde çeşitli nefret kampanyalarının da hedefi haline geldi.

LGBTİ+’ların yüzde 64’ü işsiz!

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) yayınladığı, COVID-19 sürecinin ilk üç ayında derneğin çeşitli çalışma alanlarına ilişkin deneyimlerine yer veren Pandemi Raporu’na göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nın COVID-19 pandemisi devam ederken yayınladığı LGBTİ+’ları ve HIV’le yaşayanları hedef gösteren merkezi Cuma hutbesinin ardından cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık ve şiddet vakalarında yüzde yüz artış yaşandı.

Yine SPoD’un Pandemi Sürecinde LGBTİ+'ların Sosyal Hizmetlere Erişimi Araştırma Raporu ise LGBTİ+’ların yaşadığı derin yoksulluğu ve işsizliği gözler önüne seriyor. 856 LGBTİ+ kişinin katıldığı araştırmada 544 kişi gelir getiren bir işte çalışmadığını söyledi. Yani araştırma bize LGBTİ+’ların yüzde 64’ünün işsiz olduğunu söylüyor. LGBTİ+’lar sosyal yardımların kendilerine yapılmayacağını düşündüğü ve cinsel kimliklerinin ifşa edilmesinden çekindiği için bu yardımlara başvuramıyor. Kalanını rapordan okuyalım:

“LGBTİ+’lara uygulanan ayrımcılık ve pandemi süreci ile birlikte ayrımcılığa eklenen fiziksel mesafe ve yalıtım kuralları, LGBTİ+’ların sosyal yardımlara erişimini engelleyecek sorunlar yaratmaktadır. Pandemiden önce de var olan ayrımcılık ve damgalanma korkusu, LGBTİ+’ların herhangi bir kamu kurum ya da kuruluşuna başvurmasının önünde büyük bir engel oluşturmaya devam etmektedir. LGBTİ+’lar, damgalanma, ayrımcılık, hizmet sağlayıcıların önyargıları ve sosyo-ekonomik statülerinin düşük olması gibi nedenlerle, toplum geneline göre daha fazla psiko-sosyal sorunlar yaşayan bir gruptur ve yukarıda sayılan sorunlardan dolayı kapsamlı herhangi bir sigorta ya da sosyal yardıma erişimleri de oldukça zordur.”

Ev içi şiddet arttı

Genç LGBTİ+ Derneği’nin COVID-19 Salgınında LGBTİ+ Topluluğunun Durumu araştırmasının verileri de ev içi şiddetin boyutunu ortaya koyuyor. Rapora göre birden fazla şiddet biçimine maruz kaldıklarını ifade eden katılımcıların 42’si ev içi şiddete (aile ya da ev içinde yaşayan bir ya da birden fazla kişiden gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik vb. her türlü şiddet) maruz bırakıldığını belirtti. Şiddet biçimleri arasında duygusal şiddet, ekonomik şiddet, sözlü şiddet, fiziksel şiddet, cinsel şiddet ve siber şiddet de öne çıkıyor.

Covid-19’un yayılmasını engellemek adına evde kalma ve karantina çağrıları, evde kalma ihtimali olmayan ya da evde kaldığında aile fertleri tarafından şiddet görme ihtimali olan LGBTİ+’lar açısından yeni sorunlar yaratabiliyor. Bu sorunların çözümü konusunda hükümet ya da ilgili bakanlıkların bir eylem planı ise bulunmuyor. Bunun yerine Cumhurbaşkanlığı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi ve LGBTİ+’lara karşı adeta savaş ilan etmeyi tercih ediyor.

Şiddet riskinin yanı sıra, sağlık hakkına erişimde ayrımcılık pandemi günlerinde daha hayati bir konu haline gelirken; geçiş ya da uyum sürecindeki transların hastanelere gidememeleri ve süreçlerine dair adımları ertelemek zorunda kalmaları, HIV’le yaşayan LGBTİ+’ların hastane kontrollerinin aksamak zorunda kalması ve halihazırda sağlık hakkına erişimde sorunlar yaşayan mülteci LGBTİ+’ların karantina imkanı dahi bulamaması önemli sorunlar yaratıyor. İstihdamda ayrımcılığı en yoğun yaşayan gruplardan LGBTİ+’lar; işini kaybetme korkusu, işsizlik ve gelir kaybı ile karşı karşıya. Sosyal güvenceleri olmayan seks işçisi LGBTİ+’lar maddi gelir kaybını en yoğun yaşıyor. Bir yanda koronavirüs diğer yanda gelir kaybı bir cendere yaratıyor. Hizmet ve eğlence sektörünün neredeyse durmasından en çok etkilenen grupların başında da yine LGBTİ+’lar geliyor. Bütün bunlar yaşanırken LGBTİ+’ları hedef alan nefret kampanyaları da yaygınlaşıyor.

Pandemide LGBTİ+’lara savaş ilan edildi

2020 senesi denildiğinde ilk aklıma gelen şey pandemi ya da salgın olmuyor. LGBTİ+’ların sistematik olarak hedef gösterildiği, karalama kampanyaları yürütüldüğü, LGBTİ+ varoluşunun aile, din, batı ajanı gibi söylemlerle düşmanlaştırıldığını hatırlıyorum. Bu bile pandemiyi LGBTİ+’ların nasıl deneyimlediğini gösteriyor. Herkesin ekmek yaptığı, evde sıkıldığı bir pandemi yaşarken LGBTİ+’lar en üstten en alta devlet kademelerine kadar nefret kampanyalarına maruz bırakıldı. Bundan önceki yıllarda hükümet açısından LGBTİ+ hakları alanında belki bir politika eksikliğinden bahsedilebilecekken artık LGBTİ+ politikalarının olduğunu söyleyebiliriz hükümetin. Çok net bir LGBTİ+ politikaları var ve bu da devletin tüm kurumlarını LGBTİ+ düşmanlığı ekseninde yeniden ve yeniden dizayn etmek. Şu an bilgili, donanımlı kendi politikasını gerçekleştirmiş bir düşmanlaştırma stratejisi ile karşı karşıyayız.

Pandemi geçtiğimiz Mart ayında başlamadan önce sınırdaydı hepimizin gözleri. Mültecilerin Türkiye Yunanistan sınırına gittiği ve sınır kapılarının açılacağı vaadiyle çok ciddi hak ihlallerine maruz kaldığı bir gündemdeydik. Pandemiyle birlikte bakış açımız oradan başka bir yere çevrildi. Sınıra giden LGBTİ+ mültecilerle yaptığım röportajlarda “Türkiye'de yaşarken hep zorluk yaşadık. Bizi bu sefer de zorla sınıra getirdiler. Biz artık burada yaşamak istemiyoruz.” diyorlardı. LGBTİ+’ların ve LGBTİ+ mültecilerin nelerle karşılaştığına dair resmi çok iyi özetliyordu bu cümle.

Koronavirüse karşı alınan önlemleri düşünürken haklara erişimde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan LGBTİ+’ları da akılda tutmak ve LGBTİ+’ların maruz bırakıldığı hak ihlallerinin derinleşmesinin önüne geçmek gerekiyor. Bu konuda hükümetin ve ilgili bakanlıkların bir çalışması bulunmadığı gibi LGBTİ+’ları düşmanlaştırma bir hükümet politikasına dönüşmüş durumda. Koronavirüs ve ayrımcılığın sıkıştırdığı LGBTİ+’lar yalnızlaşma, damgalama ve şiddet çemberinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. LGBTİ+ örgütlerinin ve kolektiflerinin dayanışma ağları, online etkinliklerini her ne kadar bu sorunlara karşı önemli olsa da; ilgili devlet kurumlarının sorumluluğunu yerine getirecek adımları atmaması ve hem tarihsel hem de güncel olarak LGBTİ+ haklarını ihlal eden failler arasında olması “herkesin aynı gemide olmadığını”, aynı gemide olsak bile bazıları kaptan kamarasındayken bazılarının geminin en altında çalışmaya devam ettiğini gösteriyor.

2020 senesinde pandemiyle birlikte Titanik filmi yeniden aklıma geldi. Bir cis-hetero romans başyapıtı olan filmde hatırlarsanız gemi buzdağına çarpıyordu. Öncesinde ilmek ilmek örülen bayağı ve vasat cis-hetero romans doruk noktasına ulaşıyor ve biz gemi batarken o muhteşem (!) aşk hikayesini izliyorduk. Kameralar cis-hetero bir çifte dönük, onların ileride ikonikleşecek anlarını çekerken geminin en altında çalışanlar çoktan ölmüştü bile. Ancak kameranın kadrajına girmeleri söz konusu bile değildi. Ancak cis-hetero çiftimizin cis-hetero romanslarının geçtiği yerlerden birindelerse belki birkaç saniye izleyebiliyorduk onları. Pandemide gemi metaforu tam da böyle bir şey. Kameralar bir milyon kere izlediğimiz cis-hetero romansları bize tekrar tekrar izletedursun, alt kamaralardakiler ölüm kalım mücadelesi veriyor. Kameraları o alt kamaralara çevirmedikçe de durum değişecek gibi durmuyor.

Peki ya sendikalar?

Hükümetin LGBTİ+ hakları konusunda açık ve seçik bir politikası varken, bütün kurumlarını seferber etmişken hükümet dışı aktörlerin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, meslek odalarının bir politikası maalesef bulunmuyor.

Ve şimdi bir kapanma kararının açıklandığı, alkol yasağından öte nasıl bir kapanma olduğunun muammalı olduğu, işçilerin fabrikalarda çalışmaya devam ettiği, kapanma sürecinde işçi ve emekçilere herhangi bir kamu yardımı olmayacağının görüldüğü salgın koşullarında 1 Mayıs’a giriyoruz.

Peki bu yaşananlara karşı sendikalar neler yapabilir? Sendika faaliyetlerinin de merkezini oluşturan haklara erişimde bu kadar ciddi sorunların yaşanması, LGBTİ+ hak mücadelesinin sendikal haklar mücadelesi ile nasıl iç içe olduğunu gösteriyor. Temel hak ve özgürlükler sendika faaliyetlerinin merkezini oluşturur. Sendikaların özellikle pandemi gibi sistematik ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+’ların daha kırılganlaştırıldığı dönemde, LGBTİ+ haklarına dair net bir politik duruş sergilemesi önem kazanıyor. Sendikalar, mevcut ayrımcılık politikalarının içinde ve özerk LGBTİ+ politikası oluşturmalıdır. Sadece LGBTİ+’lara yönelik cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını yasaklamakla yetinmeyip aynı zamanda eşitliği sağlamaya yönelik politik adımlar atmalıdır.

Pandemide istihdamda halihazırda en kırılgan gruplardan biri olan LGBTİ+ işçi ve emekçilerin sorunları katmerlenirken bir yandan da iktidarın “Aynı gemideyiz” söylemine paralel bir şekilde genel ve daha büyük olduğu düşünülen sorunlar arasında görünmezleşti. Bu görünmezleşme, hak gasplarını meşrulaştırmanın en temel araçlarından birini oluşturuyor. Görünür olmayan bir sorun, sorun olarak tariflenmiyor ve tariflenmediği sürece de çözüme dönük adımlar atılamıyor.

Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin 90’ların başında yola çıktığı ilk andan itibaren yüzünün emek hareketine ve sendikalara dönük olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Kaos GL dergisinin ilk sayılarında dahi eşcinsel işçi ve emekçilerin sorunlarını anlattığını, sendikalarla temas kurmaya çalıştıklarını, yüzlerine kapanan kapıları aktardığını görebiliyoruz. LGBTİ+ hareketinin ve Kaos GL’nin kamusal alana ilk çıkışlarından olan eyleminse 1 Mayıs (2001) olması bir rastlantı değil. Öte yandan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 2009 yılında, kamuoyuna sunduğu anayasa önerisinde, ‘cinsel yönelim ve cinsel kimlik’i de ayrımcılık yasakları arasına ekledi. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ise aynı yıl çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığına karşı tedbirlerin alınması ve anayasal kural haline getirilmesini ‘yeni anayasa için öneriler’ine dâhil etti. Diğer ayrımcılıklarla birlikte cinsel yönelim ayrımcılığının da yasaklanarak yaptırıma tabi tutulması gereği belirtti.

Ancak bu adımların sadece yazılı metinler olarak kalmaması, sendikaların pandemi gibi kriz dönemlerinde gemiden ilk atılacaklar olarak LGBTİ+’ları görmemesi, hem hedef gösterme ve nefret kampanyalarına hem de çalışma hayatında LGBTİ+’ların karşılaştığı sorunlara karşı LGBTİ+’ların haklarını savunması ile mümkün. Heteroseksizm ve ikili cinsiyet rejimi ile mücadelede sendikanın yapısından başlayarak kalıcı politikalar üretmek, savunuculuğu düzenli ve kamuoyunun bilgisine açık şekilde sürdürmek, kendi üyelerinden başlayarak toplumsal dönüşümün katalizörlerinden olma iradesi göstermek önem kazanıyor.

Kaos GL olarak her sene yaptığımız özel sektör ve kamuda LGBTİ+ çalışanların durumu araştırmaları, LGBTİ+ işçi ve emekçiler açısından sendikaların hak gasplarına karşı henüz çözüm üreten ya da hakları savunan bir yerde olmadığını açıkça gösteriyor. 2020 Özel sektör ve kamu araştırmalarına göre, LGBTİ+’ların ekonomik ve sosyal hakları sendikaların önceliği değil:

“LGBTİ+ çalışanları istihdama erişimde ve çalışma hayatında güçlendirici mekanizmalar denildiğinde ilk akla gelecek alanlardan biri de kuşkusuz sendikalar ve meslek örgütleridir. Araştırmamız özel sektörde çalışan LGBTİ+’lar arasında sendika ya da meslek örgütü üyesi olma oranlarının düşük olduğunu göstermektedir. Üye olanlar ise sendika ve meslek örgütlerini çalışma hayatında ayrımcılığa karşı başlıca mücadele alanlarından biri olarak görmemektedir. Örneklemin yalnızca %11,3’ü meslek örgütü üyesi olduğunu beyan eden katılımcılardan oluşmaktadır. Katılımcılarımız arasında sendika üyesi olduğunu belirtenlerin oranı ise %6,8’de kalmıştır. Bu oran Türkiye genelinde işçiler arasındaki sendikalaşma oranının oldukça altındadır. DİSKAR’ın Nisan 2020’de yayınlanan Türkiye’de Sendikalaşmanın Durumu Araştırması Raporu’na göre, Türkiye’de sendika üyesi işçi oranı %12,14’tür.

“Araştırmamızın verilerine göre, çalıştığı işyerinde ayrımcılığa uğradığını beyan eden 61 katılımcıdan 12’si bir sendikaya ve/veya meslek örgütüne üyedir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, hiçbiri üyesi olduğu sendikaya veya meslek örgütüne durumu bildirmemiştir. Bunun yanında, anketimizde yer alan LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı alınması gereken başlıca üç önlemin ne olduğuna ilişkin soruya, “örgütlü mücadele ve dayanışma ağları” seçeneğini de işaretleyerek cevap verenlerin oranı %23,6’da kalmıştır. Bu bulgular, istihdamda LGBTİ+ çalışanların güçlendirilmesi ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığın önlenmesi konusunda sendika ve meslek örgütlerine önemli görevler düştüğünü, dolayısıyla sendika ve meslek örgütlerinin bu yönde politikalar üretmeyi önceliklerinden biri haline getirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Ne var ki, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 2016 tarihli Onur Projesi’nin bulgularına ilişkin bilgi notunda yer alan, LGBTİ+’ların ekonomik ve sosyal haklarının sendikalar açısından öncelikli bir konu olmadığına ilişkin saptamanın Türkiye açısından da geçerli olduğu görülmektedir.”

Araştırma, özel sektörde veya kamuda çalışan LGBTİ+’lar arasında sendika ya da meslek örgütü üyesi olma oranlarının düşük olduğunu gösteriyor. Bu durumu, LGBTİ+ işçi ve emekçilerin ayrımcılığa maruz kaldığında sendikalara başvurma oranlarındaki düşüklük ile birlikte okuduğumuzda sendikaların LGBTİ+ işçi ve emekçilere yeteri kadar açık olmadığı sonucuna ulaşabiliriz.

Sendikalarda LGBTİ+ işçi ve emekçilerin açık olup olmamasının tartışıldığını, hatta dedikodu malzemesi yapıldığını biliyoruz ancak artık sendikaların LGBTİ+ işçi ve emekçilere ne kadar açık olduğunu, açık olmak için çaba sarf edip etmediğini tartışmamızın vakti geldi de geçiyor.

LGBTİ+’ların hükümetin dediği gemide olmadığını nefret kampanyaları çok açık şekilde göstermişken; sendikalarla aynı gemide olup olmadığı, aynı gemideyse dahi kimlerin kaptan kamarasında kimlerinse geminin en alt kamaralarında olduğu ise henüz bir muamma. Her ne kadar hedef göstermelere karşı birçok sendika sosyal medyadan ses çıkarsa, kınama açıklamaları yayınlasa da bu duruşun senenin her gününe yayılması ve sadece Hükümet’in ve Hükümet yanlısı kurum ve kuruluşları eleştirmek için akla gelmemesi elzem. Ve en önemlisi, LGBTİ+ işçi ve emekçilerin sorunlarına ilişkin sendikaların toplu iş sözleşmelerinden işyerinde eşitlik politikalarına her alanda bir irade göstermesi gerekiyor. Bu irade güçlendikçe, pandemide hak gasplarına karşı mücadele de güçlenecektir.

İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi ve çekilme kararı ardından Cumhurbaşkanlığı’nın homofobik açıklamasının da gösterdiği üzere; LGBTİ+ hakları hiç olmadığı kadar siyasetin gündeminde. Buna karşılık, temel hak ve özgürlükler için mücadele eden kurumlar ise tarihe geçecek ayrımcı kararlara imza atma hatasını yapıyor. Bu resmi değiştirmek için LGBTİ+ haklarını merkeze çekmek ve dışlamaya karşı merkezi düzeyde politikalar geliştirmek ise tarihsel bir görev…

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir. 

 


Etiketler: insan hakları, nefret suçları, çalışma hayatı
İstihdam