09/02/2021 | Yazar: Ali Erol
Ocak ayının homofobik nefret “köşe”leri Türkiye, Star, Yeni Şafak, Milat, Millî Gazete, Yeni Asya, Diriliş Postası ve Akit yazarlarından.
Homofobik nefret söylemiyle bendini aşıp “köşe”lerine sığmayan gazete yazılarını yeni yılda da okumaya devam ediyoruz…
2021 Ocak ayının cinsiyetçi ve homofobik nefret “köşe”lerini Türkiye Gazetesi, Star, Yeni Şafak, Milat, Millî Gazete, Yeni Asya, Diriliş Postası ve Akit yazarlarından seçtik.
Türkiye Gazetesi, Yücel Koç: “CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet'in LGBT sapkınlığa kucak açmaları tesadüf mü...”
Türkiye gazetesi köşe yazarı Yücel Koç, “Sonumuz ne olacak?” başlıklı yazısında, özel bir üniversitede ders veren meslektaşının “Gençliği hızla kaybettiğimizi görüyorum” endişesini paylaşıyor: “Siyasi kimlikleri bir yana, millî hassasiyetlerinin de azaldığını açıkça görebiliyoruz. Sanki bu gençler, geleceğin tek tip 'dünya vatandaşı' olmaya hazırlanıyor.”
Türkiye Gazetesi Yayın Koordinatörü de olan köşe yazarı, sözü kendi “endişe”sine bağlıyor: “Gençleri dinden, milliyetinden, kültüründen, örf ve âdetlerinden uzaklaştırmayı çoktan geçtiler. Şimdi cinsiyetsizliğe alıştırmaya başladılar ki, bu uyuşturucu ve alkolden çok daha ötesi.”
Daha önce de, “LGBT denen sapkınlar güruhu” gibi pek değerli ve orijinal analizlerini köşesinde paylaşan Türkiye gazetesi yazarı, “Bu işlerin başını da kimlerin çektiği ortada” diyor ve hükümet yetkililerinin de dilinden düşmeyen bildik nefret kokteylini, AKP haricinde TBMM’den bütün siyasi partilerin üzerine saçıyor: “Terör örgütü PKK'nın sözcülüğünü yapan HDP'nin, LGBT sapkınlığına bu denli sahip çıkmasının amacı anlaşılmıyor mu? Peki ya HDP'nin durduğu yeri meşrulaştırmaya çalışan başta CHP ve diğer ortaklarının bu felakete arka çıkmasına ne demeli? Burada İstanbul Sözleşmesi ile iktidarın da tuzağa düşürüldüğünü belirtmek gerek. Ayrıca CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet'in birlikte hazırladıkları anayasa taslağında bu sapkınlığa kucak açmaları tesadüf değil elbette.”
Türkiye gazetesi yazarı Koç, Ocak ayının sonunda “90'lar daha iyiymiş!” başlıklı köşe yazısı ile aynı nakaratlara devam ediyor, CHP’ye laf edecem derken arada nefretine maruz kalan gene LGBTİ+ gençler oluyor: “Varsa yoksa "Erdoğan öncesi her şey mükemmeldi, Erdoğan geldi Türkiye battı-bitti". Evet, gençliği buna inandırıyorlar maalesef. LGBT'li sapkın olmanın bile mahzuru yok onlara göre ama Erdoğan'ı sevmek, desteklemek, takdir etmek en büyük kabahat.”
Star, Fadime Özkan’ın “nefret kokteyli” formülünde hep aynı nakarat
Star köşe yazarı Fadime Özkan, “Kayyum muhalefet ve Boğaziçi sahnesi” başlıklı yazısında, atanmış rektörün “siyasi ideolojik rengi” belliyse n’olmuş diyor, Bulu’ya karşı çıkan akademisyenleri “terör örgütleri” ile itham ediyor. “Terör kokteyli” eksik kalacağından Star köşe yazarı, “LGBT”yi de anarak “nefret kokteyli” ile ortaya karışık harmanlamasını tamamlıyor.
Star köşe yazarı Fadime Özkan, daha önce de, “Bir insanın kendini yatak odası kimliğiyle tanıtması son derece zavallıca, O yüzden de mahrem alanda yaptıklarını sokaklarda orada burada sergilemelerine, sapkınlıklarını “onur” diye pazarlamalarına izin verilmemelidir” buyurmuş ve “nefret kokteyli”ne kattığı homofobik nefret nakaratlarını saymıştı: “eşcinselliği yüceltmek”, “sapkınlık”, “cahil”, “hadsiz”, “çakallık”, “azgınlar”, “LGBT azgınlığı ve saldırganlığı”, “LGBT lobisi”, “sapkınlık”, “azgın lobi”
Yeni Şafak, İsmail Kılıçaraslan: “Lgbt sapkın gruplar” selamı okurdan, “Eyvallah” İsmail abi’sinden
Gökkuşağı bayrağına daha önce de “LGBT’nin paçavrası” diyen, manipülasyon, dezenformasyon ve homofobik nefret korosunun cılkı çıkmış nakaratları ile “köşe”sini doldururken güya ABD’yi eleştirme adı altında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı LGBTİ+’ları düşmanlaştıran Yeni Şafak’tan Tamer Korkmaz, “Neden Boğaziçi? Cevabı, bu derin filmde!” başlıklı yazısında, uzatmadan, “Protesto esnasında, mezunlar LGBT paçavralarını sallıyorlardı!” derken; bir diğer Yeni Şafak köşe yazarı İsmail Kılıçarslan ise manipülasyon, dezenformasyon ve homofobik nefretine edebi kılıf arıyor: “Modern ayrıcalıklar”
Yeni Şafak’tan Kılıçarslan, daha önce de, Boğaziçi Üniversitesi’nde “İstiklal Marşı” ile ilgili olduğu bahanesiyle üniversitenin LGBTİ+ öğrencilerine yönelik dezenformasyon, karalama, hedef gösterme, nefret söylemi üretme ve yayma kampanyasına katılmış, “köşe”si ile yetinmemiş twitter nefret kampanyasına da dahil olmuştu.
Yeni Şafak köşe yazarı Kılıçarslan’ın kendi kurup kendi inandığı “edebiyat”tan nefret nakaratlarını hatırlayalım: “Azgın azınlık”, “sessiz ve makul çoğunluk”, “leş gibi”, “kuduz köpek”
Twitter hesabından “Modern ayrıcalıklar” başlıklı köşe yazısını paylaşan Yeni Şafak köşe yazarı, bir okurunun, “Lgbt ve benzeri sapkın gruplar” ifadesiyle, “Yazını tartışıyoruz ortam çok hararetli İsmail abi” yorumunu, “Eyvallah” cevabı ile karşılamakta sakınca görmüyor.
Yeni Şafak köşe yazarı, “Modern ayrıcalıklar” başlıklı köşe yazısında da, gene kendi kuruyor kendi inanıyor, okurunu manipüle edip, ayrımcılığa ve nefrete teşvik ediyor: “Mesela çocuk taciz eden yetişkin bir eşcinsel “içten gelen duygularına karşı koyamayan ve tıbbi rahatsızlığı olan biri” olarak ele alınır. “Ayrıcalık” tam burada başlar işte. Trans bireysen, eşcinselsen, azınlıksan keskin bir “pozitif ayrımcılık” sarar dört bir yanını. Akademide, sanat camiasında, popüler kültürde “ayrıcalıklı” bir yerin olur.”
Cinsiyetçi, transfobik, homofobik nefret söylemi üretme, yayma ve teşvik etmede başı çeken muhafazakâr yayın organlarından Akit’in manipülasyon, dezenformasyon ve nefretiyle yarışan Yeni Şafak yazarlarından İsmail Kılıçarslan, daha önce de, LGBTİ+ toplumuna karşı homofobik nefret söyleminde hızını alamamış, atmadığı iftira, etmediği hakaret bırakmamıştı: “LGBT piyasası... bir ucu pedofili denilen sapkınlıkta iken diğer ucu küçücük çocukların cinsel oryantasyonlarını saptırmaya çabalayan rezil, aşağılık, leş bir piyasa LGBT piyasası.”
LGBTİ+ hareketine yönelik karalama ve homofobik nefret nakaratlarına yeni yılda da devam eden Yeni Şafak köşe yazarı İsmail Kılıçarslan, LGBTİ+ hareketini bile isteye “pedofili” ve “cinsel taciz” ile ilişkilendirerek kriminalize etmekten vazgeçmiyor.
Yeni Şafak, Ergün Yıldırım’dan feministler ve LGBTİ+’lara hep aynı nakarat
“Kadın cinayetleri ve erkek şiddeti” diye başlayıp, başlar başlamaz da “konu”yu gene “gay ve lezbiyenlik”e bağlamasından hatırlayacağımız Yeni Şafak köşe yazarı Ergün Yıldırım, yeni yılın başında yayınladığı “Kadın gövdesinde sahnelenen erkek şiddetinin kökenleri” başlıklı yazısı ile asıl derdinin feministlerin ve LGBTİ+’ların eşitlik talep ve mücadeleleri olduğunu bir kez daha gösteriyor:
“Feministler, toplumsal cinsiyet eşitlikçileri ve LGBT’liler kadınlara yönelen bu şiddet gerçekliğini görmüyorlar. Onlar sürekli din, gelenek ve namus diyor. Kadının eşitliği ve özgürlüğü diye bağırıyorlar. Yine İstanbul Sözleşmesi hemen uygulansın diyorlar. Sanki uygulanmıyor! Somut sosyolojik olguları ve gerçeklikleri görmüyorlar. Ezbere feminist ve toplumsal cinsiyetçi ideolojilere saplanmışlar. Bu ideolojiden bakınca suçlu, kafalarında hazır. Gelenektir, dindir, namustur. Bu nedenle Don Kişot gibi hayali değirmenlerle savaşıp duruyorlar. Sorunu çözmüyorlar. Sadece kültürümüzün ve aile yapımızın değerlerinin altını boşaltıyorlar. Kadın ve erkeği birbirine rakip ve düşman haline getiriyorlar. Kadını şiddetten kurtarma adıyla kadınları erkeklere karşı kışkırtıyorlar. Din ve namusu ret ederken onun yerine her çeşit ilişkiyi özgürlük adı altında zihinlere nakşediyorlar.”
LGBTİ+’ları “namussuz” ve “sapkın” ilan etmeyi analiz sanan, hakareti kendine hak gören Yeni Şafak köşe yazarı Ergün Yıldırım, “İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanlar olarak”, kadına şiddeti savunmadıklarını, karşı çıkılanın ““toplumsal cinsiyet eşitliği” ve eşcinsellik” olduğunu, marifetmiş gibi, daha önce de yazmıştı.
Heteroseksüel ailenin “namus, sadakat, mahremiyet, ahlak gibi değerlerinin bozulması”ndan dert yandığı yazılarını, pek sevdiği “oğlancılık ve lezbiyenlik” nakaratına bağlamadan tamamlayamayan Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Prof. Dr. Ergün Yıldırım, tarikat kurumlarındaki cinsel saldırıları “kumpanya” olarak nitelemiş ve söz konusu cinsel saldırıları LGBTİ+’ların eşit yurttaşlık hakkı olan özgürlük talepleriyle ilişkilendirmiş, cinsel saldırılarla gündeme gelen cemaat ve tarikatları savunmak adına da nefretini LGBTİ+ toplumundan çıkarmıştı.
Milat, Cenap Şirin: “LGBT gibi sapkın örgütler… Eşitleme soysuzlaştırmadır”
Milat köşe yazarı Cenap Şirin, “'Mahrem'i öldürmek” başlıklı köşe yazısında, önce, “Çok tehlikeli bir alanda kalem oynattığımın farkındayım. Ancak gerçekleri de dile getirmenin sorumluluğunu hissediyorum” diyor, sonra da, “marjinal” bir kavram haline geldiğini söylediği “mahrem” için pek orijinal cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemlerini sıralıyor:
“Filmler, diziler, dernekler, vakıflar, LGBT gibi sapkın örgütler, “mahrem kavramı”nı delik deşik etmek, hayattan daha da sürmek için var güçleriyle saldırıyorlar. Öte yandan “Feminizm”in kadın ile erkeği eşitleme saçmalığı ağır tahribat, yıkım yapıyor. “Feminizm”, kadını erkek rollere zorlamasıyla, “kadın-anne-eş” olan “kadın” yok ediliyor. Hava ile suyu eşitleyemezsiniz! Eşitleme soysuzlaştırmadır.”
Millî Gazete, Ekrem Şama: “İstanbul Sözleşmesi, zina, eşcinsellik, domuz…”
Millî Gazete köşe yazarı Ekrem Şama, “Şah ve piyon” başlıklı yazısında, geleneksel ve aktüel nakaratlardan harmanladığı bir iç ve dış düşmanlar potpurisi sunuyor: “Akdeniz’deki haklarımız konusunda, gemimize korsanlık yapmaları, ailemizi tahrip etmek için İstanbul Sözleşmesi, ETCEP konusu, zina, eşcinsellik, domuz konuları hep şah!”
Millî Gazete köşe yazarı, daha önce de, hak ve özgürlüklere karşı ayrımcılık ve homofobik nefret söylemi için dezenformasyonda beis görmediğini göstermişti: “Eşcinsellikleri cinsi bir çeşitlilik ve zenginlik olarak kabul edecek, bunların örgütlenmeleri ve serbestçe hayatlarını yaşamaları önündeki engelleri kaldıracağız. Evlenmelerini mümkün kılacağız.”
Millî Gazete yazarı, ayrıca, “Aile düşmanı İstanbul Sözleşmesi”” diye saydırırken, İstanbul Küçükçekmece Belediyesi’ne “yeni zevkler, yeni fetişler yeni afişler” önerisinde bulunmuştu: “Cinsel Tercihimi Yaşıyorum, Hem De Devlet Güvencesinde!”
Yeni Asya, Şükrü Bulut: “LGBT bayrağı altında toplanmak feministlere yakışıyor mu?”
“Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü” de olan Yeni Asya köşe yazarı Şükrü Bulut, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı ve homofobik nefretle karılmadıkça eksik kalacak olan cinsiyetçi ayrımcılık ve nefret dizisine geçen sene sonu başlamış, toplumsal cinsiyet terimine “safsata” demişti. Uzatmadan “eşitlik”le derdinin olduğunu açık edip “feminizm”i, “temel ahlâkî prensiplere müdahale ile insanlığı bitirme hareketi” söylemiyle yaftalamıştı.
2021 Ocak ayının ilk gününü, “Gökkuşağı bayrağına sığınmak, feminizme hiç yakışıyor mu?” başlıklı köşe yazısı ile açan Yeni Asya yazarı, “kadın hak ve hürriyetlerinin korunması ile feminizmin farklı şeyler olduğunu kabullenemeyen bazı okuyucuların itirazları”ndan yakınıyor, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı katolik din kardeşleri Polonya ve Macaristan siyasetlerini örnek almaya çağırıyor: “Kadın ve ailenin hem semavî dinlerde ve hem de insanî değerlerin inkişaf ettiği toplumlarda ne denli önemli olduğunu vurgulamaya gerek var mı? Fakat feministlerin bu hayâtî olan meseleyi LGBT hareketiyle aynı karede değerlendirmeleri, onların esasta “Kadının fıtrî statüsüne itiraz” ve aileyi kabul etmediklerine bir delil olmalı… Kadını; sevginin, aşkın, güzelliğin, temizliğin, nezaketin, nezahatin, şefkatin ve estetiğin tahtından alaşağı edip bayağılaştırmaya çalışanların LGBT bayrağının altında toplanmaya karar vermeleri, elbette kadınlığın bütün değer ve kıymetlerine büyük bir hakarettir.”
Yeni Asya yazarı, “Polonya başta olmak üzere; birçok Avrupa Meclisleri’ndeki LBGT karşıtı hareketler ve kanunî düzenlemeler; mutlaka hükümetimize cesaret vermiştir” ümidiyle, “İstanbul Sözleşmesi kimin zaferi?” başlıklı köşe yazısı ile devam ediyor: “İşin en trajedik ciheti ise, LGBTQ hareketinin bütün sıfat ve nitelemelerini anlaşmaya katarak; hem kadını ve hem de aileyi değersizleştirmesi olmalıdır.”
Almanya’dan yazan Yeni Asya köşe yazarı, “Türkiye muhalefetinin doğrularını biliyor muyuz?” başlığı altında, İstanbul Sözleşmesi’ne yeterince “muhalefet” etmeyenlerden yakınıyor: “Peki, AKP hükümetinin zina ve fuhuşun kapısını nasıl açtığını millete anlattınız mı? Güya AB’ye girmek için kabul edilen kanun ve prensipler arasındaymış attıkları imzalar. AB’nin böyle bir şartı bizden istemediğini Brüksel’den öğrenebilirdiniz. LGBT hakları ve İstanbul Sözleşmesinin AB ile hiçbir ilgisi olmadığını sağır sultan da biliyor. Zira halâ Avrupa’da kendi millî ailelerini Marksist neoliberallerden korumak üzere direnişleri devam eden onlarca meclis dururken, yalnızca Türkiye hükümetinin çekince ve şerhsiz bu anlaşmaya imza koyduğunu da millete duyuramadınız.”
Yeni Asya yazarı, Ocak ayı köşelerini, nihayet, “Feminizmin bir Materyalizm-Marksizm ürünü olduğunu biliyor muyduk?” başlığı altında, gönlünden geçen ile kapıyor: “Müslüman halklarda LGBT hareketi ile “feminizmin” taban bulmamasına canı çok sıkılan bazı yerli Marksistlerle Avrupalı solcu aydınlar, içinde bulundukları cehalet çukurunun farkına varabilseler, mutlaka bu hakikatin esas sebebini bulacaklardı. Feminizmin bazı gençlik hareketlerinin yanlış hürriyet telâkkilerinden veya bazı sefih çevrelerin bu “yanlış hürriyet anlayışını” fırsata çevirme hilelerinden ve bilhassa demokrasi düşmanı sermayenin bu gayr-ı insanî sapmaları bir hakk olarak dünya gençliğine medyalarında propaganda etmelerinden epeyce beslendiğini neticelerinden anlıyoruz.”
Diriliş Postası, Betül Bozdoğan: Almanya’da aşılmış olabilir ama Türkiye LGBTİ+ toplumuna iftira atmak nasılsa bedava…
Diriliş Postası köşe yazarı Betül Soysal Bozdoğan, “ABD siyaset makamında ilk eşcinsel” başlıklı yazısında, ABD’de kazananın “küresel lobi” olduğunu söylüyor ve yazının başlığından da anlaşılacağı üzere haliyle gerisi geliyor: “Biden’ın ekibi netleşmeye başlamışken bir isim dikkatleri çekti; Rachel Levine. Eşcinsel Sağlık Bakanı Yardımcısı olarak atanan Rachel Levine, Biden’in Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanı Xavier Becerra ekibine dahil oldu. Bu atama, ABD üst düzey siyasetinde bir ilk. Özellikle Batı’da aileyi tehdit eden norm dışı eğilimler, normalleştirilmeye çalışılıyor. LGBT, moda, medya ve sinema sektöründe varlığını belirginleştirirken şimdi de gözünü siyasete çevirdi.”
Almanya Sağlık Bakanının açık eşcinsel olması ve eşiyle birlikte yaşamasını da “bir örnek daha vermek gerekirse” diye ekleyen Diriliş Postası yazarı, “anlaşılan Almanya’da bazı şeyler çoktan aşılmış” demekle yetiniyor.
Kendini “Gazeteci - TRT Haber moderatörü / Diriliş Postası köşe yazarı” olarak tanıtan Betül Soysal Bozdoğan, sıra Türkiye’ye gelince, LGBTİ+ toplumuna iftira atmakta beis görmemişti: Manipülasyon, dezenformasyon ve nefret korosunun geleneksel nakaratlarını tekrar eden “gazeteci” yazar, LGBTİ+’lerin eşitlik için yürüttüğü hak mücadelesini, “bu azgın azınlık artık çığırından çıkmış durumdadır” şeklindeki inkâr ve nefret söylemi ile karşılamış; LGBTİ+ toplumunun sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi alanlardaki görünürlüğüne karşı ise eşcinselliği, “ensest ve pedofili” ile karalamıştı. Nihayet “LGBT karşıtlığı” için ayrımcılığa ve nefret suçuna davetiye örgütlü mücadele çağrısı yapmaktan geri durmamıştı…
Akit köşelerinden komployla karışık cinsiyetçi, transfobik ve homofobik nefret nakaratları
Nefret söylemi üretme, yayma ve teşvik etmede iktidarın “yaygın medya organı” halini almış olan Akit’ten köşe yazarı, aynı zamanda Yeni Akit Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, bezdirici tekrarlarıyla sündürdükçe sündürdüğü köşe (1, 2, 3) yazılarının “konu”su fark etmez, Ocak ayındaki cinsiyetçi ve homofobik nefret nakaratları da değişmedi: “O Ekrem İmamoğlu, gaylere sahip çıkıp, “Eşcinsel evliliklere toplumu hazırlayacağız” dedi.” - “Biz CHP’lilerin ne mal olduklarını zaten biliyoruz.. Din istismarı yaptıklarını zaten biliyoruz.. Seçim öncesinde camiye gelip Yasin okuduktan sonra.. Koltuğa oturduklarında, “Toplumu eşcinsel evliliklere hazırlıyoruz” dediklerini yakinen biliyoruz..” - “Bir diktatörün iki dudağı arasından çıkanlarla yönetildiği ileri sürülen Türkiye’de, kanuna göre atanan rektöre, 15 gündür arkasını dönüp, homoseksüellerin renkleri ile ellerinde tuttukları şemsiye eşliğinde protestolar yapılmıyor..”
Akit’ten Zekeriya Say ise, cinsiyetçi ve homofobik tahrik ile siyaset aklı sıra İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve takipçilerini kışkırtmaya çalıyor: “28 Şubat'ta kendisine “Bakanlığın önüne kazık diker oturturum” diyen cuntacı bir generale, ““Kazıklı Voyvoda da eşcinseldi” diyebilen Meral Akşener’in genel başkan yarımcısının LGBTİ'leri savunuyor olması ne garip..”
Akit yazarının, “Hacı Meral Abla’nın eşcinsel sever yardımcısı!” başlığı altında, “Tabii, Meral Akşener’in, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” dayatmasıyla eşcinsel sapkınlığı normalleştirmeye çalışan Ekrem İmamoğlu’na destek vermesini de aklım almıyor ama o ayrı bir yazı konusu” deyip döndüğü “konu” da, Akit’in, “İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem, İYİ Parti’nin adalet ve hukuk politikalarından sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor” diye tanıttığı isim: “Hacı Meral Abla’nın yardımcısı Prof. Erdem, eşcinselliğin doğuştan gelen ve saygı duyulması gereken bir özellik (!) olduğunu her fırsatta vurguluyor.”
Akit köşe yazarı, Meral Akşener ve partisini karalamak için, “hiç çekinmeden rahatlıkla eşcinsel savunuculuğu yapıyor oluşuna” aklının ermediğini söylediği ismi, “Ramazan ayında düzenlenen sözde “onur” adı altındaki sapkın yürüyüşe de destek veren İP’li Erdem” söylemiyle sunuyor.
Akit yazarının homofobik nefretiyle, “sözde “onur” adı altındaki sapkın yürüyüş”e destek vermekle itham ettiği hukukçu Prof. Dr. Bahadır Erdem, 2015’te başlayan polis saldırıları ve ardından her yıl otomatiğe bağlanan Valilik yasağı altında cinsiyetçi, transfobik ve homofobik nefret söylemleri ile seyreden İstanbul Onur Yürüyüşü’ne, “Devlet LGBTyi ONURSUZLAŞTIRAMAZ” paylaşımıyla destek vermişti: “İstanbul Valiliği tüm dünyada büyük bir coşku ile kutlanan herkesin destek verdiği polislerin yürüyenlerle dans ettiği LGBT Onur yürüyüşünü yasaklamış Neden? İnsan hakkı nedir bilmediğinden LGBT Onur Yürüyüşü her farklı bireyin ONURUNU temsil ediyor”
“LGBT Onur Yürüyüşü her farklı bireyin ONURUNU temsil ediyor” dese de, hukukçu Bahadır Erdem’in maruz kaldığı alaydan aşağılamaya, hakaretten cins cins küfre, cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemlerinin ayarının kaçtığını düşünen bir takipçi, “Evli çoluk çoçuk sahibi akademisyene” söz konusu hitapların doğru olmadığını hatırlatmıştı.
Haftanın gündemi, karaladıkları “köşe”nin konusu fark etmeksizin ırkçı, cinsiyetçi, homofobik nefret söylemi üretmeye devam eden Akit yazarlarından Abdurrahman Dilipak, komployla karışık köşe yazılarında, cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemine bahaneye ne hacet, hep aynı nakaratla araya LGBTİ+’ları da katmaya devam ediyor.
Akit’ten Dilipak, yeni yıl açılışını, “Toplumsal cinsiyet eşitliği mi, adaleti mi?” başlıklı köşe yazısı ile yapıyor; sivil toplum, iş dünyası ve akademide toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı çalışmaları kapsamındaki sürecin dökümünü yapıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği yerine “toplumsal cinsiyet adaleti” demeyi tercih etmesi tabii ki KADEM’i, Dilipak’ın cinsiyetçi ve homofobik dilinden kurtarmıyor. Akit köşe yazarı Dilipak, KADEM’li kadınların ““Toplumsal Cinsiyet” konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları”nı söylüyor ve din üzerinden KADEM’e akıl veriyor: “Sorun “Eşitlik” yerine “Adalet”i kullanarak geçiştirilecek bir konu değildir. Aksine “Toplumsal cinsiyet adaleti” LGBTIQ+ üyeleri arasında adaletten söz etmektedir.” Tabii ki devamında, sözü gene, LGBTİ+ sövgüsüyle yetinmeyip, İstanbul Sözleşme’sini savunan kadınlara hakaret de edince, AKP’li kadınların kendisi hakkında suç duyurusunda bulunduğu, savunma yaparken de pekiştirdiği nefret söylemiyle LGBTİ+’ları kastettiğini söylemesi üzerine de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyeliğinden ihraç edildiği “konu”ya bağlıyor: “Fuhşiyatta adalet olmaz!”
Akit köşe yazarı Abdurrahman Dilipak, “İstanbul Sözleşmesi denen bela, hayatımıza soktuğu kavram, kurum, uygulamaları ile birlikte başımızın üstünde bir Demokles’in kılıcı gibi sallanıp durduğu sürece sanırım bu ülkede hiçbir aile için huzur olmayacak” söylemiyle Ocak ayında da manipülasyon ve dezenformasyona devam ediyor.
İşte, Dilipak’ın cinsiyetçi, transfobik ve homofobik nefret nakaratlarından komployla karışık bir seçki:
“Bakın, CoVID ve aşı ile İstanbul Sözleşmesi, LGBT, Great Resat, Trans Humanizm, Performans Pass. Global sağlık Pass., 5G, Starlink, Humanoid, Neuralink, WEF ile ilişkisini bilmiyorsanız o zaman anlattıklarım sizi ilgilendirmiyor olabilir.”, ““Toplumsal cinsiyet”e destek veren ve İK’larında LGBT’te pozitif ayırımcılık yapan holdingler.” (1)
“CoVID ve aşıyı unutun. Great reset’e giden yolda en önemli konu “Transhümanizm” konusudur. Biz, “ünsa” ne demek, onlar kimdir daha bilmeden LGBT’nin sonundaki “T” ile uğraşırken, birileri bütün insanlığı, Great reset sonrası “Yeni normal” dönemde “Trans”a mecbur kılmak için uğraşıyordu.” (2)
“İçimizden birilerini İstanbul sözleşmesi çerçevesinde “Toplumsal cinsiyet” kapsamında cinsel deneyim, tercih ve yönelim konusunda nasıl kandırdılar. Nasıl insanları “din, ahlak ve gelenekten bağımsız” BİREY’lere dönüştürdüler, Biyolojik cinsiyet yerine GENDER diye LGBT+’ı tercih olarak önümüze koydular! Hem de bunlara “pozitif ayırımcılık” yapmayı öğütlediler. ÖJENİ Hareketi ya da TRANSHUMANİZM bunların hepsinden daha tehlikeli.” (3)
“Yeni Amerika’da Satanist, Pedofili, LGBT’liler de o Elitler içinde, Yahudiler, Katolikler, Evangelikler de. Hatta Hindliler, Müslümanlar da var!” (4)
“İstanbul sözleşmesi çerçevesinde toplumsal cinsiyet üzerinden aileden ve biyolojik cinsiyetten vazgeçtik ve nüfus cüzdanımıza “Gender” yazıp LGBT+ tercihine açık bir madde yazdık. Artık “din, ahlak ve gelenekten bağımsız bir genom” olarak “Birey”den söz eder olduk.” (5)
“Onları Siyonist tapınakçılara, LGBT’yi takdis eden Cizvit papazlarına ve “Tanrının kırallığı” adına “Şeytan’ın kırallığı” için çalışan global çetelere sormak gerek.” (6)
“LGBT+’la kalmıyor bu iş, İstanbul sözleşmesi ile “Toplumsal Cinsiyet” kavramını çaktılar hayatımıza. Cinsel deneyim, yönelim ve tercih artık pozitif ayırımcılığa tabi. Kim niye evlensin ki bu şartlarda. Artık bizler “Gender” diye tanımlanıyoruz. Cinsiyetimiz bile değişken olabiliyor artık. Çünkü bizler artık “Din, ahlak ve gelenekten bağımsız” BİREY’leriz.”, “Biden geldi, bakanların büyük çoğunluğu Siyonist, önemli bir kısmı LGBT taifesinden pedofiliye kadar uzanan sabıkası olan kişiler. İlk atılan imzalar LGBT’lilerin orduya alınması ve cinsiyet değişikliği yapanların spor karşılaşmalarına yeni cinsiyetleri ile katılabilmeleri ve artık ABD’de, kamuya ait tesislerde tuvaletlerde kadın-erkek ayırımının olmaması yönünde. ABD’ye Demokrasi geldi! Lut kavmini saptıran Şeytan zaferini kutluyor Washington’da…” (7)
“İstanbul sözleşmesi üzerinden aile bağlarının zayıflatılması, LGBT benzeri oluşumların desteklenmesi gerek… İstiklal Marşını Lady Gaga gibi bir LGBT sempatizanına okutup, sonra Kur’an-ı Kerim’e el basarak yemin edecek politikacılar aranıyor. “Yeni normal” böyle!” (8)
Etiketler: medya