14/04/2023 | Yazar: Ali Erol

Mart ayı gökkuşağı “köşe”leri Karar, Evrensel, BirGün, Halktv, Eskişehir Sonhaber, Milliyet, Şalom ve T24 yazarlarından geldi.

LGBTİ+’lar için 2023 Mart ayı gökkuşağı “köşe”leri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Karar yazarlarından biri, “ne anlıyorlarsa artık ahlâktan” diyor; diğeri ise “ahlak” dedikleri “erkeklerin karılarını dövme özgürlüğü”, “eşcinseller ve etek boyu” diye devam ediyor...

Evrensel yazarı, LGBTİ+ları da hedefe koyan AKP’nin aile politikalarının depremle yaşadığı sarsıntıya dikkat çekiyor...

BirGün yazarı, kadınların, çocukların, LGBTİ+ların hayatları, yaşam biçimleri hiçbir partinin siyasal beka aracı değildir, diyor...

Halktv’nin yazarı, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasayı savunuyor...

Eskişehir Sonhaber’in yazarı, İstanbul Sözleşmesi “olmazsa olmaz” diyor...

Milliyet yazarı, toplumsal cinsiyet eşitliğini tanımlıyor...

Şalom yazarı, nefret suçunu tanımlıyor...

T24 yazarı, kent hakkını tanımlıyor...

Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan Mart ayı pozitif “köşe”leri Karar, Evrensel, BirGün, Halktv, Eskişehir Sonhaber, Milliyet, Şalom ve T24 yazarlarından derledik.

Karar yazarı, “ne anlıyorlarsa artık ahlâktan” diyor

Karar yazarı Akif Beki, “Ahlâksız Batı'nın ettiğine bak” başlıklı köşe yazısında, “Saygı ve sorumluluk anlayışlarımız taban tabana zıtmış. Fark, bir kez daha ortaya çıktı. Ahlâk anlayışımız da epey farklıydı, salgında görmüştük” diyor ve depremin ardından devam ediyor:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı'nın ahlâksızlığına karşı uyarmıştı: "Batı'nın ilmini alacaksın, ahlaksızlığını değil." Gerçi bilge lider Aliya İzzetbegoviç, Batı'yı yanlış tanıdığından olsa gerek, aksi görüşteydi. "Açık konuştuğum için bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz. Ama acı gerçekler, ilaç olabilir. Batı, çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Sorumlu ve dakik" diyordu. Fakat İçişleri Bakanı'mız Soylu da Batı'nın gerçek yüzünü gayet iyi tanıyor. Batı, ekonomik olarak bizden güçlü olsa da ahlaken çürümüştü, bizi LGBT yapmak istiyordu. Bu yüzden kara parayla mücadelede Türkiye'yi gri listeye dahi almışlardı. Soylu, her seferinde lafı Batı'nın iç yüzüne getirip böyle ifşa ediyor. O kadar çürük bir ahlâk anlayışları var ki kötü örnek oluyorlar. Ahlâksızların yapmayacağı şey yok, bizi de bozacaklar.

Karar köşe yazarı Akif Beki’yi, “Seçim değil de LGBT'yle cihatmış gibi”, “Batı’dan gelen her tepkiyi, bize eşcinsel evlilik dayatılıyormuş gibi anlatmak, kimin aklına gelirdi!” yazılarıyla da hatırlayalım.

Karar yazarı: “ahlak” dedikleri “erkeklerin karılarını dövme özgürlüğü”, “eşcinseller ve etek boyu”

Karar gazetesi köşe yazarlarından İbrahim Kiras, “Etek boyu muhafazakarlığı karma eğitim dindarlığı” başlıklı yazısında, Yeniden Refah Partisi’nin, “LGBT dernekleri kapatılsın” maddesinin de yer aldığı Cumhur İttifakı’na katılma şartlarını paylaşıyor, “İki sene önce olsaydı bu şartlar arasında CoVid aşısı yasaklansın da olabilirdi, çünkü Fatih Erbakan bu aşının “üç kulaklı beş gözlü yaratıklar doğmasına yol açabileceğini” iddia ediyordu” diye devam ediyor.

Karar’dan Kiras, “Bilhassa 6284 nolu yasaya yönelik itiraz “Erkeklerin karılarını dövme özgürlüğü” talebinden başka bir anlam taşımıyor” diyor ve ekliyor: “Sürekli nafakaya itiraz ise kadının ne olursa olsun kocasına itaat edip boşanmayı seçenek olarak görmesini engellemek için “şart”.” Yazar, devam ederken, “Fatih Erbakan’ın Cumhur İttifakı’na katılmak için koştuğu tarım dışındaki şartlara bakınca, manzara şu: Ahlâk ve maneviyat deyince aklına sadece alkol, kadının boyunduruk altına alınması, eşcinseller ve etek boyu geliyor” ifadelerini aktarıyor.

Kiras, “Yönetimde ehliyet ve liyakat yerine sadakatin kriter alınması, nepotizm, kamu servetinin yağmalanması vs. söz konusu zihniyet için ahlak kavramıyla ilgili konular değil, karşı çıkılması gereken kötülükler değil” diye devam ederken, HÜDAPAR’a geçiyor: “Benzer şekilde yine AK Parti’nin ittifaka dahil etmek için uğraştığı Hüda-Par’ın eğitimle ilgili yegâne meselesi kız ve erkek öğrencilerin aynı sınıfta ders görmeleri. Karma öğretime karşılar yalnızca, eğitim sisteminin başka bir tarafı ilgilerini çekmiyor.”

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşcinselleri ve HIV’le yaşayanları hedef gösteren Cuma hutbesi gazetelerin cinsiyetçi ve homofobik nefret “köşe”lerini beslerken, Karar gazetesinin köşe yazarlarından İbrahim Kiras, güya, “Üstelik bu sözlerin içinde şiddet çağrısı falan yok; “dövelim, öldürelim, yok edelim” demiyor” dediğini, Diyanet’i eleştirmektense Ankara Barosu’nu dövmenin kolaycılığına kapıldığını hatırlayalım. Gene de Karar gazetesinin köşe yazarlarının yazılarını, misal Yıldıray Oğur’un yazıları gibi gökkuşağı köşelerini hak etmeseler de, homofobik nefret söylemiyle bendini aşıp “köşe”lerine sığmayan tipik nefret köşeleri örnekleri olarak görmemeyi tercih ettiğimizi ekleyelim.

Evrensel yazarı, AKP’nin “aile” politikasının depremle sarsıldığını yazdı

Evrensel yazarı M. Sinan Birdal, “Kesişimsel sarsıntı” başlığı altında depremin ardından AKP’nin durumunu yazdı: “Öyle ki, iktidar açısından bugüne kadar rakiplerine karşı tartışmasız üstünlüğünü öne sürdüğü sahne sanatlarında bile izahı zor bir performans düşüklüğü söz konusu.”

“LGBTİ+ları hedefe koyan aile ve başörtüsü başlıklı kampanya önce geri dönüşüme uğratıldı. Bu kampanya için hazırlanmış olan tarikat görünümlü çıkar grupları afet sonrası yardım kampanyasına seferber edildi. Böylece, aylardır bir ayrımcılık ve kara propaganda, ajitasyon aracı olarak şekillendirilen bir araç deprem bölgesinde harekete geçti. Zaten, baştan memleketin şehirlerini, kasabalarını, köylerini belirleyen sınıf, mezhep, ırk, cinsiyet, yaş, engelli sömürüleri afet sonrası siyasetle katmerlendi. Nihayet, bu şiddetlenen toplumsal çelişkiler iktidar blokunun içindeki çatlakları da gün yüzüne çıkardı. Daha iki ay önce Meclis kürsüsünden gururla lubunyaları düşmanlaştıran kampanyayı başlatan Özlem Zengin, kendisini dövme hakkını kabul ettirmeye çalışan müttefiklerinden bezdiğini ilan ediyor. “LGBTİ+lar düşmanınızdır” sloganıyla aileleri seferber etmeyi hedefleyenlerin “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” dolayısıyla birbirine girmesi bir ironi değildir. 6284’ün Refah Partisi günlerinden beri kadınların örgütlenme kabiliyetine güvenen AKP teşkilatı için ne sonuçlar doğuracağını göreceğiz. Lakin, deprem öncesinde muhalefetin AKP tabanına seslenebileceği bir kanal olan aile politikası şu anda tamamen iletişime açılmış durumdadır. Propaganda aletinin sihri burada bozulmuştur.”

BirGün yazarı: LGBTİ+ düşmanlığı ve açıktan nefret suçu...

BirGün yazarı Selin Nakıpoğlu, “Varlık ve yokluk arasında” başlıklı köşe yazısında, “Seçim yaklaşıyor” diyor ve devam ediyor:

“YRP’nin talepleri özetle; kadınların, çocukların, LGBTİ+ların, erkek şiddetine maruz kalanların, her türlü yasal haklarından mahrum kalmaları, erkek şiddeti karşısında korumasız bırakılmaları… YRP gibi Anayasaya aykırı taleplerini öne süren diğer bir parti de, yine Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ı destekleme kararı aldığını açıklayan Hüda Par... Kadınların, çocukların, LGBTİ+ların yaşam hakkı aleyhine saldırı ikliminin hüküm sürmesi için uğraşıyorlar... Gizlemeye gerek bile duyulmayan kadın, LGBTİ+ düşmanlığı; cinsiyetimizden dolayı aşağılanmaya ve erkek şiddetinin meşrulaştırılmasına maruz kalıyoruz.”

“Hayatlarımızı, haklarımızı, geleceğimizi pazarlık konusu yapmak ve bunu masaya yatırmak Anayasa'ya aykırı. Yaşamlarımız, haklarımız, geleceğimiz üzerine yapılan pazarlıkları asla kabul etmeyiz. Kadınların, çocukların, LGBTİ+ların hayatları, yaşam biçimleri hiçbir partinin siyasal beka aracı değildir. Hayatlarımızın bu tartışmalarda ve/veya çatışmalarda ya pasif bir “nesne” olarak ele alınmasına itirazımız hiç bitmeyecek... Bu seçim kadın, çocuk, LGBTİ+ düşmanlığı ve açıktan nefret suçu işleyenler ile diğerleri arasında bir seçim olacak.”

Halktv yazarı, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasayı savunuyor

Halktv yazarı Fikret Bila, “Kadına şiddet "özgürlüğü"” başlıklı köşe yazısında, “İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı yasaya neden karşılar?” diye soruyor ve devam ediyor:

“Öyle kamuoyuna açıkladıkları gibi bu düzenlemelerin aile yapısını bozacağı, LGBT’lilerin birbiriyle evlenmelerinin önünü açacağı gerekçeleri gerçeği tam yansıtmıyor. Daha çok bahane olarak kullanılıyor. Bu düzenlemelerin, kadın-erkek eşitliğini savunmasından, kadını ve çocukları erkek şiddetine karşı korumasından rahatsızlar. Bu rahatsızlıklarını İstanbul Sözleşmesi tartışmaları sırasında da yansıtmışlardı. Sosyal medyada “40 yıllık karımıza bir tokat atamayacak mıyız, fiske vursan soluğu karakolda alıyorlar” gibi yakışıksız yakınmalar yaygınlaşmıştı. Evet, asıl gerekçe kadına şiddet uygulamada özgürlük istiyorlar. Hukukun, yargının, polisin bu işe karışmasını istemiyorlar. Evde eşlerine istedikleri gibi davranmak, gerektiğinde şiddet uygulamak, evde oturtmak istiyorlar. Eşinden şiddet gören kadınlara, “akşam eşiniz geldiğinde çay yapın, çay ikram edin ve niye öyle davrandığını sorun” dışında bir tavsiyesi olmayan Diyanet’ten de güç alıyorlar, AK Parti iktidarından da.”

Ha, kırk yıllık gazeteci-yazar Fikret Bila’nın, “LGBT’lilerin birbiriyle evlenmeleri” ifadesini kullandığına göre, cinsiyet – cinsiyet kimliği - cinsel yönelim arasındaki farkları bilmediği anlaşılsa da en azından o “LGBT”lere karşı homofobik nefret söyleminden medet ummadığını varsayalım...

Eskişehir Sonhaber yazarı, İstanbul Sözleşmesi “olmazsa olmaz” diyor

Eskişehir’in sesi Sonhaber yazarı İbrahim Gerede, “Kadınlarımızın Soframızfaki Yeri...” başlıklı köşe yazısında, “İstanbul Sözleşmesi olmazsa olmaz” diyor ve devam ediyor:

“Kısaca “İstanbul Sözleşmesi” denilen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”; “Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini…” belirleyen uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir. 

Türkiye, 11 Mayıs 2011’de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011’de TBMM’de onaylayan ilk ülke oldu. Onay belgesi 14 Mart 2012 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine iletildi. Ancak 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı RTE tarafından sözleşmenin feshedilmesine karar verildi. Bu bağlamda Türkiye, 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiş oldu. Yaşanan bu yanardönerli durum, “dinsel diktatörlüğün tipik örneğidir…”  İstanbul Sözleşmesi’nde geçen LBGTİ (Lezbiyen- Gey- Biseksüel- Transgender- İnterseks) kavramı üzerinde polemik yapılması ise toplumumuzda kadın erkek eşitliğini içine sindiremeyen kesimlerin hazımsızlığıdır… Geleceğin aydınlık Türkiye’sinde atılacak ilk adımlardan biri, İstanbul Sözleşmenin yeniden imzalanması olmalıdır.”

Milliyet yazarı, toplumsal cinsiyet eşitliğini tanımlıyor

Milliyet gazetesi yazarı Dilara Koçak, “Kadınlar Günü” başlıklı köşe yazısında, “toplumsal cinsiyet eşitliği” terimini tanımlıyor:

“Nerede yaşıyor olursak olalım, toplumsal cinsiyet eşitliğinin temel bir insan hakkı olduğunu hatırlatmakla başlamak istiyorum... Toplumsal cinsiyet eşitliği; yaş, cinsel yönelimi ve toplumsal cinsiyet kimliği ne olursa olsun kadınlar ve çocuklarının hak, mal, fırsat, kaynak, ödül ve yaşam kalitesinden eşit şekilde yararlanmasını ifade eder. Afetlerde kadınların ve çocukların farklılaşan ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmamız, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir iyileşme için çok kıymetli. Bu noktada İnsani Yardım Faaliyetleri İçin Toplumsal Cinsiyet Kılavuzu konu ile ilgili detaylara dikkat çekiyor.”

Toplumsal cinsiyet için daha fazlası kaosGLorg’da: 1, 2

Şalom yazarı, nefret suçunu tanımlıyor

Şalom yazarı Yakir Mizrahi, “Eğitim art” başlıklı köşe yazısında, nefret suçunu tanımlıyor:

“...ülkemize yıllardan bu yana onlarca nitelikli yetişkin birey kazandıran okulun öğrencilerine doğru Nazi selamı veriyor. Yani, bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçu; kısacası nefret suçunu işliyor.”

Nefret suçları için daha fazlası kaosGLorg’da: 1, 2, 3

T24 yazarı, kent hakkını tanımlıyor

T24 yazarı Rıza Türmen, “Deprem ve Kent Hakkı” başlıklı köşe yazısında, kent hakkını tanımlıyor: 

“Yeni kentlerin, demokrasinin yeniden tanımlanmasına nasıl yol açacağının hareket noktası olarak Henri Lefebre’nin 1967’de ortaya attığı “Kent Hakkı” kavramını almak doğru olur. Kent hakkı hakkında çok şey söylendi, yazıldı. Ama en yalın tanımıyla kent hakkı, kentte yaşayanların kenti değiştirme ve yeniden şekillendirme, yeniden inşa etme hakkıdır...

Kent hakkı, kendisi bir insan hakkı olduğu kadar, başka hakları da içinde barındırır. Evrensel düzeydeki insan haklarını yerel düzeyde, kent düzeyinde yeniden yapılandırır. Avrupa Kentte İnsan Haklarını Koruma Şartı bu hakları düzenler. Şartın 1. Maddesine göre “kent, içinde yaşayanların tümüne ait kolektif bir mekandır.” Şartta yer alan haklar, renk, yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, dil, din, siyasal düşünce, etnik, ulusal ya da sosyal köken, gelir düzeyi farklılıkları gözetilmeksizin yerel makamlar tarafından güvence altına alınır.”

Kent hakkı için daha fazlası KaosGLorg’da: 1, 2, 3

*** 

LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…


Etiketler: medya
İstihdam