03/11/2020 | Yazar: Oğulcan Yediveren
Zorunlu tekeşlilik heteroseksüel geleneksel yaşam biçimini ulaşılması gereken nihai nokta olarak kurgulayan ve bunun dışında kalan her türlü kimliği, insan ilişkilerini ve yaşam biçimini asimile eden bir toplumsal düzenektir.
Önceki bölümlerde zorunlu tekeşliliğin fikirsel kökenlerini ve tarihsel gelişimini açıklamıştım. Yaptığım tüm tartışmalardan yola çıkarak denilebilir ki modern tekeşlilik kurumu günümüzde meşru eşleşme ve cinsellik biçimlerini düzenleyen kurumun kendisidir. Modern tekeşlilik kurumuna göre en meşru eşleşme ve cinsellik biçimi natrans heteroseksüel bir kadın ve bir erkek arasında, tutkulu bir aşkın sonucunda gerçekleşen, evlilik içi, tekeşli ve üreme amacıyla gerçekleştirilen cinselliğin kendisidir. Bu zamana kadar yaptığımız tartışmalarda tekeşlilik kurumunu daima heteroseksizm, ırkçılık ve ataerki ile ilişkisi bağlamında konuştuk. Peki, tekeşliliği diğer toplumsal güç yapılarından ayrı düşündüğümüzde tekeşlilik neye benzer? Hangi elementlerle tekeşliliği tarif edebiliriz?
Heteroseksizm, ataerki ve ırkçılık azınlıkların kimlikleri sebebiyle çok ciddi ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalmasına yol açar ve bununla birlikte ciddi materyal eşitsizlikler ortaya çıkarır. Bana kalırsa tekeşlilik kurumunu bu toplumsal yapılardan biriymiş gibi bu yapıların yanına adını dizmek çok da akla uygun değil çünkü ne tekeşlilik ne de çokeşlilik cinsiyet, ırk ve cinsel yönelim gibi bir kimlik değildir. Zorunlu tekeşlilik kurumuna yukarıda saydığım toplumsal yapılardan biriymiş gibi davranmanın zorunlu tekeşliliğin gerçekten ne olduğunu anlamanın önünde bir engel teşkil edeceğini düşünüyorum. Fakat, zorunlu tekeşlilik kurumunun bu toplumsal yapılara indirgeyerek de anlaşılabileceğine inanmıyorum. Bana kalırsa zorunlu tekeşlilik kurumu diğer toplumsal yapılar gibi toplumu hiyerarşik bir şekilde bölen bir yapı olmaktan ziyade gündelik yaşamı, insan ilişkilerini, arzularımızı ve duygularımızı hizaya sokan bir yönetim aygıtı olması sebebiyle politik olarak karşı durulması gereken bir kurum. Bu yönetim aygıtı işlevselliğini dışlayıcılık, tekeşliliğin merkeziliği, aldatma ve kıskançlık gibi elementlerinden almaktadır.
Peki, bu elementler sadece tekeşlilik içerisinde mi bulunur? Tekeşli ilişkiler kurmadığımızda kendiliğinden bu yönetim aygıtının dışına adım atmış olur muyuz? Tekeşlilik ve çokeşlilik birbirine karşıt iki şey midir?
Yazının ilerleyen kısımlarında önce çokeşlilik ve tekeşlilik arasındaki ilişkiyi inceleyeceğim. Hemen ardından ise yukarıda tekeşliliği tarif etmek için saydığım dışlayıcılık, tekeşliliğin merkeziliği, aldatma ve kıskançlık gibi kavramları açıklayacağım.
Tekeşlilik – Çokeşlilik Karşıtlığını Aşmak
Benim son yıllardaki gözlemime göre tekeşlilik konusu Türkiye’de muhalif çevrelerde neredeyse hiç konuşulmayan bir konu. Gördüğüm kadarıyla birkaç kişinin çabasıyla İstanbul Onur Haftası’nda son yıllarda yapılmış birkaç etkinliği bir kenarı koyarsak, tekeşlilik lgbti+ aktivistleri arasında ancak aldatma üzerinden bir ifşa yapılırsa gündeme geliyor. Aldatma meselesi üzerinden yapılan tartışmalar ise aldatma eylemini meşru gören çokeşliler ve aldatma eylemine karşı duran tekeşliler şeklinde bir kamplaşma ile sonuçlanıyor. Bunun sonucunda ise tekeşlilik ve çokeşlilik birbirine zorunlu olarak karşıt şeylermiş gibi bir manzara ortaya çıkıyor.
Bu iki kategoriyi birbirine karşıt şeylermiş gibi kurguladığımızda bir tarafta “tekeşliler” diğer tarafta “çokeşliler” gibi bir taraflaşma söz konusu oluyor. Böyle bir taraflaşma ise sanki tekeşlilik veya çokeşlilik bizlere doğuştan yüklenen özelliklermiş ve değişmesi mümkün değilmiş gibi özcü bir tartışma zemini kuruyor. Bu özcü tartışma zemini ise tekeşlilik ve çokeşliliğin birbirine karşıt kategoriler olarak kurgulanmasına yol açıyor. Tabii bu özcü taraflaşma kendisine uygun argümanları da beraberinde getiriyor. Örneğin, çokeşliliği savunan kişiler tek bir eşle tüm yaşamını sürdürmenin insanın “doğa”sına aykırı olduğunu söyleyebiliyor. Halbuki, hangi eşleşme ve cinsellik biçiminin meşru kabul edileceği ve neyin “insan doğası” olduğu toplumsal olarak tarih içerisinde kurulmaktadır. Kısacası tekeşlilik ve çokeşliliğin birbirlerine karşıt kategorilermiş gibi kurgulanması bizleri ikisinden birini “doğal” olan eşleşme ve cinsellik biçimi olarak tercih etmeye zorluyor. Bu tercih zorunluluğu ise zorunlu tekeşlilik kurumunun kendisini doğuştan gelen bir içgüdüymüşçesine “doğal” olan olarak kurmuş olmasına yaptığımız eleştirinin altını oyuyor.
Tekeşlilik ve çokeşliliği birbirinden kesin sınırlarla ayrılabilir şeylermiş gibi kurduğumuzda ikisi arasındaki süreklilikleri tespit etme şansını da elimizin tersiyle itmiş oluyoruz. Bana kalırsa zorunlu tekeşlilik tartışması kimin kaç tane partnerle ne nitelikte ilişkiler yaşadığından çok daha fazlası. Bu sebeple zorunlu tekeşlilik kurumunun içerdiği iktidar araçlarını tespit edip çokeşli ilişkilerde bunun yansımalarını bulmanın, iki eşleşme biçimi arasındaki süreklilikleri yakalamanın zorunlu tekeşlilik kurumuna karşı politik bir duruş geliştirebilmek için önemli olduğunu düşünüyorum. Peki, tekeşlilik – çokeşlilik karşıtlığını nasıl aşabiliriz? Bunu cevaplayabilmek adına önce zorunlu tekeşlilik kurumunun kendisini üzerine kurduğu toplumsal anlatıyı açıklayacağım.
Zorunlu tekeşlilik kendisini insanların dünyaya eksik geldikleri ve bir yerlerde onu tamamlayacak bir başkası olduğu anlatısı üzerine kurar. Buna göre kişiler diğer yarılarını bulana kadar tamamlanmamış, olgunlaşmamış ve eksiktir. Bu sebeple var oluşları o kadar da ciddiye alınamaz. Ancak diğer yarılarını bulduklarında tamamlanırlar. Bu tamamlanmayla birlikte kişilerin var oluşları bir anlam taşımaya başlar. Bu tamlık anlatısı dünyevi bir yaşamdan ebediyete dek sürecek kutsal bir yaşama adım atmayı vaat eder.
Bu tamlık anlatısı ikili cinsiyetin ve heteroseksüel ilişkilerin “doğallığı” fikrini de pekiştirir. İkili cinsiyet rejimine göre kişilerin cinsiyetlerine genital organlarına bakarak karar verilir ve sadece iki cinsiyet vardır. Heteroseksizm ise kendisini bu ikili cinsiyet rejimi üzerine kurar. Buna göre bu iki cinsiyet yani iki genital organ birbirlerine uyumlu bir şekilde yaratılmıştır. Bu iki genital organın bir araya gelmesi ile üremenin gerçekleşmesi ise bu uyumun en büyük kanıtı olarak görülür. Zorunlu tekeşliliğin kendisini ikili cinsiyet rejimi ve heteroseksizm üzerine kurduğu bu tamlık anlatısı ilk bakışta insana hoş gelecek bir uyum ile fazlasıyla estetize edilmiş olsa da gerçeği yansıtmaktan uzaktır çünkü ne insanların cinsiyetleri genital organlarına bakılarak karar verilir, ne de insanın var oluşu iki insanın üremek üzere tekeşli bir ilişkide bir araya gelmesi ile anlam kazanır.
İnsanlarının yaşamın ancak diğer yarılarını bulup tamamlandıklarında anlam kazanacağı fikri tekeşlilik – çokeşlilik karşıtlığını aşmak için bize bir zemin sunabilir çünkü tamlık anlatısı üzerine kurulmuş olan zorunlu tekeşlilik sadece aynı zamanda birden fazla partnerinin olmasını yasaklayan bir kanun değildir. Zorunlu tekeşlilik heteroseksüel geleneksel yaşam biçimini ulaşılması gereken nihai nokta olarak kurgulayan ve bunun dışında kalan her türlü kimliği, insan ilişkilerini ve yaşam biçimini asimile eden bir toplumsal düzenektir. Zorunlu tekeşlilik yalnızlığı tercih etmemize de engel olan ve toplumsal meşruiyetimizi bir partnerimizin olma şartına bağlayan bir yasadır.
Bu tamlık anlatısı beraberinde başka kavramları da işe koşar. Bunlardan biri “olgunluk” kavramıdır. Buna göre kişi ancak evlenip heteroseksüel bir tekeşli ilişkiye dahil olduğunda yetişkinliğe adım atar. Bunun dışındaki her türlü cinsel veya romantik bağ çocukça bulunur. Bekar öğrencilere ev kiralamayı reddeden bir ev sahibi cesaretini zorunlu tekeşliliğin norm olarak kurulmuş olmasından alır çünkü bekarların yaşadığı bir ev zorunlu tekeşliliğin dışında birlikteliklerin yaşanması ihtimalini doğurur.
Örneğin, bu olgunluk kavramıyla birlikte işe koşulan tamlık anlatısı biseksüel streotipinin içerisine kökten gömülüdür. Biseksüellerin henüz hangi cinsiyete ilgi duyduğuna karar veremediği varsayılır. Bu yüzden biseksüellerin cinselliği “çocuksu” veya “olgunlaşmamış” bulunur. Bu “olgunlaşmamışlık” varsayımından yola çıkarak biseksüeller zorunlu tekeşlilik kurumuna bir tehlike olarak streotipleştirilirler. Biseksüellerle romantik ve cinsel bağ kuran kişilerin mutlaka bir gün “aldatılacağı” varsayılır. Bu çok yaygın bir bifobi örneğidir.
Tamlık anlatısının çağırdığı bir diğer kavram ise “saflık” kavramıdır. Bu saflık kavramı içerisinde bolca ahlaki çağrışımlar barındırır. Buna göre tekeşli ilişkiler aşkın ve cinselliğin en “masum” ve “kirletilmemiş” halidir. Buradan yola çıkarak HIV’le yaşayan kişiler başarısız tekeşliler olarak stereotipleştirilir. Şayet tekeşli bir ilişki içerisinde olmayı başarsalardı HIV ile enfekte olmayacakları yani “kirletilmemiş” olacakları düşünülür. HIV’le yaşayanların fuhuşla veya rastgele cinsel ilişkiye giriyor olmakla özdeşleştirilmesi ve bu yolla “başarısız” tekeşliler olarak stereotipleştirilmesi yaygın bir hivfobi örneğidir.
Zorunlu tekeşlilik aynı zamanda cinsel ve romantik bağ kurmayı da zorunlu kılar. Bu yönüyle de aseksüel ve aromantikler için zorunlu tekeşlilik kurumu ciddi bir baskı aracına dönüşür çünkü toplum evlilik içi tekeşliliğin olduğu bir ilişki yaşamayı ve bu ilişkinin cinsellik ve romantizm temelinde olmasını hepimize zorunlu kılmıştır.
Kısacası zorunlu tekeşliliği tekeşlilik – çokeşlilik karşıtlığı içerisinde düşündüğümüzde zorunlu tekeşliliğin gündelik yaşamımızı, insan ilişkilerini, arzularımızı ve duygularımızı nasıl hizaya soktuğunu anlama fırsatını kaçırıyoruz. Dahası bu karşıtlık bizi tekrar “doğal” eşleşme biçimi bataklığına geri çekiyor, sanki herhangi bir eşleşme biçimi “doğal” olabilirmiş gibi.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Dosyadaki diğer yazılar
Tekeşliliğin biyolojik açıklamalarının insan yaşamı ve düşüncesine etkisi- I
Tekeşliliğin biyolojik açıklamalarının insan yaşamı ve düşüncesine etkisi - II
“Aşk benim için tutkuyla sarıldığım her şey demek”
“Romantik ilişki hayatın merkezindedir algısı var”
Zorunlu tekeşliliğin kısa bir tarihi – I
Zorunlu tekeşliliğin kısa bir tarihi – II
“Ahlakçılık, çok eşliliği konuşmayı zor kılıyor”
“İlişkiden beklentim kendim olabilmek, bir şeyler paylaşabilmek için güvenli alan”
Etiketler: yaşam, aile, cinsellik